‘Dışı sizi, içi beni yakan’ ülkeler İsveç-Danimarka-İzlanda-Norveç-Finlandiya -II

Şimdi de bu ülkelerin Sağ yüzüne bakalım:

İsveç NATO ve AB üyesi değildir. Fakat emperyalist sistemle olan ilişkisini aşağıda okuyacaksınız.

Norveç NATO üyesi olup AB üyesi değildir.

Finlandiya AB üyesi olup NATO üyesi değildir.

Danimarka hem AB, hem de NATO üyesidir.

İzlanda ise NATO üyesi fakat AB üyesi değildir.

İsveç, 1930’lardan sonra, onlarca yıl boyunca Sosyal Demokratlar tarafından yönetildi. Sosyal Demokrat devlet güçleri, 1931 de grevci işçilere ateş açarak beş kişiyi öldürdü. İşçi sınıfının grevleri gelişince çareyi, sosyal refah, reform ve ulusal sağlık hizmetleri sistemini kurmakta buldu.

İsveç burjuvazisi, Nazilere, hammadde sağlayarak büyük ölçüde “tarafsız ülke” statüsünü korudu.

Savaş sonrası, Sosyal Demokratlar ve sendikalar birlikte bir yönetim sistemi uygulamaya koydular. Bu sistem, kapitalistlerin kârını sürekli ve garanti kılacak bir uygulamaydı. Garanti ise, işçilere verilen tavizlerde yatıyordu. Yüksek ücret artışları, görece cömert hastalık izinleri, doğum yardımları ve emeklilik maaşları vb. Bu politikada yanlış olan veya işçi sınıfının çıkarlarını uzun vadede hiçe sayan nedir? Haklı olarak herkes şunu soracaktır: ‘Yüksek ücret artışları, görece cömert hastalık izinleri, doğum yardımları ve emeklilik maaşları vb.’ Bundan daha güzel ne var? Bunun neresi yanlış? Vb sorular haklı olarak, konuya yakın olmayan herkesin kafasında belirecektir.

Bu politikaya biraz daha yakından baktığımızda şunları görürüz:

1- işçi sınıfın tamamına değil öncelikle ileri unsur denen sendika liderleri, işyeri temsilcileri, usta vb lerine bu haklar öncelikle ve düzenli sağlanmaktadır;

2- Bu haklar, geride kalanlara daha düşük düzeyde de olsa verilmektedir. Fakat huzursuzluğun olduğu her aşamada bunlar işçilere sağlanmaktadır;

3- ama esas sorun şudur: a) Bu tavizler ve kısmen refahı içeren bu haklar, ister istemez sınıfın ortak gücünü zayıflatmakta özellikle de kriz anlarında bu haklar geri alındığında, hiç kimseden ses çıkmıyor. b) Bu olumsuzluğu yaratan da; işçi sınıfını sınıf yapan, üretimden gelen gücünü ona veren, kolektif (ortak), örgütlü, disiplinli vb devrimci ruhun tümden yittiğini görüyoruz. Yani sınıf, bu tavizler sonucu uyuşmuştur. Kötü zamanlarda yani kriz ve savaş dönemlerde en fazla fedakarlığı yapanlar onlar oluyor. Hani birçok haklar alınmıştı? Hepsi uçup gidebiliyor! Çünkü artık hiçbir güçleri kalmadığı için burjuvazinin her dediğini veya verdiğini kabul eden uysallar haline gelmiş oluyorlar. Anlayacağınız bu tanınan haklar, mücadele sonucu alınmadığı için, uzun vadede onların aleyhinde sonuçlar doğuruyor ve onları siyasi iktidar mücadelesinin dışına iterek diğer ülkelerdeki sınıfdaşlarından ve kalıcı iktidar alternatifinden onları mahrum bırakıyor.

“İsveç, tarafsızlık görüntüsüne rağmen, NSA ifşaatçısı Edward Snowden’ın 2013’te yayınladığı belgeler tarafından da doğrulandığı üzere, Sovyetler Birliği’ne karşı ABD istihbarat operasyonlarının son derece önemli bir kaynağı olarak işlev gördü.” (Jordan Shilton, Bernie Sanders ve “İskandinav modeli”, 29 Şubat 2016) 1980 lerde R. Reagen ve M. Thatcher tarafından, emek dünyasına yönelik saldırı(kamu hizmetleri ve refahtan kısıtlama) sonrası bu emperyalistlerin programlarına en başta katılan İsveç olmuştur.

