En kötü mimarı en iyi arıdan ayıran

şey, mimarın, yapacağı şeyi önceden

kafasında tasarlamasıdır. Marx

Diyalektik Materyalizmi Savunmak başlıklı yazısında Alper Öztaş, özne-nesne ilişkisi konusundaki görüşlerime eleştiriler yöneltiyor. Özne-nesne özdeşliğinde Orkunoğlu’nun duruşu alt başlığı altında Engels ve Lenin’den alıntılar yapıyor (Feuerbach’ın ön ismi, yanlış yazılmış: Ludwing değil Ludwig olması gerekir).

Tartışılan sorunun anlaşılması için Öztaş’ın aktardığı alıntılarını tekrar vermek durumundayım. Öztaş, Engels’ in Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu başlıklı kitabından şunu aktarır: “Her felsefenin ve özellikle modern felsefenin büyük temel sorunu, düşüncenin varlık ile ilişkisi sorunudur.” Öztaş’ın aktarımına göre, Engels, iki yöne işaret etmiştir. Birinci yön, tinin mi yoksa doğanın mı, hangisinin esas öğe olduğu sorunu” dur. İkinci yön ise, “insanın düşüncesi, gerçekliği bilecek durumda mıdır? Gerçeklik bilinebilir mi?”

Öztaş, Lenin’in Materyalizm ve Ampiryokritisizm başlıklı eserinden de bu iki yön konusunu desteklemek için aktarmalar yapar. Ona göre Lenin için de birinci yön şudur: “Materyalizm doğayı birinci etken, ruhu ikinci etken sayar; varlığı birinci plana, düşünceyi ikinci plana koyar. İdealizm bunun tam tersini yapar” der. İkinci yön konusunda ise Lenin’in söylediğini şöyle aktarıyor Öztaş:

Bütün bilgiler deneyden, duyumlardan, algılardan gelir. Doğru. Ama acaba nesnel gerçek ‘algı alanından mıdır’, yani algının kaynağı mıdır, sorusu karşımıza çıkmaktadır. Eğer bu soruyu olumlu bir şekilde yanıtlıyorsanız materyalistsiniz. Yok, bu soruyu olumsuz yanıtlarsanız tutarlı değilsiniz.

Öztaş’ın yapmış olduğu aktarımların karşısında şunu savunuyorum: Engels’in maddenin birincil olduğu ve bilinebilir olduğu görüşü üzerine düşünüldüğünde, gerçekten bu görüşün diyalektik olmadığını saptamak mümkündür. Engels, bilinci, maddenin pasif bir yansıması olarak görmektedir. Çünkü Engels, yalnızca tek-yönlü olarak maddenin düşüncenin, bilginin kaynağı olduğuna ve nesnel gerçekliğin bilinebileceğine vurgu yapıyor; yani Engels’in düşüncesinin asıl ağırlık noktası, bilinen nesne üzerinedir, bilen özne üzerine değil. Dolayısıyla düşüncenin madde üzerindeki aktif etkisini dikkate almadığı söylenebilir. Onun bu yaklaşımı, özellikle toplumsal alanda düşüncenin madde üzerindeki aktif ve yaratıcı etkisini, düşüncenin maddeyi dönüştürebildiğini, hatta gerçekliği yarattığını görmezden gelen bir yoruma yol açıyor. Oysa toplumsal alandaki diyalektik, esas olarak, madde ve düşüncenin, nesne ve öznenin karşılıklı olarak birbirini etkilediği gerçeğini ifade eder. Bu etkileşim ise, düşüncenin ilk kaynağının madde olduğunu, maddenin etkisinin sonucu olarak ortaya çıkan düşüncenin de, sadece gerçekliği yansıtan değil aynı zamanda, gerçekliği dönüştürdüğü ve yarattığı anlamına gelir.

Lenin ise, Materyalizm ve Ampiryokritisizm başlıklı kitabını yazdığı dönemde, Engels’in materyalizminin ve pasif yansı teorisinin etkisi altındadır. Lenin, ancak 1914-1915 yılında Hegel’i okuduktan sonra, diyalektik olmayan materyalizmden ve Engels’in yansı teorisinin etkisinden uzaklaşır. Bunun en bariz örneğini, Lenin’in şu düşüncesinde görmek mümkündür: “İnsan bilinci, sadece nesnel dünyayı yansıtmakla kalmaz; aynı zamanda yaratır da.”

Düşüncenin aktif yönüne Marx da işaret etmişti. Örneğin Marx, Kapital’in 1. Cildinde düşüncenin aktif rolünü şöyle dile getirir: “En kötü mimarı en iyi arıdan daha en başından ayıran şey, mimarın, yapacağı şeyi önceden kafasında tasarlamış olmasıdır.

