SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

“Hadi gidelim dostum,

Öcünü almak için haksızlıkların.

Asi yıldızlar parlasın alnımızda.

Yenemezsek ölürüz ne çıkar...”[1]

3 Kasım 1966’da Adolfo Mena González adlı orta yaşlı Uruguaylı bir işadamı Bolivya’nın başkenti La Paz’da bir otel odası kiralamıştı. Şakakları kırlaşmış, saçları önden dökülmüş bu işadamı Küba devrimi sonrasında bakanlık yaptıktan sonra devrimi yaymak için kılık değiştirerek Bolivya’ya gelen Che’den başkası değildi. Arjantin doğumlu devrimci, Meksika’da Fidel Castro ve arkadaşlarıyla tanışarak onlara katılmış, Granma adlı tekneyle Küba’ya çıkartma yapan genç devrimciler, ilk çatışmada yoldaşlarının çoğunu kaybetseler de inatçı bir mücadeleyle köylüleri kazanmış, Küba Komünist Partisi’nin kentlerdeki örgütlenmesinin desteğini de alıp, ABD destekli diktatör Batista’yı devirerek, Latin Amerika’nın ilk sosyalist devrimine öncülük etmişti.

Devrimin üç önemli liderinden biri olan Che, devrim sonrasında da önemli görevler üstlenmiş, ancak bir süre sonra devrimi yaymak için önce Orta Afrika ülkesi Kongo’ya, daha sonra da kılık değiştirerek Bolivya’ya gitmişti. Ne var ki, La Paz’da bir otel odasında ağır makyajla orta yaşlı bir işadamına dönüşen görüntüsünün fotoğrafını aynadan çeken Che’nin 11 ay sonra başka bir görüntüsü tüm dünyaya servis edilecekti. Bu fotoğrafta Ernesto Che Guevara’nın üstü çıplak bedeni yara bere içinde bir sedyede yatıyor, gözleri açık, celladına bakıyordu.

Son sözleri şöyle olmuştu; “Haydi çek tetiği ödlek, alt tarafı bir insan öldüreceksin.” Sözlerin muhatabı yaralı yakalanan efsanevi gerilla liderinin infazı için gönüllü olan Bolivyalı genç bir çavuştu. Che’nin cansız bedeni gömülmeden önce üzerindeki kan ve kiri yıkayan şimdi 87 yaşında olan hemşire Susan Osinaga, “Bolivya’da bu fotoğraf yayıldıktan sonra insanlar ‘Tıpkı çarmıha gerilen İsa’ya benziyor’ dedi. Bugün hâlâ köylerdeki ayinlerde insanlar Aziz Ernesto’ya da dua eder, onun mucizeler yaratabileceğini vaaz ederler” diyor.

1997’de ‘Che Guevara: Devrimci Bir Hayat’ adlı biyografiyi yazan Britanyalı Jon Lee Anderson ise, “Bugünden bakıldığında Che’nin Kongo ve Bolivya’daki gerilla savaşları ayakları yere basmayan bir idealizm ya da düpedüz saflık olarak görülebilir oysa 1960’lar, devrimciler için her şeyin mümkün görüldüğü yıllardı,”[2] diyor.

 Che, “Her şeyin mümkün göründüğü bu yıllarda” kıtasal bir devrimi ateşlemek umuduyla 47 yoldaşıyla birlikte dağlara çıkmıştı.[3]

Jean Paul Sartre’ın, “Çağımızın eksiksiz insanı” vurgusuyla, “Che çağımızın en tamamlanmış insanıdır, yalnızca bir teorisyen değil, aynı zamanda bu teorilerini sahada uygulayan bir savaşçıdır,” diye tanımladığı O, insan(lık)ın bürünebileceği en kusursuz hâldi…

Sonsuz, sınırsız bir yüreklilikle yaşayan Che, iktidarın değil, halkın komutanıydı; devrimciydi, tüm ezilenlerin hekimiydi…

Haksızlığa boyun eğmemenin ve bir fikri yayabilmenin sürekli hareket hâlinde olmakla gerçekleştirilebileceğini kanıtlayan Marksist-Leninist bir kuramcı, kahraman bir gerillaydı…

Soluk soluğa yaşadı, yaşattı ütopyasıyla inançtı, dirençti Ernesto...