İsveç’te, Sosyal Demokrat hükümet, 1994’ten 2006’ya kadar görev yaptı ve sosyal refah harcamaları kesintilerinin yanı sıra eğitimde ve sağlıkta büyük çaplı özelleştirmeleri yönetti.

1990’larda, Danimarka’da Sosyal Demokrat hükümet de, sosyal refah harcamalarında kesintiler uyguladı. Bu hükümet, 2001’deki seçimlerde iktidarı kaybettiğinde, Sosyal Demokratlar, aşırı sağcı, milliyetçi Danimarkalı Halkın Partisi’nin (DF) desteğine dayanan Liberal Parti hükümetinin sağcı politikalarını sahiplendiler. Avrupa’daki en sıkı göçmenlik sistemini uyguladılar ve Irak’ta ABD önderliğindeki emperyalist savaşı desteklediler.

İsveç, 2011’de Kaddafi rejimini deviren ABD önderliğindeki koalisyonun parçası olarak Libya’ya savaş uçakları gönderdi ve savunma harcamasını büyük çapta arttırmak ve İskandinav komşularıyla birlikte Rusya’ya karşı faşistlerin öncülük ettiği Ukrayna krizini destekledi.

İsveç, ayrıca, ABD emperyalizmini Afganistan ve Irak’ta ifşa eden Wikileaks kurucusu Julian Assange yönelik cadı avında da rol aldı.

2014 yılındaki bir çalışma Danimarka’da en zengin yüzde 1’in, toplam servetin neredeyse üçte birine sahip olduğunu gösterirken, İsveç’te, son yıllarda OECD ülkeleri arasında toplumsal eşitsizlikte en hızlı artışlardan birine tanık olunmaktadır.

2013 yılında polisin Portekizli bir göçmeni vurması sonucu bugün ABD’de kine benzer İsveç’te de isyan yaşanmıştır. Peki,  ‘sol’cu Sendikalar, bu olaya nasıl yaklaştı? Hükümete yaptıkları, göçmen emeğinin ülkeye girişini kısıtlama çağrılarıyla milliyetçi düşünceleri canlandırdılar sadece.

Danimarka’nın sınırları içinde, Avrupa’daki en acımasız göçmenlik sistemi kurulmuş durumda. Danimarka parlamentosu, Ocak ayında(2016), Avrupa tarihinin en karanlık dönemini hatırlatan bir kriter olarak, sınır polislerine, sığınmacıların değeri 10.000 krondan (1.340 avro) fazla olan kişisel eşyalarına el koyma izni veren bir yasayı kabul etti.

İsterseniz, aşırı sağcı denen faşist partilerin İskandinav ülkelerindeki son durumlarına bakarak ‘sol’un halka verdiği zulmü görelim: 

İsveç: SD(İsveç Demokratlar Partisi) % 17.6, daha önce oy oranı %12

Danimarka: DF(Danimarka Halk Partisi) % 8.8 Bir önceki seçimde % 21 oy alan bu faşist partinin oy kaybetme nedeni, programındaki mültecilerle ilgili çoğu taleplerini Sosyal Demokrat ve Liberal Parti tarafından savunulmasıdır. Diğerleri; Stram Kurs(sıkı Yön) % 1.8 Kuranı yakan parti), Nye Borgerlige(Yeni Burjuva) %2 seçim barajını aştı 4 milletvekili var.

Norveç: Sağcı partiler zafer kazanıp hükümet kurmuşlardır. İlerleme Partisi(Fremskrittspartiet); 169 kişilik parlamentoda 27 milletvekiliyle 3. büyük parti konumunda, oy oranı %9.5; ama daha da önemli olan Anders Behring Breivik gibi bir ruh hastası katilin bu partinin üyesi olmasıdır; Bu kişi 2011 yılında Sosyal Demokrat bir kampı basarak tam 77 kişiyi öldürmüştü.

Finlandiya; İkinci büyük parti konumuna gelen faşist parti Gerçek Finler’in oy oranı % 17.5.

İzlanda; faşist bir parti yoktur. Son seçim öncesi ülkeyi sağcı partilerin yönettiğini bilmemiz gerekir.

Bugün bütün Avrupa’da faşist partiler yükselişte. Bunun nedeni salt mültecilik olarak düşünülemez. Esas unsur yıllardır ‘sol’ adına iktidar olanların kitlelere verdikleri bir şeylerinin olmamasıdır.