Bir ayı aşkındır bütün dünya Corona virüsünün “can pazarı”ında kurtulmanın direnci içindedir.  Coronu virüsünün yarattığı tahribatın öncesinde başlayarak yaşanan bütün siyasal gelişmeler, bu süre boyunca, gündem de düşmüş gibi görünse de aynı politikaların devam ettiğini de görüyoruz.   

Güncel politik gelişmeler ve hayatın sorunları çok hızlı seyrediyor. Bir gelişmeyi kavramaya çalışırken bir başkası gündeme hâkim oluyor. Sosyo- politik hayatın hızı, insanın kişisel performansından fazla olunca, yetişememek olağan bir duruma dönüşüyor.

Libya’ya işgal amaçlı asker göndermek, Kürdistan’ı işgal çabaları, Fetö’nün siyasal ayağı, deprem, Hanau da ırkçı saldırı, Enver Altaylı gibi bir dizi önemli siyasal gelişme kısa süre içinde yaşandı. Türk devleti ve Erdoğan, bütün bu gelişmelerin tam ortasında yer almaktadırlar.  Bu gelişmeler ya Türk devleti ile Erdoğan tarafında belirlenmekte veya belirlenmiş politikaların sonuçları olarak yaşanmaktadır.

Halklara, özellikle Kürt halkına düşmanlık üzerinde şekillenen bu politikaların ortaya konmasında, sürdürülmesinde ve pratikleştirilmesinde Erdoğan’ın rolünün doğru belirlenmesi, bu politikalara karşı mücadele açısında son derece önemlidir. Çünkü doğru hedef belirlemek ve o doğru hedefe yönelik mücadele yürütebilmek ancak böyle mümkün olabilir. 

 Konuyu doğru anlayabilmek için Türk devletinin yönetim yapısına, birkaç cümle ile değinmek gerekiyor. Türk devleti, aşağı/yukarı bütün devletlerde olduğu gibi kendi içinde kliklere/cuntalara dayanarak yönetilen bir devlettir. Bu klik ve cuntalarda bazıları görünerek yönetim sürecinde yer alırlarken, bazıları pek fazla görünmeden yönetme fonksiyonlarını kullanırlar.  Türk devletinin bu özelliği çok fazla deşifre olmuştur ve bilinir.  “Derin devlet”, “kont gerilla” “Gladio” “Ergenekon” gibi kavramlar Türk devletinin bu özelliğini ifade etmek amacıyla ortaya çıkmış kavramlardır.

Geçmişte tam ve somut olarak durum şöyle yaşanmıştır. Atatürk ve Milli Şef İnönü döneminde, yani 1950’lere kadar, Türk devletinin halklara ve emeğe düşmanlık üzerinde kurulan   temel politikaları, bu ikilinin hâkim olduğu cunta tarafında belirlenmiş ve uygulanmıştır.  Aynı düşmanlık politikaları, 1960’lardan sonra, esas olarak ordu, MİT, emniyet ve yargı içinde etkili olan yapılanmalar(cuntalar) tarafında pratikleştirilmiştir. Bu kurumlara, yani “esas devlete” hâkim olan cuntalar, devletin yönetiminde etkin bir rol oynamışlar, gerektiğinde darbeler yaparak inisiyatifi ellerinde tutmuşlardır. Elbette Türk devleti sadece bu cuntalardan ibaret değildi.  Devletin asıl gücü olan ve “derin devlet” denen ordu, MİT ve benzer kurumların yanında, devletin yönetimin de rol oynayan parlamento, hükümet, yargı, medya gibi bir dizi mekanizma, kurum, bu asli yapıya, uyumlu olmak zorunda bırakılmışlardır.    

Türk devletinin bu şekildeki yapılanması ve işleyişi Erdoğan hükûmetinin ilk yıllarına kadar böyle devam etti. Sonra ne oldu? İşte burası bugünü anlamamızı sağlamak için çok önemlidir. Erdoğan, ilk olarak, yeterli düzeyde gücü elinde biriktirene kadar, devletin içindeki Fettullah Gülen çetesiyle iş birliği yaptı.  Zaten bu iş birliği, ideolojik, politik ve kültürel yakınlıktan dolayı, hem doğal olarak yaşanıyordu, hem de Erdoğan- Gülen ortaklıklarının çok yönlülüğünden dolayı, toplumun çeşitli kesimleri tarafında besleniyor, destekleniyordu.   

Erdoğan’ın devleti yönetirken işini çok kolaylaştıran bu iş birliğinin yanında, yine bu dönem de, liberallerle de önemli bir yakınlaşma ve iş birliği yaşanmıştır. Bu durum da Erdoğan’ın toplumsal desteğini ve meşruiyetini güçlendiren bir rol oynamıştır.    

 Bu koşullarda Erdoğan, devlet içinde F. Gülen ile geliştirdiği iş birliğinin ve liberallerde aldığı desteğin ortaya çıkarttığı güç ve imkanlarla, esas olarak orduya yönelik olarak gerçekleştirdiği Ergenekon, Balyoz vs gibi saldırılarla Kemalistleri tasfiye etti. Çünkü Erdoğan da biliyordu ki Türk devleti gibi devletlerde, silahlı kuvvetlerin desteklemediği bir hükümet ayakta duramazdı. Ya da tersten söylemek gerekirse, bir hükümet, ancak silahlı kuvvetler tarafında desteklendiği zaman varlığını sürdürebilirdi. Söz konusu operasyonlar, silahlı güçleri ve diğer militarist kurumları “düşman” güçlerin elinde almak amacıyla gerçekleştirildi.  Ancak çok sürmedi Erdoğan, F. Gülen ile iktidar kavgasına girdiler.  Erdoğan, devlet içindeki bu yeni rakibine karşı, bu defa, CHP’yi kendisini desteklemeye zorlayarak F. Gülen’i devre dışı bıraktı.