Dolayısıyla düşüncenin, bilincin kaynağı olması açısından madde birincildir; ama maddenin dönüştürülmesi ve yaratılması açısından ise düşünce birincildir. Karşılıklı etkileşim böyle anlaşılırsa gerçekten Marx’ın diyalektik anlaşılmış olur. Örneğin gelecek sosyalist topluma ulaşmak, kapitalizmi aşmak isteyen öznelerin, bilinçli ve etkin devrimci faaliyetlerini ön şart olarak koşar. Bu görüşümün, yaygın anlayışlara karşıt olduğunun ve Türkiye’de bir istisna oluşturduğunun bilincindeyim.

Ontolojik ve Epistemolojik Yaklaşım

Siyasal ve kültürel sonuçları açısından önemli gördüğüm bu özne-nesne ilişkisinin anlaşılması için bazı belirlemeler yapmak gerekir. Gerçekliğin açıklanması, kavranması ve değiştirilmesi söz konusuysa, bu durumda madde ile düşünce, özünde ontolojik (varlık bilimsel) olarak birbirinden ayrılamaz. Ama epistemolojik (bilgi bilimsel) açıdan, madde ve düşünceyi birbirinden ayırma gereği duyarız. Neden? Şu soruya cevap vermek için: Madde mi önce gelir düşünce mi? Demek ki, madde ve düşünceyi bu anlamda birbirinden ayırmak, epistemolojik alana özgü bir sorundur. Ancak ontolojik birliği unutup, epistemolojik ayrılık üzerinde durmak, yanlış anlayışlara yol açmıştır. Örneğin Kant’ın felsefesi, kuramsal olarak ontolojiyi reddederek, esas olarak epistemoloji üzerine kurulmuştur. Hegel felsefesinin önemi, Kant’ın reddettiği ontolojiyi felsefesinin temeline koyması ve ontolojiye dayanan bir epistemoloji geliştirmiş olmasıdır.

Dolayısıyla Engels’in soruna yaklaşımı, ontolojik değil, yalnızca epistemolojik yaklaşımdır. Madde mi yoksa düşünce mi birincildir? Bu soru, ontolojik bir soru değil, epistemolojik bir sorudur. Beyin ve düşünce birbirinden ontolojik olarak ayrılmaz; ama beyin olmadan düşünceler oluşmaz. Ancak eğitimli ve kavramsal düşünen bir beyinle, imge düzeyinde düşünen bir beynin de epistemolojik açıdan birbirinden farklı olacağı aşikârdır. Ontolojik birliği görmezden gelerek, yalnızca epistemolojik ayrım üzerinde durmak, madde-düşünce düalizminin önemli nedenlerinden birbiridir.

Epistemolojik soru, materyalizm ve idealizm karşıtlığını ve tek-yanlı düşünceyi aşmayı engelleyen bir sorudur. Önemli bir soru şudur: Materyalizm ile idealizm karşıtlığına mahkûm muyuz? Niçin her ikisinin tek-yanlılığını aşmayalım? Neden diyalektik materyalizm bu ikisinin bir sentezi olarak görülmesin? Diyalektik materyalizmi yeniden yorumlamak, önem kazanmaktadır.

Yeni Yorumlar neden gereklidir?

Bilim ve felsefede ilerlemeyi olanaklı kılan, esas olarak insanlığın düşünme ve bilgi hazinesine katkı yapılmasıdır. Katkı ise, ya yeni bilimsel teknik keşiflerde bulunmak ya da yeni bir teori ortaya atmak veya yeni bir şey söylemekle mümkün olur. Katkı yapmanın diğer bir yolu ise, daha önceden söylenmiş olanı, düşünme ve bilgi hazinesine katkı yapılabilecek bir biçimde yeniden yorumlamaktır.

Diyalektiğin, materyalizmin ve idealizmin yeniden yorumlanması neden gerekli ve önemlidir? Yeni yorumun neden gerekli olduğunu ortaya koyabilmek için, hem Ortaçağ ve hem sonrasında ortaya çıkan felsefe biçimlerinin tarihi konusunda kısa bilgi gerekli görünüyor. Ortaçağ düşüncesinin merkezini, esasen Tanrı merkezli teolojik düşünüş tarzı oluşturuyordu. İlk dönem Kilise papazlarının ve daha sonra skolastiklerin yaptığı felsefe tarzı egemendi. Skolastik düşünce tarzının özü, gerçekliği kutsal kitaplara göre yorumlamak, aklı ve felsefeyi, inancın hizmetine koşmaktı. Ortaçağın son dönemlerinde, antik Yunan filozoflarının, özellikle platonlaştırılmış olsa da Aristo felsefesi gündeme geldi. Bir yanda ticaret kapitalizmin ortaya çıkması, diğer yanda antik çağdaki düşüncelerin canlanması ve doğa bilimlerindeki gelişmeler birbirine etkileyen bir çizgi izledi.