Fevkâlâde cesur, gözü kara birisiydi; idealin, mücadele azminin, vicdanın sesiydi...

Sevda ve kavga insanı; devrimin ruhu ve yeni insan, yani çocuk yürekli yenilmez gerilla idi…

“Devrim” sözcüğüyle eş anlamlı Che, halkların devrimci efsanesidir!

“İnsanlık”ın en güzel çocuğudur!

1964’de BM’deki konuşmasını, “Ya özgür bir vatan ya ölüm!” haykırışıyla sonlandıran O; katledilmesinin üzerinden onca yıl geçmiş olmasına karşın (emperyalist, kapitalist) katillerin uykularını hâlâ kaçırmaya devam ederken; bir türlü yok edilemiyor; ezilenlerin mücadelesiyle yeniden canlanıyor…

“Neden” mi?

“Che Guevara, tabir caizse, doğumundan evvel de vardı. Che Guevara, söylemesi caizse, ölümünden sonra da var olmaya devam etti. Çünkü Che Guevara insan ruhunda onurlu ve adil olan ne varsa onun adından başkası değildir,” yanıtındaki üzere José Saramago’nun…

SAVAŞ VE ZAFER HAYKIRIŞI

“Hayır, kendimin değil devrimin ölümsüzlüğünü düşünüyorum,” diye haykıran O, olmak istediğini seçmiş ve cüretle yaşamış “yeni sosyalist insan”dı...

Kolay mı?

“Herkes düşlerinin büyüklüğü kadar özgürdür”…

“Belki hiçbir şey yolunda gitmedi ama hiçbir şey de beni yolumdan etmedi”…

“Savaşan kaybedebilir, savaşmayan çoktan kaybetmiştir”…

“Hayat korkakları affetmez. Kaybettiğin tek savaş, uğrunda savaşmaktan vazgeçtiğindir. Kaybetmekten korkma; bir şeyi kazanman için bazı şeyleri kaybetmelisin. Ve unutma; kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin”…

“Peşinden gidecek cesaretin varsa, bütün hayaller gerçek olabilir”…

“Bir şeyi yapmak için onu çok sevmelisiniz. Bir şeyi sevmek için ona delice inanmalısınız”…

“En önemlisi, dünyanın neresinde olursa olsun her haksızlığı kendinize karşı yapılmış gibi hissetme kabiliyetinizi koruyabilmenizdir. Bu bir devrimcinin en önemli özelliğidir”…

“Hayat, ne aşk davasıdır, ne de ekmek kavgasıdır. Hayat, insan kalabilme mücadelesidir. Şerefinle, namusunla, onurunla”…

“Eğer her haksızlık karşısında titriyorsanız, benim yoldaşımsınız”…

“Aç insanların karnını doyurduğum zaman bana kahraman diyorlar. Bunların neden aç olduğunu sorduğum zaman ise; bana komünist diyorlar”…

“Bir yalan, hangi amaç için söylenmiş olursa olsun, her zaman, en kötü gerçekten daha kötüdür”…[4]

“Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa, ayaklarımın üzerinde ölmeyi tercih ederim”…

Ne kadar farklı olursa olsun; sana ait olmayana tenezzül etme ve ne kadar basit olursa olsun senin olandan asla vazgeçme”…

“Hayatta öyle seçimler yap ki kazandığın şeyler, kaybettiklerine değsin”…

“Bana güç veren zaferlerim değil, yaşamımdaki yenilgilerdir”…

“Düşmanın yoksa hayatta hiç başarılı olamadın demektir”…

“En kabul edilemez yönün ne biliyor musun? Hükmetmeye, hesap sormaya gücün var ama bunu kullanmıyorsun”…

“Şiddet, sömürücülerin ayrıcalığı değildir, sömürülenler de onu uygulayabilirler ve dahası uygun anda kullanmalıdırlar”…

“Zor olan başarılır, imkânsız olan zaman alır”…

“Ben Ernesto’ydum sadece Ernesto, sizde sadece bir şey olarak var olursunuz. Che olmayı kendim istedim, sizde inanırsanız olursunuz, inanırsanız”…

“Bir çiçeği öldürebilirsiniz ama baharı öldüremezsiniz”…

“Dik dur ve gülümse. Bırak neden gülümsediğini merak etsinler”…

“Nerede ezilen bir halk varsa oralıyım”…

“Dünyanın neresinde olursa olsun, haksız yere birisinin suratına atılan tokadı kendi suratında hissetmeyen kişinin insanlığından şüphe ederim”…

“Ezilen halkı anlamak için komünist, sosyalist, solcu, sağcı, ateist ya da dindar olmak gerekmiyor... İnsan ol yeter!”