Böylece devletin içindeki Kemalist klik, Gülen tarafında, Gülen cuntası ise Erdoğan’ın “erken doğuma zorladığı” darbe vasıtasıyla tasfiye edildiler.  Sonuçta bugün devlet, büyük ölçüde Erdoğan’ın eline geçmiş durumdadır. Ancak Erdoğan ulusalcılarla yaşanacak olan karşıtlığı dengelemek için “erken doğuma zorlanmış darbe” sürecinden kısa süre sonra, “cumhur ittifakı” aracılığıyla, iktidarına MHP’yi iktidarına ortak etmek zorunda kaldı. Bu yolla Erdoğan, ulusalcı kesimlerin hem kendisine muhalefet etmelerinin önünü kesti, hem de daha az sorun çıkartan, daha az pay isteyen bir ortakla iktidarına devam etme olanağı yaratmış oldu.  Elbette bütün bu olanların sonucunda,   devletin içinde klikler/cuntalar, bir bütün olarak yok olmadılar.  Mutlaka her klikten/cuntadan, devlet içinde varlığını sürdürenler vardır. Ancak esas olarak Türk devleti, darbe sürecinden bu yana Erdoğan ve MHP’nin elinde bulunmaktadır. Erdoğan’ın sahip olduğu bu iktidarın ana dayanağı, temel gücü, kitle desteği değil, ordu, MİT, emniyet, diğer askeri güçler ve paramiliter yapılanmalardır.    

Bu gerçek bütün çıplaklığıyla v e bütün acımasızlığıyla ortadayken, Erdoğan’ı Ergenekon’un “piyonu” gibi görmek ve göstermek gerçeğe hiç uygun düşmemektedir.  Bu düşünüş tarzı, Ergenekon’un devletin hangi yapısında veya biriminde örgütlü olduğunu göstermemektedir. Ancak Ergenekon diyerek ordunun işaret edildiği de görülmektedir. 

   Bu durumda, eğer Ergenekon orduya hâkimse ve Erdoğan da “iradesiz bir piyon”sa, Ergenekon, neden Erdoğan’ı iktidarda tutuyor?  Ergenekon’un pekala, bir “piyona dönüşmüş” olan Erdoğan’ı iktidarda alması eşyanın doğası gereği değil midir?  Madem hazır Erdoğan bu kadar zayıflamışken, Ergenekon, neden kendi iktidarını kurmuyor da, Erdoğan’ı destekliyor? Bu nedenle söz konusu analizleri gerçeğin ifadesi olarak görmek mümkün değildir.  Erdoğan’ı dengeleyecek veya geriletecek, ordu içinde veya farklı bir yerde Ergenekon gibi herhangi bir güç olsaydı, şimdiye kadar Erdoğan’ın elinde iktidarı alması gerekirdi.

Şöyle bir itirazın olabileceği açıktır, “Erdoğan ve Ergenekon tek başlarına iktidar olamayan birbirlerine muhtaç güçlerdir. O nedenle ittifak içinde davranmaktadırlar”.  Bu analiz tarzı, mantıksal olarak doğru, ama somut gerçeklik açısında açıklayıcı değildir. Mesela izlenen politikaların ve uygulanan pratiklerin hangisi Erdoğan’a rağmen izlenmekte ve yaşanmaktadır?  Bu sorunun açıklayıcı cevabı yoktur.  Kürt sorunu, demokrasi ve özgürlükler sorunu, ekonomik politikalar ve dış politika gibi bütün temel politikaların, ayrıntıları dahil her şeyin Erdoğan tarafında belirlendiği bu koşullarda, Erdoğan’ı, Ergenekon’un “iradesiz bir piyonu” olarak görmek, hiç kimseye ikna edici gelmez.   

Erdoğan Türk devletinde,  “erken doğuma zorladığı” darbeyle, dinci/ırkçı faşist kliğinin yıllardır yapmaya çalıştığı “yapısal”  değişimi gerçekleştirmiştir. Türk devleti artık, 1923- 2010’lar arasında olduğu gibi, Kemalistlerin hâkim olduğu bir devlet olmaktan çıkmıştır.  Bu somut gerçeklik görülmeden yapılan değerlendirmeler gerçeklikten uzak kalmaktadırlar.

Bütün bunlar ortadayken, son dönemde Kürtlere ve Kürdistan’a yönelik olarak yaşanan saldırılar başta olmak üzere, bütün olan bitenlerin yegâne sorumlusu olan Erdoğan, bu sorumluluğun dışında gösterilemez.  Aynı şekilde Erdoğan’ı, “bunları yapacak güce sahip değildir” diye anlatmak, ya da Erdoğan’ın arkasında esrarengiz güçler aramak, Erdoğan’ı masum göstermek, kafaları karıştırmak anlamına gelir.