Bir başka deyişe, Ortaçağ’da teolojinin egemenliği altında uyuyan felsefenin uyanışı, burjuvazinin yükselişine dayanmaktadır. Ortaçağ toplumunun ideolojisi din biçimine bürünürken, burjuvazinin düşüncesi esas olarak iki biçime bürünmüştür: Materyalizm ve idealizm. Bir başka deyişle, doğaya ve maddeye öncelik veren materyalizm ve düşünceye birincil rol veren ve aklı merkeze koyan idealizmdir.

Doğa bilimleri ve doğa bilimlerine dayanan materyalizm, özünde burjuvazinin çıkarlarının ifadesi olarak gündeme geldiler. Materyalizm, İngiltere ve Fransa burjuvazisinin felsefi bayrağı iken; ekonomik ve politik geriliği nedeniyle burjuva devrimini yapamayan Alman burjuvazisinin bayrağı ise teolojinin etkisinden kurtulamayan idealizmdi. Dolayısıyla Marx ve Engels’in Almanya’da teolojinin etkisinden kurtulamayan idealizme karşı durarak, feodalizmi aşan ülkelerdeki materyalizmden yana tavır takınmaları anlaşılır bir şeydir. Ancak çağımızda hala tek boyutlu olarak materyalizmi savunmak, yüzyıl öncesi başka koşulların ürünü olan felsefenin esiri olarak kalmak ve gerçeklikten kopmak demektir.

Diyalektik konusuna gelince, bu konuda Marx şöyle yazar: “Hegel, kapsamlı ve bilinçli bir biçimde diyalektiğin genel işleyiş biçimini, ilk kez sunmuş olan” filozoftur. (Marx, Kapital, MEW 23, S. 27). Ne var ki diyalektik, diyor Marx, Hegel’in ellerinde mistifikasyona uğramıştır. Şöyle yazıyor Marx:

Mistikleştirilmiş biçimi ile diyalektik, şeylerin mevcut durumunu yüceltiyor göründüğü için, Alman modası olmuştu. Rasyonel biçimdeki diyalektik, burjuvazi ile onun doktriner sözcüleri için sıkıntı ve korku veren bir şeydir, çünkü diyalektik, var olanın olumlu olarak kavranmasının yanında, aynı zamanda, bu durumun yadsınmasını, onun zorunlu çöküşünün de anlaşılmasını içerir; çünkü diyalektik, her oluşmuş [toplumsal] biçimi akışan bir hareket içinde kavar, yani onun geçici niteliğini görür; hiç bir şeyden etkilenmesine izin vermez, özünde eleştirici ve devrimcidir. (Marx, Kapital, MEW 23, S. 27-28) Çeviri bana ait).

Son yüzyılda Hegel üzerine yapılan araştırmalar, Marx’ın Hegel konusundaki yorumunun gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Bu araştırmalar, Marx ve Engels’in görmedikleri gençlik yazılarını, mektuplarını ve birçok bilmedikleri olguları açığa çıkarmıştır. Bu araştırmaların hepsine burada girmek mümkün değil. Sadece Fransız düşünürün, Jacques D’Hondt, Hegel in seiner Zeit (1973) başlıklı eserinde dile getirdiklerine değinmekle yetineceğim. D’Hondt, içerik olarak şöyle yazıyor:

Marx ve Engels, Hegel üzerine çok az bilgiye sahiplerdi. Çünkü onlar, Hegel’in devrimci gençlik dönemindeki düşüncelerini, yazdıklarını, devrimci bir derneğe (Club) üye olduğunu asla öğrenemediler. Yine gençliğinde kaleme aldığı hem doğa felsefesi üzerine yazılarından hem de dini ve despotizmi eleştiren Hegel’in yazılarından da haberleri olmadı. Hegel’in gençlik dönemindeki önemli yazıları, 1907 yılında yayınlanabildi. Onun mektuplarından devrimci öğrencileri koruyan tutumunu da öğrenemediler. (J. D’Hondt, Hegel in seiner Zeit, s. 147)

Hegel, Doğa Felsefesi başlıklı eserinde, fiziki nesnelerin madde olduğuna ve bu fiziki nesnelerin maddi olanın doğasını dile getirdiğini vurgular. (Hegel Werke 9, s.110). ‘Uzay ve zamanda gerçek olan şey maddedir’ diyen Hegel, maddenin sonsuzluğuna ve sonsuz bölünebilirliğine işaret etmiştir. Bu nedenle birçok araştırmacı, Hegel’i hem materyalist hem de idealist olduğunu düşünmektedir. Örneğin Fransız yazar E. Weil şöyle yazar: “Doktrin anlamında, Hegel ve Marx ne idealist ne de materyalist idiler, ya da her ikisini birden oldular.” (Weil’dan aktaran Taner Timur, Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, s. 135).