“İnsanlık aşkı, doğruluk ve adalet aşkı. Bunları taşımıyorsa benliğinde, gerçek bir devrimci değildir o”…

“Biliyorum, bu sözlerimi birileri yanlış yerlere çekecek hatta gülecekler lakin bu bir gerçektir; devrimci olabilmek için sevmesini bilmelisin!”

“Bir devrimciyi yöneten, kalbindeki eşsiz aşk duygularıdır”…

“Bir insanın yaşayıp yaşamadığını atan nabzından değil, onurlu duruşundan anlarsınız”...

“Eğer bir gün beni basım eğik görürsen, bil ki başım yere düşmüş birini kaldırmak için eğilmiştir”...

“Komünist ahlâk anlayışı olmadan ekonomik bir sosyalizm beni ilgilendirmiyor”...

“Ben kurtarıcı değilim, kurtarıcı diye bir şey yoktur, insanlar kendilerini kurtarır”...

 “Hayatta daima gerçekleri savun! Takdir eden olmasa bile, vicdanına hesap vermekten kurtulursun”…

“Tek amacım, gittikçe soğuyan bu dünyada üşüyen halkların ısınabileceği, paylaşılan ateşler yakmaktı”…

“Yepyeni bir dünya kuracağız... Ve dört bir yana yazacağız; gerçekçi ol, imkânsızı işte”…

“Her şey çocuklara daha mutlu bir dünya bırakabilmek içindi”…

“Devrim, olgunlaştığında düşen bir elma değildir. Onu siz düşürmek zorundasınız”…

“Devrimcinin görevi devrim yapmaktır”…

“Devrimden başka bir hayat yoktur”…

“Devrimci olduğunu söyleyip devrimci gibi davranmayanlar soytarıdan başka bir şey değildir”...

“İstenilen yaşam mucizelerle değil, devrimlerle gerçekleşir”…

“Fikirler ve gelecek dimdik ayakta. Şüphesiz: Tam özgürlüğümüzün iskeleti kuruldu, tek eksik kanlı canlı bir vücut ve giysiler, onu da yaratacağız”...

“Kalkın Kadınlar! Ve unutmayın ki bizim size ihtiyacımız var. Çünkü biz inanıyoruz ki, Dünyanın yarısı siz iseniz, devrim kavgasının yarısı da siz olmalısınız”...

“İki şeye hakkım var: Özgürlük ve ölüm. Birine sahip olamazsam ötekini isterim, çünkü kimse beni canlı tutsak edemez”…

“Yağmur komünisttir, çünkü herkese eşit yağar. Rüzgâr ise kapitalisttir, zayıf olanı yıkar”…

“Kapitalist sistemde insanlar görünmez bir kafesin içinde yaşarlar”…

“Siz bana din ile refaha ulaşmış bir toplum gösterin. Ben de size devrim ile geri kalmış toplum göstereyim”...

“Gerçek bir sosyalist dünyanın herhangi bir köşesinde bir insan katledildiği zaman acı, bir özgürlük bayrağı yükseltildiği zaman kıvanç duyan insandır”…

“Çocuklarıma ve karıma maddi hiçbir şey bırakmadığımı ve bundan üzüntü duymadığımı, aksine sevindiğimi, onlar için hiçbir şey istemediğimi çünkü sosyalist devletin onlara yaşama ve eğitim görmeleri için gereken her şeyi vereceğini biliyorum”…

“Eğer dünyada ölümün kendi paylarına düşen kısmıyla ve müthiş trajedileriyle, her günkü kahramanlıklarıyla, emperyalizme bitmez tükenmez darbeler indirerek, dünya halklarının artan nefretiyle emperyalizmin güçlerini parçalamak için iki, üç daha fazla Vietnam gün ışığına çıksaydı, geleceğe daha güvenli bakabilirdik!”

