ABD başkanı Trump’ın Kuzey Kore’ye yönelik nükleer saldırı tehditlerine Avrupa’dan ciddî tepkiler yükseltiliyor. Özellikle F. Almanya Trump’ı »saldırgan retorik ile nükleer savaş tehlikesini artırmakla« suçluyor. F. Alman emperyalizminin savaş karşıtıymış gibi görünen bu açıklamalarının ardında yatan, çoğunluk topluma yönelik »ABD’nin stratejik güvensizlik yaratması, Avrupa’nın yeni sorumluluklar almasını gerektiriyor« biçimindeki ideolojik manipülasyon çabalarından başka bir şey değil.

ABD yönetimi için saldırgan retoriğin kullanılmasının yeni politik yönelimin bir gereği olarak görüldüğünden şüphe yok. Ancak Avrupa’daki emperyalist güçlerin de »savaş karşıtı« olduklarını gösteren bir delil söz konusu değil. Aksine gerek ABD, gerekse de AB ülkeleri bu retoriği uzun vadeli stratejik hedeflerine ulaşmak için kullanıyorlar. Bilhassa F. Almanya Trump’ın söylemlerini ve ABD politikalarını »AB’nin Rusya, Ukrayna, Balkanlar, Türkiye, Ortadoğu, Körfez ülkeleri, Mısır, Libya ve Afrika kıtasından oluşan komşu bölgelerindeki stratejik durumun ulaştığı dramatik seviye, Avrupa’ya yeni güvenlik politikaları temelinde daha fazla sorumluluk yüklemektedir« demagojisini kamuoyu görüşü hâline getirmek için araçsallaştırmaktadır.

Geçen haftaki köşe yazımızda da belirttiğimiz gibi, burjuva medyasında ve hükümetlere yakın düşünce kuruluşları arasında »Almanya’nın yeni dış politikası« başlığı altında yürütülen tartışmalarda pervasızca emperyalist saldırganlık talepleri ifade ediliyor. 24 Eylül 2017’de yapılacak olan Federal Parlamento seçimleri çerçevesinde burjuva partilerinden yapılan açıklamalar, bazı ufak nüans farklılıkları haricinde, dış politika yöneliminde bütün burjuva partilerinin aynı çizgiyi savundukları ve uyum içerisinde olduklarını gösteriyor. İşin kötü olan tarafı, özellikle F. Alman sendika yönetimlerinin bu politikalara eleştirisiz destek çıkmalarıdır.

Reformist Sol Parti, F. Parlamentoya seçilmeleri olanaksız olan Alman Komünist Partisi (DKP) ile diğer sosyalist ve komünist yapılardan oluşan F. Almanya solu haricinde F. Alman emperyalizminin yayılmacılık politikalarına karşı çıkan pek yok. Her ne kadar F. Almanya barış hareketi sesini yükseltiyor olsa da, bu ses şu an için hayli cılız çıkıyor. Muhafazakârlarından, ırkçı AfD’ye, Sosyaldemokratlarından, Yeşillere ve Liberallere kadar burjuva toplumunun tüm siyasî formasyonları, »Almanya’nın AB çatısı altında hizmet eden yönetici güç olarak, dış politikada sağlıklı hırs göstermesi gerektiğini« savunuyorlar. Dahası, »Avrupa’ya, dolayısıyla özgür dünyaya ve demokrasiye hizmet eden bir yönetici güç olmak, gücünün zirvesinde olan Almanya’nın tarihsel sorumluluğudur« iddiası, »demokrasiyi, insan haklarını ve kadın haklarını koruma« kisvesi altında sol liberaller tarafından dahi savunulmaktadır.

Görüldüğü kadarıyla F. Almanya tekelci burjuvazisi »düzen koruyucu dünya gücü« olma hedefi için yaşamsal önem taşıyan »ulusal uzlaşıyı« sağlamış durumda. »Ulusal uzlaşı« çoğunluk toplumunun hissedilen refahını belirgin bir biçimde artırarak, »çıkarlarımızı ve barışı gerektiğinde askerî şiddetle korumalıyız« görüşüne toplumsal rıza sağlıyor. Ve sağlanan bu toplumsal rıza da 24 Eylül’de Alman burjuvazisinin tarihteki üçüncü denemesine hizmet edecek bir parlamento çoğunluğunun oluşacağına işaret ediyor.

12 Ağustos 2017