Efrin’in düşüşünün Kürt Özgürlük Hareketi’nde ve onu destekleyen çevrelerde büyük bir üzüntü yarattığı, hatta belirli bir moral bozukluğuna yol açtığı kesindir. NATO’nun ikinci büyük ordusu olan Türk Ordusu ve onun maşası olan cihatçı grupların ciddi bir direnişle karşılaşmadan Efrin şehir merkezini ele geçirmesi, AKP yardakçısı basın tarafından büyük bir zafer olarak kutlanıyor.

Bazı Kürt önderleri maalesef yanlış analizler yaptılar. Örneğin PYD’nin eski eş başkanı Salih Müslim, -eğer basında çıkan haber doğruysa-, “olası ‘Efrin operasyonuna uluslararası güçlerin göz yummayacağını” söyledi.

İslamcı çeteleri kalkan olarak kullanan emperyalist Türkiye’nin 20 binden fazla askerle, büyük olanaklarla ve en modern silahlarla yürüttüğü işgalci savaş karşısında dünyadan hiçbir askeri destek görmeyen YPG’nin geri çekilişi ve güçlerini koruyarak gerilla savaşına geçişi akılcı bir taktiğin işaretidir. Çünkü uluslararası güçler dengesi Efrin’in aleyhineydi. Efrin direnişçileri dünyadan destek görmeyerek izole bir durumdaydılar, öte yandan modern silahlarla donanmış düzenli bir ordu karşısındaydılar. Askeri açıdan ‘zayıf’ olan bir gücün, büyük bir düzenli ordu karşısında mevzi savaşına girişmesi başarılı olamazdı. Üstelik Türkiye’nin çeşitli yöntemlerle ABD’nin, Rusya’nın, İran’ın, Irak’ın ve Avrupa’nın seyirci kalmasını sağlaması da Efrin’in direnmesinin uzun sürede başarılı olmayacağının bir işaretiydi. Ama NATO’nun ikinci büyük ordusu karşısında 60 gün direnebilmek de büyük bir başarıdır.

Efrin’den geri çekilmek ‘yenilgi’ değildir. Geri çekilmeyi bir ‘yenilgi’ olarak değerlendirmek savaş stratejisinden bihaber olmak demektir. Savaşta hücum önemlidir; ama savaş stratejisinin önemli ilkelerinden biri, kayıp vermeden geri çekilmeyi de bilmektir. Lenin’in Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığıdır başlıklı kitabındaki örnek öğreticidir. Hani diyelim, otomobiliniz silahlı haydutlar tarafından durdurulmuştur. Haydutlara, paranızı, pasaportunuzu, tabancanızı, otomobilinizi veriyorsunuz, ama canınızı kurtarıyorsunuz. Canınızı kurtardığınız için, haydutlar tarafından alınan şeyleri tekrar geri alma olanağına sahip olursunuz.

Efrin’in ele geçirilmesi yeni bir sürecin başlayacağının işaretidir. Alman basınında yer alan haberlere göre, direnmeden güçlerini geri çeken YPG, “gerilla savaşının yeni bir aşamasını başlatacaklarını” ve vur-kaç taktikleriyle “gerilla savaşçılarının İslamcı çetelerine ve Türk askerlerine kabus yaratacaklarını” ilan etti. Eğer YPG tarafından dile getirilen gerilla savaşı başarılı bir şekilde yürütülürse, Efrin’in Türkiye’nin Vietnamı olması mümkündür.

Bundan sonraki sürece bir göz atalım. Türkiye, işgalci bir güçtür. Efrin, 40 milyon Kürdün bir parçasıdır. İşgalci gücün uzun sürede tutunamayacağı tarihsel deneyler tarafından doğrulanmıştır. Ayrıca İslamcı çetelerin Efrin’de yağmalama girişimi, Türkiye’nin moral açıdan çöküşünün bir belirtisidir. Ayrıca Türkiye işgalci bir güçtür ve haksız bir savaş yürütmektedir. Türkiye’nin uzun süre orada kalmasını, ABD, Rusya ve Suriye kabul etmeyecektir. Bu ise Türkiye’nin diğer ülkelerle arasındaki çelişkinin keskinleşmesi anlamına gelecek ve Türkiye’nin hareket alanını daraltacaktır.

İtalyan sosyolog, ekonomist, elitizmin teorisyeni olan ve burjuvaziye akıl hocalığı yapan Vilfredo Pareto (1848-1923), “burjuva sınıfının Marx’ı” olarak görülmektedir. Pareto açısından, o dönem güçlü olan sosyalizmi çökertmenin en etkin yolu, milliyetçi duyguları sosyalistler arasında yaymaktır; sosyalistlere milli duyguları bulaştırmanın en iyi yöntemi ise ülkeyi diğer uluslara karşı savaşa sokmaktır. Çünkü savaş, milli duyguları canlandıran en etkili araçtır. Pareto’ya göre akıllı burjuvazi, sosyalistleri kullanmayı bilen, özellikle sosyalistlerin savaştan yana tavır almalarını sağlamayı başaran burjuvazidir. Pareto, bir dünya savaşının sosyalistleri en az yarım yüzyıl geriye iteceği öngörüsünde bulunmuştur.

Savaşın, Türkiye’de milliyetçiliği ayyuka çıkardığını görsel ve yazılı basından takip etmek mümkündür. Ama milliyetçiliğin geleceği yoktur. Milliyetçilik, geçmişte ülkelerin bağımsızlaşmasına ve ekonomik kalkınmasına hizmet eden bir projeydi. Tarihçi Hobsbawm, milliyetçiliğin kaydettiği bazı ilerlemelere rağmen, potansiyel açıdan zayıfladığı tezini savunmakta; milliyetçiliğin geleceğinin parlak olmadığını ileri sürmektedir. Ona göre milliyetçilik gerçekte olduğundan daha güçlü gibi görünmektedir. Dolayısıyla şu tez ileri sürülebilir: Milliyetçiliğe ve etnisiteye dayanan politikalar hâlâ etkili olmalarına rağmen, daha önceki dönemle (1830-1945) karşılaştırıldığında eski etkisini yitirmektedir. Bu nedenle tarihsel değişimin bir faktörü olan milliyetçilik gerilemektedir. Hobsbawm şöyle diyordu: “Milliyetçilik, ne kadar kaçınılmaz olursa olsun, artık Fransız Devrimi ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki çağın tarihsel gücü değildir.”