“Dayanışma ezilenlerin inceliğidir”...

“Dünya ülkelerinin bağımsızlığı için hayatımı vermeye hazırım”...

“Sosyalist gelişim insan içindir. Belli bir yüksek düşünce için değildir. Amaç yalnızca insan mutluluğunu garantilemektir”…

“Bizim için sosyalizmin, insanın insan tarafından sömürülmesine son verilmesinden başka tanımı yoktur”...

Deyip, dediği gibi de yaşayan savaş ve zafer haykırışıydı O…

ASLÎ ÖZELLİĞİ

Aralık 1964’te BM toplantısına gittiği New York’ta, bir gazetecinin “Sizce bir devrimcinin en önemli silahı nedir?” sorusunu, “Sevgi” diye yanıtlayan Che klasik anlamda “politikacı” ol(a)mamış bir ihtilalciydi; çocuk hekimiydi; futbolcuydu; şair[5] ve müzisyendi; silah elde gerillaların en önde yürüyeniydi; Fulgencio Batista’yı alaşağı edenlerdendi; Küba Devrimi’nin ekonomi bakanıydı; Simón Bolívar’ın, José Martí’nin, José Carlos Mariategui’nin, Pablo Neruda’nın sıkı bir hayranıydı; müthiş bir enternasyonalist Marksist-Leninist’ti…

Ama en önemlisi ne yaşamında ne de katledilmesi ardından hiçbir kapitalist hamle karşısında yenik düşmemiş; değerinden hiçbir şey kaybetmemiş bir romantik devrimci, mert bir insan, “Gençken sosyalist olunmalı iyidir, sonra da realist olunmalı,” diyenleri tekzip eden hakikâtti…

O mücadelesiyle devrimciliğin, insanın hayatında bir dönem oynanması gereken “oyun” olmadığını; aksine bir yaşam biçimi ve ahlâk olduğunu kanıtlayan örnekti.

Bir deyişle, Che, bireyde başlayan devrimciliğin, toplumsallaşmasının toplumu derinden etkileyen kanıtıydı.

Evet, “bir pop ikonuna dönüş(türül)mek”(!) istenen Che buydu. Müthiş devrimci bir figürdü. Ve herkesi bu kadar etkiliyorsa, bu da yaptıkları ve yaşadıklarıylaydı.

Che’nin dünyadaki imgesi her şeyden önce eylem hâlinde bir militan anti-emperyalizminden, enternasyonalist perspektifinden, yani küreselleşme talanına/ sefaletine başkaldıranların yenilmez mücadele sancağı olmasından kaynaklanır. Onun güncelliği ve parıltısı da anti-kapitalist isyanından beslenir.

O kapitalist yabancılaşmanın sinik, ahlâkını yitirmiş dünyasında, devrimci ahlâk ile politika arasında uyumun mümkün olduğunu ve politikanın ille de ahlâksız ya da ahlâkın da ille de apolitik olması gerekmediğini ve iki ucun birlikte tutulabileceğinin kanıtıdır.

Onun sahip olduğu saygınlık, iktidara değdikten sonra gücünü tekrar tek ülkede son bulamayacak bir mücadelenin hizmetine sunmak üzere onu terk etmeyi becerebilmiş; belki de yegâne devrimci örneğini olmasından ileri geliyordu.[6]

“O Latin Amerika’da devrimin olacağına, bunun dikenli yollarına ve geleceğine, sosyalizmin yaratacağı yeni insana yürekten inanıyordu…

‘Bir gün’ diye yazmıştı Fidel’e veda mektubunda, ‘bana savaşta ölürsek kime haber verilmesi gerektiğini sordular; ölüm düşüncesi hepimizi etkiledi. Sonraları bir devrimde -eğer gerçek bir devrim söz konusuysa- ya zafere ulaşılacağını ya da ölüneceğini kesinlikle biliyorduk.’ Küba’dan yeni zaferlere ya da ölüme doğru yola çıktı. ‘Başka ülkeler benim küçük çabalarımı bekliyor’, deniyordu mektupta, ‘yeni savaş meydanları…’ Gerçekten de, orada saldırı ve savaşın ortasında insan ya zafere ulaşır ya da ölür. ‘Haydi’ yeni eylemlere’…

