Asırlardan beri ötekileştirilmiş olmanın, hayatın her alanındaki pervasız uygulamaların sayısız türevini yaşayan kadın; ters, şuursuz bir refleks içerisindeymiş gibi geliyor bana. Keskin cümleler savurmak istemiyorum. Ancak ötekileştirilenler, ötekileştirme fırsatını yakaladıkları sanrısındaymışlar gibi geliyor bana.

Ve bunu çok tehlikeli buluyorum!!! Dünyanın her yerinde, gerçek hayatın içerisinde; canı burnunda gezen kadın gerçekliğine neredeyse hiçbir şekilde müdahale edemiyoruz. Toplumsal hareketlere yön verebilme halimiz; neredeyse sıfır düzeyinde! En dibimizdeki kadın gerçekliğinin geri yanlarına dahi, pratik yaşam içerisinde dilediğimiz boyutuyla dokunamıyoruz. En tanıdığımız-bildiğimiz erkeklere müdahale etme “şansını”, bir şekilde yakalayınca, bunun bize; “hesap sorma”, “kadın iradesi”, “kadın dayanışması” kuvveti kazandırdığını düşünüyoruz.

BİR KADIN HAREKETİ OLUŞTUĞU SANRISI YAŞANIYOR!

“SOSYAL MEDYA” PRATİKLERİNİN EN YANILGILI, GERÇEKLERİN DEĞİL SANRILARIN KOŞUŞTURDUĞU ZAMANLAR YAŞANIYOR!!

***

Tam da 19 Aralık’ın 20. yıldönümünde; o saldırılar altında can çekişirken, aramızdaki kadın-erkek ayrımının nasıl da sıfırlandığı günleri hatırlıyorum özlemle! Devlet karşısında kadın-erkek hepimizin, hiç ayrımsız cinsel saldırılara maruz kaldığı günleri hatırlıyorum. Ve o anda hepimiz için; “cinsiyet” denen kavramın neredeyse sıfırlandığı anları hatırlıyorum özlemle!

20’li kilolardaki bedenlerimizle tahliye edildiğimizde, kadın-erkek; bizi ziyarete gelen yüzlerce kişinin, yoldaşça-kaygısızca bizi öpüp-kucaklayışlarını hatırlıyorum. Hayatta kalmamıza duydukları sevincin çıldırışıyla; öpücükleri bazen yanlışlıkla dudaklarımıza konuveriyordu. Ve hiç ama hiç kimse, bütün bunlardan rahatsızlık duymayı aklına dahi getiremiyordu. Göğsümüz-popomuz kalmamıştı zaten. Neredeyse çırılçıplak fotoğrafımızı çekmek isteyenlerden zerre kadar utanmadığımız, bu yönlü bir utancın beynimizden silindiği günleri anıyorum özlemle.

***

Cinsel taciz-tecavüzün; artık yaşamın sıradan-olağan bir parçası olarak kadına reva görülüp, hukuki olarak karşılığının bir türlü oturtulmak istenmediği zamanlar sona ermiyor. Bu zamanlarda, sadece kadın-erkek değil; küçücük çocuklar bile “öteki” kavramının en dehşet sahneleri içerisinde büyüyor. Kapitalist sistemin, “atomize” ettiği insan gerçekliğinin en sancılı dönemlerinden birinden daha geçiyoruz.

Ve bütün bu sahneler içerisinde; bilinçli kadınlarda da farklı refleksler gelişiyor gibime geliyor. Bilinçli kadınlar da olsak; hepimiz, hayatın her alanında bu ötekileştirmeyi iliklerine kadar yaşayanlar-bilenler, buna karşı mücadele edenleriz. Ancak bu yozlaşmanın hat safhalarda seyrettiği bu asırda; her şeyi birbirine benzetme, her şeyi aynılaştırma, bütün bu doğal reflekslerimizi de farklı yerlere değil, en benzerimiz olan erkeklere, onları “ötekileştirme”ye yöneltiyormuşuz gibime geliyor.

Ve bütün bunların; “Sosyal Medya” denen illettin, bizi sürüklediği yanılsamalar-sanrılar olduğunu zannediyorum. Tüm bunların, çok tehlikeli bir algı yanılsaması olduğunu düşünüyorum.

***

Gelecekte yaratılabilmesini umudettiğimiz bir dünyada değil, tam da şimdi, bugünlerde; kadın-erkek cinsiyetleri arasına yerleştirilen ucu sivrildikçe sivrilen, keskinleştikçe keskinleşen hançerin bizi yaralamaması için mücadele etmeliyiz. Bu ötekileştirmenin her boyutunu iliklerine kadar yaşayan biz kadınlar; bütün bu yaşanmışlıkların bilinciyle, bizimkileri-erkekleri ötekileştirmemeyi başarabilmeliyiz.

Onların bir çoğuyla, çıplak bedenlerimizle direndiğimiz mecralar aynıydı. Oralarda; nerede-ne için bulunduğumuzun bilincindeydik.

Kendi hayatımızda ve toplumsal pratiğimizde, nice bedellerle kazandığımız bu bilinci kaybetmemek istiyorsak, kadınımıza da erkeğimize de bu bilinçle bakmayı; önce biz kadınlar başarabilmeliyiz...

Öyle fütursuz zamanlardayız ki; sadece onların bizi değil, bizim de onları ötekileştirmemeyi başarmakta dirayet göstermemiz gerekiyor.

***

Neredeyse çıplaktık, bombalandık, yaralandık, bir deri-bir kemik dışarıya çıktık; kadın-erkek birbirimizi, kalplerimizi-beynimizi sistemin empoze ettiklerinden arındırarak sevdik-kucakladık-öptük!!!! Asır insanları o kadar yabancılaştırdı ve birbirinden korkar hale getirdi ki; “dokunmak” bile beyinlerde farklı halde algılanıp, farklı sinyaller verdirmeye başladı (korona zamanlarının davranış gerekliliklerini bunların dışında tutuyorum).

Kadın-erkek, hep birlikte katliamları kınasak da, gidenleri ansak da, sistemi protesto etsek de: Kadının ötekileştirilmesinin vardığı boyuta duyulan tepki, bir reflekse dönüşüp, bizi bu mücadelenin en temiz ideallerinden uzaklaştırıyor gibime geliyor.

Temiz ideallerle yürüyebilmek için, önce biz kadınların, ötekileştirilmenin sancısını bilenlerin, beynimizde-bilincimizde sistemin bozduğu “insan algısı mekanizmaları”na karşı kulaç atarak, bizimkileri-erkekleri de ötekileştirmemenin sınavını vermemiz gerekiyor.

VE ŞU ÖZGÜL YAŞAM KOŞULLARI İÇERİSİNDE, BU TEHLİKEYE DÜŞÜP, BU KAPANDA KAN KAYBEDECEK OLANLARIN BİZLER OLMAMASI GEREKİYOR.

BÜTÜN BUNLARI SORGULAYIP, ÜSTESİNDEN GELEBİLMEMİZ UMUDUYLA!!!