TÜSİAD'ın düzenlediği Anadolu Toplantıları'na, Kayseri Sanayi Odası (KAYSO) ev sahipliği yaptı. TÜSİAD ve KAYSO üyeleri ile bölgenin iş dünyasının temsilcilerin de katıldığı toplantıda konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, Kayseri’nin kendileri ve ülke ekonomisi açısından önemli bir kent olduğunu söyledi. Küresel ekonomi açısından kritik bir öneme sahip olan süreçte Türk özel sektörünün dinamizmiyle ekonomiye ivme kazandırdığına dikkat çeken Boyner, şunları söyledi:

TASARRUF TEŞVİK PAKETİ OLUMLU

"TÜSİAD olarak, yeni teşvik paketine büyük önem veriyoruz. Açıklanan paketin adil rekabet unsurları ile çelişmeden bölgesel kalkınmaya katkı sağlamasını, ölçek ekonomisini özendirmesini ve yenilikçilik kapasitesini güçlendirmesini bekliyoruz. Her teşvik uygulamasının amaçları doğrultusunda, belli süreler içinde bir tür sağlamasının yapılması ve geliştirilmesi gerekir. Bu da beklentilerimiz arasındadır. Salı günü açıklanan tasarruf teşvik paketi ise Türkiye ekonomisinin yeniden dengelenmesi ve yapısal sorunlarına çözüm zemini sağlanması anlamında, yeni olumlu beklentiler oluşturdu. Bir yandan gönüllü tasarrufları teşvik eden, diğer yandan da zorunlu tasarruflar yoluyla soruna katkıda bulunmayı hedefleyen paketin kısa zamanda tasarruf-yatırım dengesini olumlu yönde etkileyebileceğini umuyoruz. Ayrıca, tasarrufların finansal varlıklara kanalize edilmesi yönündeki çabaların da, finansal sistemin derinliğine ve sağlığına katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Elbette, teşvik uygulamaları, kamu maliyesi açısından önemli boyutlara sahip. Bugün için bütçe uygulamaları ve kamu maliyesi görünümü anlamında bir çok ülkenin gıptayla izlediği bir tablo çizdiğimiz aşikar. Ancak, bütçe performansının, geçici gelirlere ve ekonominin genel performansını yakından takip eden dolaylı vergilere hassasiyetini de akılda tutmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu açıdan, önümüzdeki dönemlerde verimliliği düşük, sosyal refaha katkısı sınırlı her türlü kamu harcamasından kaçınmamızın çok önemli olduğuna inanıyorum. Kaldı ki, bu anlamda sağlanacak disiplin, cari açık sorununa ve uluslararası emtia fiyatlarının etkisiyle son günlerde güçlenen enflasyon baskılarıyla mücadeleye de olumlu katkı yapacaktır. Bu arka plana göre Türkiye nasıl bir ekonomik modelle rekabetçiliğini artırmalı ve sürdürebilir büyüme sürecine girmelidir? Yeni dünya önümüze nasıl bir sentez getirecek ve en önemlisi bizim bu değişimde rolümüz ne olacak? Bu soruların cevaplarını birlikte bulmak ve ona göre de strateji üretmek zorundayız."

EĞİTİMİN NİTELİĞİ KONUSUNDA TOPLUMSAL TARTIŞMAYA GEREK VAR

21’inci yüzyıl insanını yetiştirmenin eğitimden geçtiğini, Türkiye’nin doğalgaz ve petrol gibi enerji kaynakları olmamasına karşın iyi bir insan gücü bulunduğunu söyleyen Boyner, Fatih projesini desteklediklerini söyledi. Boyner, ülkemizde okul türlerine göre performanslarda ciddi farklılık bulunmasına dikkat çekerek, eğitimde eşitsizliğin hem nitelik, hem içerik olarak sorunlar yarattığını dile getirdi. Boyner şunları söyledi:

"Hem tüm toplumumuz, hem de iş dünyası açısından en hassas konuya geliyoruz: Yani eğitime, bu eğitimin niteliğine, sistemin 21’inci yüzyılda gereksindiğimiz nitelikte bireyleri yetiştirip yetiştiremeyeceğine. Yakın zamanda, epeyce tartışmaya da yol açan bir eğitim reformu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçti. Biz yasa tasarısı hakkında görüşlerimizi dile getirdik. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin önüne koyduğu büyüme ve kalkınma vizyonuna paralel olarak eğitimin niteliği, kapsamı, hatta eğitimcinin eğitimini de kapsayan yeni bir reform süreci arzuluyoruz. Böylesine önemli ve geleceğimiz açısından hayati bir konuda toplumsal katılıma, tartışmaya ve katkıya ihtiyacımız olduğuna inanıyoruz. 21’inci yüzyılın ekonomik yapısı kurulurken tüm ülkeler eğitim seferberliği içine girme gereği hissediyor. Bizim de tüm enerjimizle özellikle bu konuya odaklanmamız şart.