Che Guevara masa başı adamı değildi. O devrimleri başlatan kişiydi, insan bunu ona baktığında anlıyordu…

O dağlardaki savaşı özlüyordu. Bununla silahların zaferini izleyen barış dönemindeki kuruluş çalışmalarına uygun olmadığını söylemek istemiyoruz. Tam tersine, Che Guevara bu açıdan da örnek bir devrimci ve üstlendiği tüm önemli görevlerde yorulmak bilmez bir emekçiydi. Küba’da onun -Fidel gibi- hiç uyumadığı söylentisi dolaşıyordu…

Güç bir görev olan Küba’da sosyalizmi kurma işinde -gerektiği gibi- tüm alanlara angaje olmuştu. Küba halkı Kübalı olmamakla birlikte kendini tüm varlığıyla büyük devrime adamış olan parlak Che Guevara örneğinde kendini görüyordu. Onun için düşünmek ve davranmak aynı şeydi; hepsi bunu biliyordu ve onu sevmekle kalmıyorlardı, ona hayrandılar…

‘Özgürlükleri uğruna savaşan halklar için tek yol olarak silahlı mücadeleye inanıyorum ve inançlarımda kararlıyım. Pek çok kişi bana serüvenci diyecektir, gerçekten de öyleyim, ancak ben farklı bir türdenim. Ben inançları uğruna yaşamlarını ortaya koyanlardanım. Belki de bu son mektubumdur, ölümü aramıyorum, ancak olasılıklar yasasına göre o da hesaba katılmalıdır. Haklı çıkacak olursam sizi son bir kez daha kucaklamak isterim. Sizleri çok sevdim, ne yazık ki duyarlılığımı dile getirmeyi başaramadım. Davranışlarım çok kaba olabiliyor ve sanırım zaman zaman anlaşılamadım. Ama öte yandan da beni anlamak kolay değildi, ancak bugün bana inanın, lütfen. Bugün bir sanatçı coşkusuyla bilediğim iradem bir çift bitkin bacakla bir çift tükenmiş ciğeri harekete geçiriyor. Bunu başaracağım… Ara sıra XX. yüzyılın bu küçük condottierosunu anımsayın’ diyordu.

Che Guevara’nın ailesine gönderdiği bu satırlar onun ortadan kayboluşundan kısa bir süre sonra Buenos Aires’e vardığında annesi Celia oğlunu görmeden ölmüştü bile. Tüm dünyayı duygulandıran bu son kucaklama, bu veda ona ulaşamadı. ‘Devrimci olarak zorla uğraşımızda ölüm ender bir olay değildir’ diye yazmıştı bir keresinde…

Bu kahramanın yaşam ve ölümünü, böylesine sürükleyici ve gizemli bir yaşam ve ölümü, sayısız efsane kuşatmıştır. Bunlardan birkaçı akbabalar gibi ölü Che’nin anısına saldıran kimi alçakların taşkın karalama eğilimlerinin ürünüdür; büyük çoğunlukta olan diğerlerini ise halkın şehit düşenin ölümsüzlüğünü Latin Amerika’nın sayısız, görünmez mihraplarında kutlayan büyük düş gücü yaratmıştır.

O kendine devrimin ilk ateş hattında bir yer seçti ve bu yeri kendine kararsızlığa düşme fırsatı ve geri dönme hakkı tanımaksızın sonuna dek seçti. Bu, bir yenisinde başı çekmek için daha önce bir avuç çılgınla birlikte gerçekleştirilmiş olduğu bir devrimi terk eden bir adamın akıl almaz olgusudur. O zafer için değil, mücadele için, hiç sonu gelmeyen bir savaş için yaşıyordu. O ardında yaktığı köprülerin görkemli ateşini izlemek için geri dönüp bakma sevincini bile kendinden esirgiyordu: Che’nin boşa harcanacak zamanı yoktu.”[7]

Dedik ya eksiksiz bir insan(lık)dı O…

Küba’ya ayak bastığında bir sandık ilaçla, bir tüfek arasındakini seçimini tüfekten yana yapıp; silaha sarılarak, bir sandık ilaçla kurtarabileceğinden daha fazla insanı kurtarandı…

Devrimcilerin bürokrata dönüştüğü bir tabloda, devrimin zaferinden sonra devrimci kalmanın imkânının hâlâ var olduğunu kanıtlayan bir örnekti…