İdealizm, Materyalizm ve Diyalektik Materyalizm

Önce bir saptamayla başlayalım: Marx ve Engels, hiçbir zaman “diyalektik materyalizm” terimini kullanmadılar. Onlar daha çok tarihsel materyalizm ve maddeci diyalektik gibi terimleri kullandılar. “Diyalektik materyalizm” terimini ilk kez kullanan, Rus Marksisti Georg V. Plehanov’dur. Lenin’e göre Plehanov, Marksist hareket içinde en önemli felsefi eserler yazan biriydi. Hegel’in Mantık Bilimi adlı eseri üzerinde bir şey yazmamış olsa da, Plehanov’un felsefi eserlerinin önemini vurgulamıştır Lenin.

Almanya ve Türkiye sosyalist hareketi içinde, diyalektik ve diyalektik materyalizm konusundaki görüşlerin, farklı, sorunlu ve eksik olmasının kanımca üç önemli nedeni vardır. Birincisi, materyalizm ve idealizm konusunda yerleşmiş olan yaygın görüşlerin sorgulanmaması, bu ikisinin karşıtlığının değişmez gerçeklik olarak algılanmasıdır. Ustaların, bu zıtlığa sürekli dikkat çekmeleri de, bu düşüncenin kökleşmesinde etkili olmuştur. İkincisi, diyalektik konusunun yeterince içselleştirilememesidir. Üçüncü olarak da, doğa ve toplum diyalektiği arasındaki farkın, yeterince işlenmemesidir.

Dolayısıyla “Diyalektik Materyalizm“ konusuna farklı yaklaşımların nedeni, şu sorulara farklı cevap verilmesinden kaynaklanmaktadır. İdealizm Nedir? Diyalektik Nedir? Materyalizm Nedir? İdealist diyalektik denince ne anlaşıyor? Maddeci diyalektik ne demektir? Başlı başına bir kitabın konusunu oluşturacak sorulardır bunlar. Bir makalede bu soruların etraflı ve doyurucu bir şekilde ele alınmayacağı anlaşılır bir şeydir. Ancak yine de kısa açıklamalar yapmakta yarar var.

Felsefi anlamda idealizm nedir? Materyalizm Nedir? Aralarındaki fark nedir?

İdealizm, madde-düşünce ilişkisinde, bilincin maddeden önce geldiğini ileri sürer. Bilinç birincil, madde ikincildir. Fakat bu tutum, idealizmin yanlışlığını göstermez; sadece eksik olduğunu gösterir. Bu konuda Rus Marksisti Plehanov’un söylediklerine kulak asmakta yarar var. Şöyle yazıyor Plehanov:

İdealist tarih anlayışı hakikat üzerine mi kurulmuştur? Bu soruya, hem evet, hem hayır diye cevap veriyorum. Ne demek istediğimi anlatayım.

İdealist tarih anlayışı doğrudur. Şu anlamda ki, onda doğru bir yan vardır. Evet, onda doğru bir yan vardır. Fikrin, insanlar üzerindeki etkisi çok büyüktür. Öyleyse onun dünyayı yönettiğini söylemekte haklıyız. Ama, dünyayı yöneten fikrin, başka bir şey tarafından yönetilip yönetilmediğini sormakta da haklıyız. Başka bir deyişle, insanların fikir ve duyguları tesadüflere mi bağlıdır? diye sorabiliriz ve sormalıyız da. Bu soruyu sormak, onu menfi yönde cevaplandırmaya götürür. Hayır, insanların fikir ve duyguları tesadüfe bağlı değildir. Bunların doğuşu da evrimi de incelememiz gereken bazı kanunlara tabidir.” (Vurgu Plehanov, Marksizmin Temel Sorunları, s. 179)

Ve şunu vurgulama gereği duyar Plehanov: Şu halde, idealist tarih anlayışında hakikat vardır; ama bu bütün hakikat değildir.

Peki, materyalizm nedir? Neden materyalizm, hem doğru hem eksiktir? Önce materyalizmin türlerine göz atalım. Materyalizmin kökleri eski çağlara kadar gider. Tek bir materyalist anlayış yoktur. Farklı materyalist görüşlerden bahsetmek mümkündür. Genel olarak yaygın olan iki tür materyalizmden bahsedilebilir.

