Corona salgını, demokratik kamuoyunun önceden bilmesinin mümkün olmadığı bir saldırı olarak başladı. Bu durum doğal olarak insanlığın ve dünyanın geleceğini kurtaracak olan devrimci-demokratik kamuoyunun hazırlıksız yakalanmasına yol açtı. Hazırlıksızlık olmanın yarattığı eksiklik pratik hayatın içinde yaşanmaktadır. Dolayısıyla ve yazık virüse karşı mücadeleden de inisiyatif, virüsü yaratan haramilerin ellerindedir.

Bu durum, kaçınılmaz bir sonuç olarak yaşlanmaktadır. Devrimci demokratik güçler, ne bilimin ve teknolojinin olanaklarına sahiptirler ve ne de karar süreçlerine hakimdirler. Bırakalım karar süreçlerine hâkim olmayı, devrimci demokrasi güçlerin, karar mekanizmalarını etkileme olanakları da çok sınırlanmış bulunmaktadır. Günlerdir süren ölüm-kalım mücadelesinde insanlık, bu virüsü yaratanların ortaya koyacakları performansa muhtaç durumda kalmıştır. Bu tespit, karamsarlığa gerekçe üretmek amacıyla yapılmamaktadır. Tam tersine, günün görev ve sorumluluklarını açığa çıkartmaktır temel amaç.

 Mevcut durumda iki temel sonuç belirlenebilir. Birincisi, bütün teknik ve bilimsel imkanlar ile her türlü yönetme araçlarını gasp etmiş olan bütün dünya devletleri ve haramileri, gerçek anlamda “suçüstü” yakalanmışlardır. Hem de öyle bir suçüstü durumu yaşıyorlar ki, “göz boyamak veya rüşvet vermek babında” kesenin ağzını açmak zorunda kalmışlardır. Kendilerini temize çıkartmak için akıllarına gelen bu tek “hal çaresini” halklara “lütfediyorlarmış” gibi sunmaları da işin cabası. Bildik film sahnelerinde veya roman pasajlarında, yoksul köylülere zulüm ve haksızlık yapan ağaya karşı, gerçeği gören ve başkaldıran köylüler, ağayı sıkıştırdıklarında, ağa, bir yanda korku içinde titrerken, bir yandan da pis canını kurtarmak için “malını mülkünü köylülere vermeyi” teklif eder. Şu an dünyayı ve insanlığı bu hale getiren haramilerin durumu tam olarak budur. Devletlerin biri “şu kadar bütçe ayırıyor”, diğeri “bu kadar dolar” ayırıyor. Filmdeki veya romandaki köylülerin dediği gibi, “yok öyle yağma, dünyanın hepsi ezilenlerindir ve siz lütfediciler değil, suçlu ve hırsızsınız.” Yaşanan durumun ortaya çıkarttığı birinci gerçeklik budur.   

Virüsün ortaya çıkarttığı ikinci temel gerçeklik ise, bütün dünyanın gerçek sahiplerinin, halkların ve emekçilerin, birlikte hareket etmelerini dayatan güçlü bir zeminin doğmuş olmasıdır. Virüs ve virüsü yaratan haramilerin devletleri ve sistemi, sahiplerinden başka (sistemin sahiplerinden birkaç kişi hayatını kaybetmiş olsa bile) herkesin hayatını tehdit etmektedir. Bu da virüse ve virüsü yaratan sisteme ve devletlere karşı, yaşamdan ve dünyanın kurtarılmasından yana olan herkesin ortak hareket etmesini zorunlu kılmaktadır. “Umut”ta buradadır.  

 Ancak doğal olarak belirtilen zor koşullarda ve imkansızlıklar içinde, virüse karşı mücadele etmekle karşı karşıya kalan devrimci demokratik odakların sihirli araçlarının olmadığı da hesaba katılmak zorundadır.     

Bu durumda, daha fazla zaman kaybetmeden, dünyanın bütün devrimci-demokratik güç odakları, virüse karşı, anlaşılır, somut ve işlevsel bir alternatif proğram oluşturmanın çarelerini arayabilirler. Bunun için virüsün taşıdığı özelliklerden doğan avantajlarla, halkların sahip olduğu veya geliştirilebileceği imkanlarla başlamak, süreci hızlandıracak, işleri kolaylaştıracaktır. Bütün dünya halklarının/ezilenlerinin içinde yer almasının amaçlandığı kapsamlı bir alternatif proğram, hem bugün için, hem de henüz açık seçik görülemeyen virüs sonrası için önemlidir, gerekli ve faydalı olacaktır.