“Bir kez daha, kadidi çıkmış Rozinante’min kaburgalarının bacaklarıma dokunuşunu hissediyorum. Gene kalkanımı omuzlayıp yolculuğa koyuluyorum...” vurgusuyla Bolivya dağlarında bir CIA operasyonu ile katledildiği 9 Ekim 1967’ye kadar sürecek son “yolculuğu”na çıkmadan, 1965 ortalarında ailesine yazdığı veda mektubunda kendini Cervantes’in kahramanı Don Quixote’a benzetmesinin bir nedeni, kıta ölçeğinde bir devrim tasarımına beslediği, kendisini alaya alacak ölçüdeki güveniyse, öbür neden Latin Amerika kıtasında bir devrimin imkânsızlığına inançlarından ötürü, Latin Amerika ölçeğinde bir devrim tasarımını “yeldeğirmenleriyle savaş”tan farksız bulmuş “resmî” görüşlere ironik bir eleştiriydi.

“İki, üç... Daha fazla Vietnam yaratın!”- sloganıyla dile getirilen projenin “stratejik hedefi”, “en sağlam kalesi ABD tarafından uygulanan baskıyı silahlı mücadeleyle ortadan kaldırarak emperyalizmin topyekûn çökertilmesi”ydi. Bu güzergâhta Che, “kapitalizmin son aşaması olan emperyalizm”in “bir dünya sistemi olduğundan ötürü dünya ölçeğindeki bir kapışma ile yenilmesi gerektiği” noktasından hareket etmekteydi.

Che, aşamalı değil, kesintisiz bir devrim süreci öngörüyordu. Geleneksel komünist partilerin (KP) “demokratik” ve “anti-emperyalist” ittifaklar dolayımıyla, “milli burjuvaziler”in desteğini alarak önce demokratik bir devrim gerçekleştirme, daha sonra sosyalizme yönelme stratejilerine karşın, Küba Devrimi’nin de verdiği dersle ulusal kurtuluştan sosyalist devrime doğru kesintisiz bir devrim öngören stratejisiyle de yerleşik sosyalist politika pratiklerinden ayrılan bir çizgi kurar.

Che’nin hattında dikkati çeken bir diğer nokta “silahlı mücadele”nin gereğine yapılan ısrarlı vurgudur. Bu vurguda önemli olan yalnızca, iktidarın ele geçirilmesi bakımından burjuva devletlerinin yıkılması için başka hiçbir “makul yol”un kalmamış olması değildir. Che için silahlı mücadelenin gereği şurada yatar:

“Giderek, küçük silahlı çeteleri bastırmak için yeterli olan modası geçmiş silahların yerini modern silahlar ve ABD askerî yardımının yerini gerçek silahlı muharipler alır, ulusal kukla orduları gerillaların usandırıcı saldırıları altında dağılma emareleri gösteren hükümetlerin göreli istikrarı bozulmaya yüz tuttuğu anda gitgide artan sayılarda düzenli birlikler yollamak zorunda kalırlar.”

Böylelikle, “doğal çevresinden dışarı sürüklenmiş olan düşman”... “bozulan morali ile üst üste yenilgilere uğratılarak”, zafere giden yol açılmış olur. Burada, silahlı mücadelenin asıl amacı, yerel iktidarı fethetmekle yetinmek değil ABD’yi gerillalarla savaşa zorlamak ve “yerel işbirlikçileri”nin gerisinde duran emperyalizmi çökertmek ve böylece tüm halklar için bir kurtuluş yolu açmaktır.[8]

“CHE” DEYİNCE

ABD’deki Kübalı karşı-devrimci sürgünlerden, “La Cabaña Kasabı” diye söz ettiği için Nelson Mandela, O’nu “Özgürlüğü seven her insan için ilham kaynağı,” olarak nitelemişti.

O, “Bazı insanlar onurunu taşımaktan acizdir, bazıları da zar zor taşıyabilir. Bazılarıysa tüm insanlığın onurunu taşır,” saptamasının hakkını tam olarak verebilenlerdendi.