Birincisine göre, her şey maddeden oluşur ve madde dışında hiçbir şey yoktur. Peki, ‘ruh’, ‘düşünce’, ‘bilinç’ nedir? Bu tür materyalizm, şunu ileri sürmektedir: ‘Ruh’, ‘bilinç’, ‘düşünce’ gibi tinsel şeyler de maddi tözlerdir. Nasıl karaciğer, safra salgılıyorsa, beyin de aynı şekilde düşünce salgılamaktadır. Dolayısıyla madde ve düşünce, her ikisi de maddi tözlerdir. Bu görüşü savunan materyalistlere örnek olarak, Vogt, Büchner ve Moleschott gibi düşünürler gösterilebilir. Bu düşünürlerin, materyalizm anlayışı, ‘madde’ kavramının aynı zamanda düşünceyi de içerdiği

Materyalizm konusunda ikinci tür anlayış, birincisinden şöyle farklıdır: Ruh, bilinç, düşünce vb. maddi cevherler değildir, ama maddede içkin şeylerdir. Bu tip materyalizm, birincisine göre bir ilerlemeyi temsil eder. Ancak bu tip materyalizmin sorunu, maddede içkin olanın, özne olmadan, kendisini nasıl dışarı çıkaracağıdır. Bu materyalizm türü de, maddenin dönüştürülmesinde aktif bilincin rolünü açıklayamamıştır. Bu nedenle, Marx, Feuerbach Üzerine Tezlerin, ilk maddesinde, o zamana kadarki tüm materyalizmin, düşüncenin aktif rolünü geliştirmeyi ihmal etmesine ve etkin yönün materyalizme karşıt bir biçimde, idealizm tarafından geliştirildiğine dikkat çeker.

Üzerine düşündükçe bana doğru gelen, diyalektik materyalizmin, özünde bir sentez olduğudur. Neden sentez? Öncelikle madde ve düşünce ontolojik olarak birbirinden ayrılmaz. Evet, epistemolojik açıdan bilincin ilk kaynağı maddedir; madde olmadan bilinç olmaz. Buraya kadar doğru; ama tek yanlıdır; çünkü bu yaklaşım, bilinci sadece maddenin pasif yansıması olarak görmektedir. Şimdi ikinci sorun şu: Oluşan bilinç ile ne yapılacaktır? Burada, Marx’ın arı ve mimar arasında yaptığı karşılaştırmada, mimarın yapacağını önceden kafasında tasarlaması, konuya açıklık getirmek açısından iyi bir örnektir. Yani mimar, yapacağı işe, önce kafasında tasarladıktan sonra yapmaktadır Burada bilinci aktif ve birincil rolü gündeme gelmektedir.

Diyalektik materyalizm konusunda eskiyi tekrarlamak, düşünce ve bilgiyi ileri götürmez. Bu nedenle çağımızda, diyalektiğin, materyalizmin ve idealizmin yeniden yorumlanması gerektiğini savunuyorum. Özellikle bilinç, irade, amaç gibi tinsellikleri ön plana alan yeni yorumlama çabalarının, yeni kavramlar keşfetmeye yol açacağını ve yeni kavramlar yoluyla düşüncenin gelişmesine katkı yapacağını düşünüyorum.

Öztaş’a göre, benim geliştirdiğim kuramsal zemine, bir başka yazar Anderson da Lenin üzerinden yaptığı çalışmaları ile ulaşmış. Şöyle diyor Öztaş:

Engels ve Plehanov’un sert bir ayrımla ortaya koydukları idealizm ve materyalizm karşıtlığı Anderson’a göre yanlıştır ve bir sentez, uzlaşı gerekmektedir. Bu, idealizm-materyalizm sentezi gereğine genç Marx ve Lenin de katılmaktadır Anderson’a göre. Anderson’un kitabı, diyalektik materyalist kurama yönelik, Lenin üzerinden ve Marksizm’i güya güzelleyen bir dille yazılmış daha kapsamlı bir kuramsal yıkım çalışması.

Ama niye yıkım çalışması olsun? Onu açıklamamış Öztaş. Üstelik Öztaş’ın iddiasına göre, Plehanov da sert bir idealizm-materyalizm karşıtlığını savunmuştur. Plehanov’dan aktardığım pasaj, hiç de Öztaş’ın iddiasını doğrulamıyor. Ayrıca Rusya’da Hegel diyalektiğini devrimin cebri olarak gören Herzen gibi düşünürler değil, Henry Lefebvre gibi Hegel’i inceleyen Marksistler açısından da diyalektik materyalizm, ancak materyalizm ve idealizmin bir sentezi olarak kavranırsa, anlamlıdır. Yoksa diyalektik materyalizmin, kaba, ekonomik materyalizmden farkı kalmaz.