EĞİTİMDE DENGESİZLİK

Türkiye’nin doğal hammadde kaynakları yok, doğalgaz ve petrol yatakları da yok. Yegane büyüme gücümüz insan kaynağımız. Hal böyleyken, zorunlu eğitimin süresi kadar, öğrencilerimize 21’inci Yüzyılda dünyayla boy ölçüşecek becerileri, bilgiyi ve donanımı vermek, geleceğimizi şekillendirecek en hayati unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Biz ancak düşünmeyi, sorgulamayı, çözüm bulmayı beceren bir işgücüyle dünya ekonomisinde kayda değer bir mesafe kat edebiliriz. Kısacası eğitim sistemimizde öğrenciye yüklediğimiz bilgiler kadar, işletim sisteminin iyi çalışmasına da dikkat etmek zorundayız. Ülkemizde ortalama eğitim kalitesinin düşüklüğü, uluslararası karşılaştırmalarda ön plana çıkıyor. OECD tarafından üç yılda bir düzenlenen, okuma becerileri, matematik ve fen okuryazarlığını ölçen PISA testinde (2009) ülkemiz 34 OECD ülkesi içinde 32’nci sırada. Çocuklarımıza yabancı akranlarına nazaran temel becerileri yeterli düzeyde kazandıramıyoruz. PISA sonuçlarındaki bir başka kaygı verici husus, ülkemizde okul türlerine göre performanslar arasında ciddi farkların bulunması ve okullar ve okul türleri arasında sosyoekonomik ayrışmanın yoğun olması. Buna, iller ve bölgeler arasındaki niceliksel dengesizlikleri eklediğimizde, eğitimde eşitsizliğin hem nitelik hem de nicelik olarak üzerine eğilmemiz gereken bir konu olduğunu söyleyebiliriz.

ÖĞRETMENLER KONUSUNDA KAPSAMLI REFORM YAPILMALI 

İçerik olarak eğitimin niteliğinin geliştirilmesini tartışırken, beceri ve yetkinliklerin öğrencilere kazandırılmasında en önemli rolü üstlenen eğiticilere ve öğretim yöntemlerine de eğilmek gerekiyor. Yeni öğretim modellerinde öğretmenlerin yol gösteren, öğrenmeyi öğreten rolleri ön plana çıkıyor. Buna göre öğretmenlerin eğitimleri, atanmaları, mesleki gelişim ve doyumları konusunda kapsamlı bir reform yapılması, eğitimin niteliğini doğrudan etkileyecek. Öğrenme-öğretme süreçlerine etkisi bakımından dikkate değer bir diğer unsur ise teknoloji. Teknolojinin, eğitimde niteliği artırma yönünde bir araç olarak kullanılması bilgi toplumuna ulaşmamızı hızlandıracaktır. Pilot olarak başlatılan FATİH Projesi’ni önemsiyoruz. Projenin yurt çapındaki başarısı, ‘Zengin teknoloji ile zengin içerik’ buluşabildiği ve öğrenciler kadar öğretmenler ve aileler de teknolojik dönüşümün etkili birer paydaşı olabildiği oranda artacaktır. Kısacası eğitim sistemimizde teknik değişiklikler kadar temelden bir yaklaşım ve zihniyet değişikliğine de ihtiyacımız var.’’

TARTIŞMALARIN ODAĞINDA HEP YARGI VAR

Hukuk ve adalet ve demokrasi anlayışı konusuna da değinen TÜSİAD Başkanı Boyner, Kopenhag kriterlerine vurgu yaparak, yeni bir Anayasa çağrısı yaptıklarını, cümlelerden çok anayasanın ruhu olması gerektiğini ifade ederek, zihniyet değişikliğinin şart olduğunu söyledi. Ümit Boyner "’Devletin bir bildiği vardır söylemi artık geride kalmalıdır.

Tartışmaların odağında hep yargı var’’ diyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

ZİHNİYET DEĞİŞİMİ SAĞLANMALI

"Biz, yeni bir anayasa talebini yeni kitap eskisinden daha güzel olacağı için dile getirmedik. Çeşitli akademisyenlerle yıllar süren ve pek çok eserin üretilmesini sağlayan çalışmalarımızın sonunda eldeki 1982 Anayasası’nın yamalarla düzelemediğini gördük. Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni ancak yeni bir ruhla yazılmış bir metinle hayata geçirebileceğimizi tespit ettiğimiz için, yeni anayasa çağrısında bulunduk. Bu çağrıda bulunurken bir noktayı eklemeyi hiç ihmal etmedik. Yeni anayasanın mutlaka yeni olması gereken unsuru, cümleleri değil ruhudur. Bir yirmi yıl daha geçtikten sonra ‘Meğer çare yeni anayasa değilmiş, zihniyet değişmeliymiş’ denmemesi için bugün yeni bir anayasa hazırlarken, o metne yeni ruhu verecek olan zihniyet değişikliğine de odaklanmalıyız. Zihniyet değişimi, devletin bireye, idarenin vatandaşa, siyasetin sivil topluma, devlet içindeki erklerin birbirlerine yaklaşımında yaşanmalıdır. Gizlilik, vatandaşların yönetime katılımına kapalılık, devletin bir bildiği vardır düşüncesi, herkes kendi işine baksın söylemi artık geçmişimizde kalmalıdır. Bizler, üreten, değer ve istihdam yaratan iş dünyası olarak zihniyet reformunda katılımcı hatta öncü olmalıyız."

