Dün Erdoğan’ın Almanya ziyareti esnasında şansölye Merkel ile birlikte düzenlediği basın toplantısına katılan iki Alman meslekdaşımla sohbet fırsatını buldum. Türkiye ve bölgeyi çok iyi tanıyan deneyimli iki gazetecinin söyledikleri tüylerimi diken diken etti.

»Açlık grevleriyle ilgili Türk başbakanın gözümüzün içine baka baka yalan söylediğini« hissettiğini söyleyen 68 yaşındaki Dietmar, »bizim kuşak Adolf’ü iyi tanır, ama Erdoğan’ın, hem de Berlin’de, nasıl Erdolf’laştığını görünce, ürperdim« dedi. Ben şaşkın gözlerle bakarken, dpa’ya çalışan Jan ise, »böylesine bir demagog halkını suçuna ortak eder. Yakın gelecekte Almanlar gibi cünhakâr halk olarak anılmamak, Türklerin elinde« diye araya girdi.

Elbette bazı söylemlere itiraz ettim. Hitler faşizmi ile AKP-Rejimi arasındaki farkları gösterdim, ama gene de tüylerimin diken diken olmasını engelleyemedim. Çünkü söylediklerinde öylesine haklı yanlar var ki...

Herhalde hiç bir halk, Alman halkı kadar varoluşunu ve ahlakî bilincini böylesine derinden yönlendiren bir etkiyi hissetmemektedir. Bunda faşizmin, Holocaust’un, savaşın olduğu kadar, Almanların çoğunluğunun nasyonalsosyalistlerin yaptıklarına ses çıkarmamasının, hatta büyük ölçüde desteklemesinin ve savaş yenilgisinin payı var.

Tarihçiler Almanya’nın yakın tarihini incelerken, halk çoğunluğunun, Daniel Goldhagen’in dediği gibi »Hitler’in gönüllü infaz memurları« gibi davrandığını kanıtlayan bir çok olaya dikkat çekerler. Örneğin Dachau’da yaşayanlar, Dachau toplama kampının krematoryumunun bacasından çıkan insan küllerinin, yaz-kış demeden yıllarca kente kar gibi yağmasına rağmen, savaş sonrasında »biz, böyle şeyler olduğunu bilmiyorduk« diyorlardı – onu da Dachau’ya giren Amerikan askerlerinin silah zoruyla halkı toplama kampına götürüp, oradaki vahşeti göstermesinden sonra. Bu nedenle kimi tarihçi Almanları »cünhakâr halk« (Alm. Taetervolk), yani »suçlu halk« olarak nitelendirir.

Elbette bu tanımlama bütün bir halkı suçlamakta, faşizm analizini yüzeyselleştirmekte ve faşizme karşı canı pahasına direnenleri de zan altında bırakmaktadır. Ama sembolik değeri yüksek bir tanımlamadır.

Ben bu çerçevede daha çok Lea Rosh’un »Holocaust Abîdesi« tartışmalarında ortaya attığı »cünhakârlar halkı« (Alm. Volk der Taeter) tanımının daha uygun olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu tanımlama ile Alman halkının bir bütün olarak Holocaust’un suçlusu olmasını değil, bir bütün olarak Almanya’nın Holocaust’u, nasyonalsosyalizmi ve bunların tarihsel nedenlerinin ne olduğunu unutmama, tarihle yüzleşme ve her zaman bilince çıkarma ile ilgili ahlakî bir yükümlülük öne çıkartılmaktadır. »Cünhakârlar halkı« hem ağır bir suçlama, hem de zorunlu olan tarihle yüzleşmenin olmazsa olmaz bir yükümlülüğüdür.

Alman meslekdaşlarımın böylesine ağır bir ithamı karşısında üzülmedim değil. Ancak 53. gününe giren açlık grevi karşısında Türkiye egemenlerinin takındığı tutumu düşününce, bu üzüntüm hiddete dönüştü. Açlık grevlerini, bir çok vicdanlı insan gibi, sadece insanî değerler çerçevesinde değerlendirmek doğru olsa da, bence yeterli değildir. Çünkü açlık grevlerinin arkasında duran devasa gerçeklik, Türkiye’nin gerçekliğidir. Türkiye’nin en temel sorununun nasıl çözülebileceğinin anahtarı, soykırımlarla dolu olan tarihle yüzleşip, Türkiye’nin geleceğinin nasıl şekillendirileceğinin göstergesidir.

Türkiye toplumunun yaklaşık yarısının desteğine sahip olan AKP hükümeti, tarihsel bir hata yapmak üzeredir. Ya açlık grevlerindekilerin haklı ve meşru siyasî taleplerine olumlu bir yanıt vererek, Kürdistan Barışı’na, yani ülkenin güvenli geleceğine giden yolu açacaktır, ya da geri dönülmesi mümkün olmayan meşum bir geleceğe adım atacaktır. Çoğunluğun desteğine sahip olunmasının getirdiği kibir, AKP hükümetinin bu gerçeği görmesini engeller mi, engellemez mi bilemiyorum, ama Erdoğan’ın kullandığı onur kırıcı, ötekileştirici ve demagojik söylem »Erdolf«laşmakta olduğunu düşünenlerin sayısını artırmaktadır.

Erdoğan’ın »Erdolf«laşmasını engelleyecek olan ise, AKP hükümetini destekleyen kesimlerin göstereceği basirettir. Bu basiret, Bursa’da olduğu gibi pogromlarla, yandaş basında çıkan yorumlarla veya »şehitler ölmez, vatan bölünmez« edebiyatı ile değil, açlık grevlerinde ölümlerin engellenmesiyle gösterilebilecektir. Çoğunluğu oluşturan sünnî Türkler de tarihsel bir sorumluluk karşısındadırlar.

Evet, Alman gazeteci haklı: Tarihe cünhakârlar halkı olarak yazılıp, yazılmamak Türklerin elindedir ve karar vermek için pek fazla zaman kalmamıştır.

3 Kasım 2012