Alman burjuvazisi hep tutarlı olmuş, gerici çizgisinden hiç taviz vermemiştir: 1848/49’da demokratik devrimi savunmak yerine önce Bismarck’ın ve sonra 1871’de I. Wilhelm’in önünde dize geldiğinde; 20. Yüzyıl’ın başlarında gerek sömürge bölgelerinde, gerek 1914’de, gerekse de 1933 ve devamında her türlü burjuva medeni değerlerini ayaklar altına aldığında; 1945 sonrası NSDAP faşistlerini devlet aygıtına entegre ettiğinde ve son 40 yılda milliyetçiliği, ırkçılığı ve şoven demagojileri körüklediğinde!

Dünyanın en rafine, en gerici ve en saldırgan burjuvazisi olduğunu iddia ettiğimiz Alman burjuvazisi, bu iddiamızı teyit etmeye devam ediyor. İşçi göçünün başladığı 1950’lerden bu yana her sosyal ve demokratik hak budaması öncesinde başarıyla göçmen düşmanlığını ve ırkçılığı körükleyen Alman egemenleri, bugün faşist hizmetkârlarını işbaşına çağırıyor. Savaş sonrası »demokratik mutabakat« adı altında kabul etmek zorunda kaldıkları tüm tavizlerden bugün vaz geçmiş durumdalar.

Geçen hafta Thüringen Eyalet Parlamentosunda ırkçı-faşist AfD grubunun yardımı ve CDU grubunun işbirliği ile beş kişilik FDP grubu başkanının Eyalet Başbakanı seçilmesi, bunun açık göstergesidir. Her ne kadar FDP’li Başbakan Kemmerich, oluşan geniş toplumsal protesto refleksinden çekinen Merkel hükümetinin baskısı sonucunda istifa edeceğini açıklasa da, Almanya’da yeni bir dönemin başladığı belli oldu. Bu dönemin diğerlerinden belirgin farkı, ırkçı-faşist AfD’nin Almanya çapında parlamentolardaki gruplarıyla etkisini uzun süre ayakta tutabilecek maddi güce ve organizasyon yapısına sahip olmasıdır.

Diğe bir fark ise, sadece burjuva partilerinin açık faşist formasyonlarla işbirliğine girmekten çekinmediklerini göstemeleri değil, daha önemlisi Almanya toplumsal ve siyasi solunun basiretsizliğinin bu gelişme için bir katalizatör rolu oynuyor olmasıdır.

Halbuki AfD, kendisini yurt dışında saldırgan, yayılmacı ve savaş yanlısı politikalarla, içeride ise toplumsal yaşamın her alanının militaristleştirilmesi, sosyal hak kısıtlamaları, demokratik hakların rafa kaldırılması ve polis devletine geçiş ile ifade eden sağa kayışın bir sonucudur. Irkçı-faşist AfD savaş politikalarına, sosyal hak budamalarına, demokratik hakların kısıtlanmasına karşı oluşan toplumsal direnci bölmek, dikkati sorunların asıl suçlulularının üzerinden çekmek için bir araç olarak kullanılmaktadır. Irkçı-faşist AfD, egemen politikanın mağdurlarının birbirlerine düşmesi, gerektiğinde ise en gerici çözüm için hazır tutulan yedek güç olarak kullanılmaktadır. Evet, bu bir yeni dönemin başlangıcıdır, ama egemen politikanın sürekliliği içerisindedir.

Görüldüğü kadarıyla bu gelişme tüm olumsuz yanlarıyla yeni ivmeler kazanacak. Kemmerich’in ırkçı-faşist AfD desteğiyle seçilmesine karşı antifaşist refleksle insanların sokağa çıkmaları belirli bir umut yaratsa da, reformist solun Thüringen’de yaptığı gibi, burjuva politikalarına koopte edilme çabaları uzun vadede çözümün değil, sorunun bir parçası olmaya devam edecektir. Kemmerich’in istifa edeceğini açıklaması, ama henüz etmemiş olması, sadece toplumsal direncin sönümlenmesine yol açacaktır. Bu meşum gelişmenin geriye püskürtülmesi içinse, sosyal ve demokratik hakların genişletilmesi mücadelesinin, savaş, yayılmacılık ve faşizm karşıtlığının kitleselleştirilmesi gerekmektedir. Almanya’da bunu yapabilecek olan güçler henüz bu adımı atmaktan uzak durmakta ve böylelikle de Alman burjuvazisinin işini kolaylaştırmaktadırlar.

Burjuva partilerinin oluşturduğu gerici blok, faşistlerle yatağa girmekte bir beis görmemektedir. Çünkü faşizm, kapitalizmin öz çocuğu ve sadık hizmetkârıdır. Thüringen, bu gerçeği bir kez daha göstermiştir.

09.02.2020