Diyalektik Materyalizmin Yanlış Anlaşılmasının Sonuçları

Bilindiği gibi Alman filozofu Dietzgen de, madde kavramının, düşünceyi de içerecek şekilde genişletilmesini önermişti: “Madde kavramı genişletilmelidir. Madde, gerçekliğin bütün görüngülerini olduğu kadar, kavrama ve açıklama yetimizi de kucaklar.” (Dietzgen’den aktaran: Lenin; Materyalizm ve Ampiryokritisizim, s.271). Lenin, madde kavramını çok geniş tutmasından dolayı Diezgen’i eleştirmişti: “ ‘Madde’ kavramının aynı zamanda düşünceyi de içermesi gerektiği anlayışı bir kafa karışıklığıdır.”

Yeri gelmişken burada bazı kavram karışıklıklarına değinmek gerekir. Örneğin ‘var’ olmak, çoğu zaman yalnızca maddi varlıklar veya nesnel gerçeklikler olarak algılanmaktadır. Bu algı bir yanılgı içermektedir. Oysa maddi olmayan varlıklar da vardır. Örneğin, maddenin etkisi sonucu oluşan duyumlar ve düşünceler, maddi varlıklar, maddi gerçeklikler değildir. Lenin şöyle yazıyor. “Düşüncenin ve maddenin ‘gerçek’ oldukları, var oldukları doğrudur. Ama düşünceyi maddi olarak nitelendirmek, materyalizmle idealizmin karıştırılmasına doğru yanlış bir adım atmak demektir.” (Lenin; Materyalizm ve Ampiryokritisizim, S. 269)

Diyalektik materyalizmi, kaba materyalist olarak anlamanın siyasal sonuçları hakkında örnekler vermek, sorunun önemini ortaya koymak açısından değer taşımaktadır.

Alman Marksist düşünür Karl Korsch’a göre, II. Enternasyonal’in vülger Marksizmi, üst-yapı kurumlarının (hukuk, devlet, din vb.) gerçekliğini reddetti. Hatta bunları “baştan aşağı sahte gerçeklikler olduğunu ilan etti.” (Karl Korsch, Marksizm ve Felsefe, s. 77). Korsch, Engels’e eleştiriler yöneltir. Ona göre, Engels sadece içeriğe önem vermiş, ama biçimi diyalektik bir biçimde ele almamıştır; kavramın doruklarında değil, eteklerinde dolaşmıştır. Korsch, üst-yapının ihmal edilmesi konusunda Engels’in yaptığı öz-eleştiriye de dikkat çeker. Engels, ekonomik nedenlere gerektiğinden fazla önem verildiğini, hatta üst-yapının oluşum biçimlerini ihmal ettiklerini, 14.07.1893 tarihinde Franz Mehring’e yazdığı mektupta kabul ediyor:

Hepimiz, asıl önemli olanın, politik, hukuki ve diğer ideolojik kavramların temel ekonomik olgulardan üretildiği ve bu kavramlar yoluyla dolayımlanan eylemlere uygulandığı gerçeği olduğunu vaaz ettik ve vaaz etmeye zorunluyduk, içeriği vurguladık, ancak bu arada, biçimi, başka bir deyişle bu kavramların ortaya çıktığı yollar ve araçları ihmal ettik. Bu birçok yanlış anlamaya ve karşıtlarımızın çarpıtmalarına vesile oldu.(Engels, MEW 39, s. 96-97. Ayrıca Karl Korsch, Marksizm ve Felsefe, s. 73-74).

İlginç olan şudur: Engels, üst-yapının önemini ihmal ettiğini kabul edip, öz-eleştiri yapmasına karşın, bu ihmali dile getiren ve Engels’e eleştiriler yöneltenler (Lukacs, Korsch vb.) ağır eleştirilere maruz kalırlar. Hatta Korsch, 1926 yılında KPD’den ve III. Enternasyonalden atılır. Enternasyonalden atılsa da Marksizmden kopmadan, bağımsız Marksist kalmaya çalışır.