ASKERİ DARBELER ÜLKENİN SİYASETİNDEN SİLİNMELİ

Ümit Boyner, yargı reformunun bu zihniyet değişikliğinin itici gücü olacağı kanaati taşıdığını, "Türkiye’de her şey değişiyor zannederken hiç bir şeyin değişmediğini ya da haksızlık etmeyelim çok az şeyin değiştiğini bize düşündüren olayların odak noktasında hep yargı var’’ diyerek yargı konusunda şunları söyledi:

"Bazen yargıya müdahale tartışmaları ile bazen yargının çağdaş insan hakları hukukuna uygun düşmeyen kararları ile. Ama yargı hep tartışmanın odağında. Yargıyı bu siyasi tartışmalarda hedef ya da özne olmaktan kurtarmak zorundayız. Bu tartışmalar, en çok yargıya zarar veriyor; vatandaşların yargıya güvenlerini ve kişisel güvenliklerine ilişkin inançlarını sarsıyor. Bu nedenle yeni anayasada en önemli beklentimiz kuvvetler ayrılığını gerçek anlamıyla hayata geçirmesi ve yargı reformu için sağlam bir zemin oluşturmasıdır. Yeni Anayasa ile ilgili yasama süreci 12 Eylül darbesi ve 28 Şubat müdahalesi sorumlularının yargı süreçlerinin başladığı bir döneme denk gelecek. Askeri darbeler artık bu ülkenin siyasetinden ve siyaset anlayışından silinmelidir. Türkiye bir daha, ne kadar kötü yönetilirse yönetilsin darbeden, ya da siyaset dışı bir kurumdan medet ummamalıdır. İhtiyaç duyduğumuz şey kurtarıcılar değil düzgün işleyen bir sistem oluşturmak, korkulardan, baskılardan, özgürlük düşmanlığından arındırılmış bir siyasi alan kurmaktır. Bu eğilimleri dışlayan bir zihniyete sahip olmaktır. Bu davaların tarihimizdeki tatsız ve derin izler bırakmış dönemlerle bir yüzleşme imkanı yaratacağını, bir hesabın verileceğini, çekilmiş ya da çektirilmiş olan acılara bir nebze merhem olacağını ümit ediyorum. Toplum olarak bu darbelerin yol açtığı yeni kırılmalar ve derin sorunlarla, dehşet verici cezaevi öyküleri ve hunharlıklarla da yüz yüze geleceğiz. Darbeler yargılanırken, aslında toplum olarak biz de bir muhasebe yapmak zorunda kalacağız. Bu dönemde en önemli beklentimiz davaların hukuk çerçevesi içinde kalmasıdır. Türkiye ile benzer deneyimlerin yaşandığı Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi suçluları cezalandırırken toplumsal barışmanın koşullarını da yaratmaya özen göstermeliyiz inancındayım. Hukukun ve adaletin ağır işleyen çarkları insanın yüreğini intikam almanın hazzı gibi soğutmayabilir, ama hiçbir zaman unutmamalıyız ki, toplumlar ve bireyler olarak sığınabileceğimiz yegane korunak da hukuk ve adalettir. Bu kez, bir yandan askeri darbe dönemlerinin suçları ve günahlarıyla hesaplaşırken, diğer yandan da evrensel hukuk kuralları içinde adalet dağıtan bir yargı düzenini nihayet tesis edebilmeyi başaracağımızı umuyorum. Ülke ve toplum olarak dirliğimizin, düzenimizin ve refahımızın buna bağlı olduğunu düşünüyorum.’’

KAYSO Başkanı Mustafa Boydak da, TÜSİAD ile bilgi paylaşımı yaptıklarını, ekonomiye Anadolu boyutundan baktıklarını belirtti, "Türk ekonomisinin ileriye gitmesi için Anadolu sermayesi, İstanbul sermayesi gibi bir görüşe karşıyız. Hepimiz biriz. Sermayenin tabana yayılması konusunda TÜSİAD’ın çalışması hoşumuza gidiyor. Ülkemizin bütünlüğünün korunması çok önemli. Türkiye barış adası ve bölgenin akil adamı. Ülkenin gidişatı pozitiftir. Ülkemizde tasarruf etme alışkanlığının yayılması, tasarruf edenlerin desteklenmesi lazım’’ diye konuştu.

Ümit Boyner ve KAYSO Başkanı Mustafa Boydak’ın açılış konuşmalarının ardından TÜSİAD danışmanı Soli Özel, Suriye-İran-Irak bağlamında Türk dış politikasındaki gelişmeler, TÜSİAD Baş ekonomisti Cem Doğan da 'İktisadi görünüm ve büyüme-cari açık ilişkisi' konusunda katılımcılara açıklamalarda bulundu. TÜSİAD üyeleri daha sonra öğle yemeğinde Boydak Holding’in Organize Sanayi Bölgesindeki Boydak Center’de bir araya gelerek, yönetim kurulu toplantısını yaptı.