Söz konusu başlangıcın amentüsü olarak, “mademki bu virüsü bu haramiler yarattı, o zaman bunların virüse karşı mücadeleyi sağlıklı götüremeyeceklerinin” altı çizilerek işe başlanmalıdır. Bu kapsamda, “suçüstü” yakalanmış olan bu haramilerin düzeninin   ne kadar toplum düşmanı ve ne kadar canavar ruhlu olduğu, her imkanla ve her fırsatta, en yüksek sesle anlatılmalıdır. Diğer yanda, halkların ve kurumlarının, hem yaşamsal ekonomik olanakların üretiminde, dağıtımı ve paylaşımında, hem de yönetme araç ve imkanları üzerinde inisiyatif sahibi olması talep edilmeli ve sağlanmalıdır. Dünyanın bütün varlıklarının emekçilerin ve halkların denetimine geçmesini talep etmek, bir lütuf dilenmek değil, gasp edilmiş bir hakkı talep etmektir. Böylece mevcut koşullarda, toplumun, açığa çıkmaya başlayan sistem karşıtlığı, derinleştirilmeli ve büyütülmelidir.

İkinci olarak, felaket ortamlarında daha belirgin olarak ortaya çıkan, halkların dayanışma duyguları büyütülmeli, bu yolla dayanışmaya işlevsel hale getirilmelidir. Ancak, tamamen politik uygulamaların sonucu olan, virüsün doğuşu ve ortaya çıkan salgının önlenememiş olması, insani bir duygu olarak, “dayanışmaya duygusuna” indirgeyerek politik içeriğinde soyutlanmamalıdır. Virüsün yarattığı salgın politik bir süreçtir, buna karşı mücadele de asıl olarak politik olmak zorundadır. Alternatif proğram bu perspektifle oluşturulmak durumundadır.

Coronu ‘ya karşı mücadelenin kendisi örgütlenme model ve araçları konusundan da yeniden düşünmeyi dayatmaktadır/dayatacaktır. Dün, çok kolay yapmayı düşünmeyeceğimiz “sosyal medya araçlarıyla toplantı yapmak” ve diğer birçok faaliyet, bugün sosyal medya araçlarıyla yapılabilmektedir. Bu demektir ki yeni bir çalışma tarzına ve yeni çalışma araçlarına alışmak gerekiyor. Tabii bu arada, haramilerin bu araçlar üzerinde oynayabilecekleri de hesaba katılmalıdır. 

Sonuçta, dünya halklarının/ezilenlerinin, mevcut örgütlülüklerinin, proğram ve perspektiflerinin farklılığına rağmen bir araya gelmeleri, gerekli ve mümkündür. Bunun farklı zamanlarda ve farklı biçimlerde denenmiş örnekleri de vardır. Bugün de böyle bir birliğe yönelmek, hiçbir şey kaybetmeyecektir ve belki de birliğin yaratılması, sandığımız kadar zor olmayacaktır. Herkesin kendi sandalyesinde, ama aynı masada oturabilmesinin mümkün olduğuna ve bunun gerçekleşebileceğine inanmak sürecin ilk adımı olabilir. Ne sandalyeler ihtiyaçtan azdır, ne de masa ihtiyaçtan küçüktür.

En nihayetinde Coronu ’ya karşı mücadele, sisteme karşı mücadelenin ta kendisi olarak ele alınmalıdır. Bu amaçla herkes kendi örgütlülükleriyle ve kendi proğramıyla, virüse ve bunu yaratan sisteme saldırabilir. İnsanlığın kurtuluşu için, uğruna can verilen toplumsal değişim, bu koşullarda güncel olmayacak da ne zaman güncel olacak?

Hemen akla geldiği düşünülerek, herkes “can derdindeyken”, “bir can pazarı yaşanırken” ve kurtuluşun “bireyin izolasyonuyla” mümkün olduğu böylesi koşullarda ve bu kadar olanaksızlıklar içinde, böylesine iddialı bir mücadeleye yönelmek mümkün mü? Evet, en azında imkânsız değil. Unutmayalım ki var olan olanaklar, olanaksızlıklar zorlanarak yaratılmıştır. Halkların ve ezilenlerin işi zor, ama ezenlerin/haramilerin de işi hiç kolay değildir.