Kimilerine göreyse Engels, İkinci Enternasyonal’in evrimciliğinden ve uzlaşmacılığından, doğrudan sorumludur. Yaşamının son yıllarında, gençler arasında kaba materyalizmin (ekonomik materyalizm) yaygın olduğunu gören Engels, 21 Eylül 1890 tarihinde Joseph Bloch’a yazdığı bir mektupta şöyle bir özeleştiri yapacaktı:

Gençlerin zaman zaman, ekonomik yana gerektiğinden daha çok ağırlık vermelerinden Marx ile benim de kısmen sorumlu tutulmamız gerekir. Hasımlarımızın karşısında onların yadsıdıkları ana ilkeyi, özellikle vurgulamamız gerekiyordu ve o zaman karşılıklı etkiye katılan öteki etkenlere de kendi yerlerini verecek ne zamanı, ne yeri, ne fırsatı bulabildik. Ama bir tarih kesimini sunmak, yani pratik uygulamaya geçmek söz konusu olur olmaz, sorun farklıydı ve hiçbir yanılgıya yer yoktu. Ama ne yazık ki, yeni bir teorinin ana ilkelerini, her zaman doğru biçimde olmasa bile, benimser benimsemez, o teoriyi tümüyle anladıklarını sananlar pek sık görülüyor. Şimdilerde yeni ‘Marksist’ olmuşların birçoğunu bu kınamanın dışında tutamam, çünkü en şaşırtıcı saçmalıklar o çevrede üretiliyor. (Engels, Felsefe İncelemeleri, s. 231-232)

Engels’in bu uyarılarına rağmen II. Enternasyonal’in kaba ekonomik materyalizmi sürdürmesinden, yalnızca Engels’i sorumlu tutmak haksızlıktır. II. Enternasyonal’in kabahatini bütünüyle -Marx kadar derin olmadı diye- Engels’e yüklemek ve onu küçümsemek gereksizdir. Ancak Marx ve Engels, materyalizme ve ekonomik nedenlere aşırı vurgu yapmış olduklarından dolayı, her şeyi ekonomik nedenlere dayandıran sığ ve saçma bir bakış açısı gençler arasında egemen olmuş, birçok nesil kaba materyalist bir anlayışla yetişmiştir. Bu anlayışın, özellikle Almanya işçi sınıfı üzerinde yıkıcı etkisi olduğu reddedilemez.

Örneğin Engels’in öğrencisi olan, Hegel diyalektiğini incelememiş olarak kaba bir tarihsel materyalizmi savunan Kautksy şöyle diyordu:

Proletaryanın hâkimiyeti ve sosyalist devrim, bir sosyalist toplumun ekonomik olduğu kadar, kültürel ve psikolojik koşulları yeterince oluşmadan, sosyalizm gerçekleşemez.” Peki, kültürel ve psikolojik koşullar nasıl yaratılacaktır? Ona göre bu koşulları geçekleştirmek, kapitalizmin “tarihsel görevidir.”

Lenin, bir dönem II. Enternasyonalin kuramsal lideri Kautsky’nin etkisi altındaydı. Hegel sayesinde bu etkiden kurtulan Lenin, Kautsky’nin yaklaşımını reddederek öyle sorar:

Neden sosyalizmin ekonomik, kültürel ve psikolojik koşulları, İşçi ve Köylü Sovyetlerine dayanan yeni tipte bir devlet tarafından yaratılamasın? En son yazılarından biri olan Kooperatifçilik Üzerine yazısında, üç alanda, yani ekonomik, politik ve kültürel alanlarda neler yapılmasını ortaya koyar.

Bilindiği gibi, Kautsky’nin diyalektik olmayan materyalist görüşü II. Enternasyonal’deki bütün işçi sınıfı partilerinde egemen düşünceydi. Hegel diyalektiğini özümsemiş olan Lenin, II. Enternasyonalin bu ekonomik materyalizmden koptuğundan dolayı, 1917 Nisan Tezleri’inde Rusya’da devrimin karakterini yeniden tanımladı. Böylelikle ileriyi gören bir tahlil ortaya koydu. İşçi ve Köylü Sovyetlerinin, iktidarı alması gerektiğini ve sosyalist devrimi savundu. Daha önceleri devrimin burjuva devrimi olması gerektiğini savunan Marksistlerin büyük bir çoğunluğu (Troçki hariç) şaşkınlık geçirdi, şok yaşadı: Öyle ki, Plehanov, Lenin’i çıldırmış olmakla suçladı. Lenin, kendi partisinde de uzun dönem yalnız kalmıştı; eski görüşleri savunanları, ‘Eski Bolşevikler’ olarak adlandırmaktan çekinmemişti. Plehanov ise, İşçi ve Köylü Konseylerinin iktidar aldıktan sonra yayınladığı bir bildiride, iktidar almanın yanlış olduğunu ileri sürdü.

Sonuç Yerine Birkaç Not

  1. Galileo ve Newton’dan beri doğa bilimlerinde gerçekleşen büyük gelişmeler, insanı seyirci olarak algılayan ve insanın yaratıcılığını dile getiren insanbiçimci kavramları kökten bir biçimde dışlayan bir dünya görüşü için sağlam temeller atmıştır. Bu durum, doğa bilimlerini abartan, ancak felsefeyi küçümseyen anlayışın oluşmasına yol açmıştır.

