Eğitim ve öğretim döneminin başladığı bugünlerde eski Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’den, hayat, devrimcilik, karakter, duruş, eğitim, demokrasi adına öğrenecek ne çok ders var...Metin Metiner’in Adıyaman’da bir toplantıda alaycı biçimde küçümsediği eski bakan Reşit Galip’i hepimiz tanıyoruzdur. En azından Ankara, Çankaya’da adı verilmiş olan Reşit Galip Caddesinden veya eski adresi yine bu caddede olan siyasilerin mekanı meşhur Recep Tava’ dan dolayı duymuşuzdur. Sanırım Metiner’de ancak bu kadarını biliyor. Aksi olsaydı, bir bugünün milli eğitim bakanına bakar, bir de Reşit Galip’e bakar ve sonra kime gardropçu, statükocu, kime devrimci diyeceğini daha doğru seçerdi. Tabi bildiği halde yanlışı seçmiyorsa...

 

Metiner, kendi başbakanına, Reşit Galip’in Atatürk’e karşı gösterdiği aşağıda anlatacağım bu hayret ve saygınlık uyandıran duruşu gösterebilir mi? Gösterse böyle bir sonucu alır mı? Takdir siz okuyanların..

 

1931 yılı ağustos ayında Atatürk’ün sofrasında bir akşam yemeği…Salih Bozok, Nuri Conker, Şükrü Kaya, Recep Zühtü, Kılıç Ali, Tevfik Rüştü Aras, Asaf İlbay ve Reşit Galip... Bu anı, yemektekilerden ayrı ayrı dinlenerek yazılmış olan, Bekir Bozdağ’ın (isim benzerliği çok şükür) 1975 basımı “Atatürk’ün Sofrası” adlı kitabındandır.

 

Esas mesleği doktorluk olan Reşit Galip, daha çok Dil, Tarih ve Edebiyat konularındaki yazılarıyla tanınmaktadır. Savaşta ve sonrasında önemli görevler üstlenmiştir. CHP parti meclisi üyesidir. İnandığı fikirleri, karşısındaki kim olursa olsun, daima sonuna kadar savunan, kişilik sahibi bir insandır.

 

Halkevlerinin temelinde büyük emekleri bulunan Reşit Galip, o gece yemekte, halkevlerinin çalışmalarını anlatmaktadır. Tiyatronun dünya tarihindeki yerini ve önemini konuştuktan sonra, halkevlerinde kurdukları tiyatro kollarına bayan oyuncu bulmakta büyük sıkıntı çektiklerinden bahseder. Bu konuda, bayan öğretmenlerden arzu eden olması halinde yararlanılabileceğini, ancak Milli eğitim bakanı Esat Bey’in bu talebi reddettiğini söyler. Bakana göre, bir öğretmen sahneye çıkarsa, halk ona “oyuncu” dermiş ve eğitim gücü eksilirmiş. Reşit Galip, “ bu kokuşmuş kafalarla devlet yürütülemez” diye sözünü tamamlar.

 

Atatürk, aynı zamanda kendi hocası olan Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet Beyden böyle söz edilmesinden rahatsız olmuştur:

-----Sözlerinizde daha ölçülü ve müsamahalı olunuz Reşit Galip.  

Aksine,  Reşit Galip, daha ileri gider:

-----Devrimci, devrimcidir. Devrimci olmayan da devrimci değildir.  İnsanlar, belli bir yaştan sonra ister istemez tutucu olur. Mecliste bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kişileri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır!

-----Esat bey, yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması sence bir değer taşımıyor mu?

-----Kusura bakma Paşam, taşımıyor. Okuttukları içinden sizin gibi bir devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır.

-----Bu masada hocama ve bir Milli eğitim bakanına hakaret etmene müsaade edemem.

-----Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, hata, hata olmaktan çıkmaz, sizi de eleştiririm.

Sofra da soluklar tutulur. Bütün masa, salon, İstanbul susuyordur adeta. Daha önce, hiç kimse Atatürk’le böyle bir konuşmaya girmemiştir. Gözler Atatürk’e dönmüştür.

-----Bu gece, fazla alkol almış olacaksınız…Buyurun istirahat edin..

Sofrada bir ferahlama olur. Ama beklenmedik bir cevap gelir Reşit Galip’den:

-----Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak, sizin kadar benim de hakkımdır!

Masaya yeniden sessizlik çöker. Atatürk, sinirlerini yenmeye çalışarak ve de gülümseyerek ayağa kalkar:

-----Öyleyse, ben ayrılayım, der ve salondan çıkıp, gider. Az sonra baş yaver içeri gelerek:

-----Reisi cumhurumuz, kendileri varmış gibi sofranın sürmesini arzu ediyorlar dese de, çoğu zaten masadan ayrılmıştır bile. Sonra, Reşit Galip de, Kılıç Ali ile birlikte kalkar ve o gece herkes odasına çekilir.

 

Akşamki olay sabah sarayda bomba gibi patlamıştır. Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu ile sabah erkenden görüşen Reşit Galip, ona, şunları söyler:

-----Dün akşam olanlardan dolayı çok üzgünüm. Haklılık, haksızlık konusunu tartışmıyorum, ama bunca sevdiğim Gazi Paşa’ya karşı çok mahcubum. Bu duygularımı ulaştırmanızı rica ederim.

Sonra, aynı zamanda dostu olan Tevfik beyden şahsi bir ricada bulunarak, Ankara’ya dönecek kadar yol parasını borç olarak ister. O da, 25 lira verir.

Uyandığında Atatürk’e durumu sunar Tevfik bey. Atatürk:

-----Demek, haklılık, haksızlık konusunu tartışmıyormuş der..25 lira meselesini duyunca üzülür:

-----Bu durumda olan bir arkadaşa 25 lira mı verilir? Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydin!.. Adamın parası yokmuş, baksana… Parası yok, ama cesareti var!

 

Aradan bir ay geçer. Hiç kimse ne sofrada ne de başka bir yerde Reşit Galip’ten söz açmazlar. Bir gün Reşit Galip’in halkevleri ve devrimler konulu konferansı olacağını öğrenen Atatürk, o akşam yemeğe kimseyi davet etmez, sofra da hazırlatmaz. Konferans saatinde radyoyu açtırarak, konuşmasını sonuna dek dinler. Reşit Galip, inanmış bir sesle  halkevlerini anlatıyor, devrimleri  herkese karşı savunacağız diyordu: Gerekirse babalarımıza, ya da çocuklarımıza karşı bile!..

Bir kaç gün sonra Atatürk, Reşit Galip’i yeni Milli Eğitim bakanı olarak görevlendirir. Kitap da, bu görevlendirme, Atatürk ile İsmet Paşa arasında parlamadan sönen ilk çatışma olarak da ifade edilmektedir.

Eğitimin özü, düşünmeyi öğretmektir. Bu anı üzerinde düşünmeye fazlasıyla değer diye düşünüyorum.

 

 

 



Hamburg,

Eylül 2012

 

 

 

 

 



- - - -