  2. Burjuva doğa bilimcilerinin doğa kavramından, tarihsel ve toplumsal ontoloji üretilemez. Burjuva ideolojisi, doğa ve toplum, doğa ile insan ilişkisini ve çelişkisini tutarlı bir şekilde çözme yeteneğinde değildir. Doğa ve toplumu içeren bir ontoloji geliştirmeyi başaramamıştır. Doğa ve tarih-toplum arasındaki birlik ilkesinde bulunan farkı anlamadan kapsamlı ve tutarlı bir ontoloji geliştirmek olanaksızdır. Hobbes ve Spinoza’nın doğa ve toplumsal alanı içeren bir ontoloji inşa etmeye çalışmaları başarılı olamamıştır.

  3. Bu nedenle burjuva düşüncesi, doğayı materyalist, tarihi ve toplumu ise yalnızca idealist biçimde almaya mahkûmdur. Feuerbach, bunun bir örneğidir. Marx, Engels’e yazdığı 11. Ocak 1868 tarihli mektubunda, Hegel diyalektiğinin Almanya’daki beyler tarafından hor görülmesinde Feuerbach’ın çok vebali olduğunu ifade ediyor. (MEW Band 32, S.18).

  4. Engels, felsefi eserlerinde diyalektiğin en önemli unsuru olan özne-nesnenin karşılık etkileşim ilkesini yeterince vurgulamamıştır. Öznel diyalektiği, nesnel şeyler arasındaki karşılıklı ilişkilerin bilince yansıması olarak görüyor. Nesneler arasındaki ilişkileri, açığa çıkaran ve yansıtıcı öznenin rolüne gereken önemi vermiyor. ‘Yansıma teorisi’ önemlidir; ama yalnızca gerçekliğin bir yanını ifade ettiğinden, tek-yanlıdır.

  5. Diyalektiği esas olarak doğadan üretip, topluma ve düşünce alanına uygulamaya çalışan Engels’in bilgi anlayışını sorunlu buluyorum. Engels, bilgiyi, sadece gerçekliğin pasif bir yansıması olarak görmektedir.

  6. Engels, doğa bilimcilerinin felsefeye ilgisizliklerine dikkat çekmesine karşın, kendini bu gelişmenin etkisinden kurtaramamıştır.

  7. Engels ile Marx arasında ayrım yapıyorum. Engels’in diyalektik anlayışının sorunlu olduğunu, doğa ve toplum diyalektiği arasındaki ayrımı yeterince bilince çıkarmadığını vurguluyorum. Marx’ın dediği gibi diyalektiği kapsamlı olarak ele alıp geliştiren Hegel, doğa ve toplum diyalektiği arasında ayrım yaparken, Engels, bu ayrımı tam anlamıyla yapamamıştır.

  8. Geçmişte Avrupa’nın işçi sınıfı partilerinde Marx ve Engels arasında ayrım yapanlar olmuş, ama Marx ve Engels arasında ayrım yapma, partinin siyasal birliğine zarar vereceği nedeniyle kabul görmemişti. Hatta bu ayrımı dile getiren, partilerden uzaklaştırılmıştı.

  9. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm (1908) başlıklı felsefi eserinde, bilgi teorisi konusunda hala Engels’in materyalizmin etkisi altındadır. Ancak Hegel’i okuduktan sonra, Lenin, Engels’in materyalizminin etkisinden kurtularak, Hegel diyalektiğini gerçek anlamda kavrar ve uygular. Felsefe Defterlerinde geçen ve Lenin’in her zaman tekrarlanması gereken sözü şudur: “İnsan bilinci, sadece nesnel dünyayı yansıtmakla kalmaz; aynı zamanda yaratır da.” Stalin bürokrasisinin, Felsefe Defterleri’ni önemsemezken, Materyalizm ve Ampiryokritisizm’i resmi felsefe kitabı olarak ilan etmesi düşündürücüdür.

  10. Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm başlığını taşıyan eserinde, diyalektiğin ilkelerini kodlayarak, diyalektiği dogma haline getiren Stalin, kitabında Hegel ve Marx-Engels tarafından önemli görülen yadsımanın yadsıması ilkesine yer vermez. Stalin’in kitabında bu ilkeye yer vermemesi neden sorun haline getirilmemiştir? Diyalektik materyalist öğretinin, Stalin dönemi Sovyetler birliğinde dogma haline getirilmesinin yıkıcı etkileri görmezden gelinemez.