Katlinden 30 yıl sonra Che’nin mezarını tesadüfen bulan rehber Gonzalo Gúzman’ın, “Che’yi öldürseniz de onu asla alt edemezsiniz, o hâlâ bizim kahramanımız”;[9] oğlu Camilo Guevara March’ın, “Her bahsedildiğinde o geri dönüyor.”[10] “Che adaletsizliklere karşı duyarlılıktır,”[11] biçiminde tanımladığı Onun hakkında; eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın “Che denen eşkıya benim gencimin yakasında, göğsünde olamaz!” sözlerini ka’le almak mümkün değildir.

Çünkü kendi cenahından Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’ın bile, “İsmail Kahraman, Che’nin çeyreği kadar yiğit olsaydı”[12] notunu düştüğü şahsın kim olduğunu bilmeyen var mı?

İsmail Kahraman’ı bilirsiniz! Meclis Başkanı. Eski ve namlı İslâmcılardan… Milli Türk Talebe Derneği başkanlığından, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden… Soğuk Savaş’ın ABD desteğiyle kurulmuş antikomünist derneklerinden yetişmiş biri. Hâliyle zihni de Soğuk Savaş’ın o senelerinde şekillenmiş. Kimliğini dönemin Amerikan çıkarlarını İslâmcılığıyla birleştirmesine borçlu. Amerikan 6. Filosu’nu kıble belleyip namaza duranlar gibi. 16 Şubat 1969’da, Taksim’de Kanlı Pazar’da.

Amerikan emperyalizmini protesto etmek için sokaklara dökülmüş silahsız gençlere polis nezaretinde bıçak ve sopalarla saldıranlar gibi. Öylesine yerli ve milli.

Amerikan firkateynlerinin küçük miçosu. Amerikan çıkarları için kurulmuş derneklerin gediklisi. Hakiki bir devlet İslâmcısı.

Che Guevara’yı görünce kendinden geçmesi bu sebeple. Beyninin önemli bir kısmı hâlâ Soğuk Savaş’ta yaşıyor. O vakit Amerikan mahreçli broşürlerde Che Guevara hakkında okuduklarını bugün papağan gibi tekrarlaması bu sebeple. Şartlı refleks. Latin Amerikalı devrimciyi görünce zannediyor ki efendisi hâlâ tehlikede. O günler geçti geçmesine, ama ne yapsın, bir defa bütün kariyerini ve zihin yapısını o günlerde nemalandıklarına borçlu.

Ne dedi? “Bolivya’da, Küba’da, Güney Amerika’da faaliyette bulunan bir eşkıya benim liseli gencimin yakasında, göğsünde olamaz. Olmamalı.”

O gömlekleri giyenlerin göğüslerinde bir eşkıya resmi taşımak istemedikleri belli. Che Guevara’yı eşkıya olarak görmedikleri de. Şayet göğsünde bir eşkıya resmi taşımak isteyenler olursa kimin en devletlisinden eşkıya olduğu da ortada.

Ne demişti Kanlı Pazar’dan evvel MTTB Başkanı genç İsmail Kahraman: “Komünizme zemin hazırlayanlara yeter ve dur deme zamanı gelip geçmektedir.”

Netice, Taksim Meydanı’nda antiemperyalist öğrencilere saldıran ve iki kişiyi öldürüp yüzlerce kişiyi yaralayan eşkıya güruhu. Onları koruyup kollayan polis ve İçişleri Bakanı.

İsmail Kahraman. Peki, İsmail, kimin kahramanı?

İsmail, Soğuk Savaş zamanı Amerikan emperyalizminin kahramanı. İsmail, bugün kimin kahramanı?

Yerli ve milli maskesi takan devlet İslâmcıları, petro- dolar bekçileri, Amerikan firkateyn miçoları.

Soğuk Savaş zamanı ABD bayrağının gölgesinde serpilen MTTB, Komünizmle Mücadele Derneği, Rabıta yetiştirmeleri bugün “yerli ve milli” edebiyatı yapmakta.[13]

Hadi canım sende!

Benzer salvolardan birisi de, -oğlu Camilo Guevara March’ın yalanladığı- Che’nin çantasından ‘Nutuk’ çıktığı “iddia”sıdır!

Bir başkası da “Che Guevara kendisini sosyalist olarak adlandırıyordu, emperyalizme öfkeliydi, ancak mücadelesinin ve teorisinin merkezine işçi sınıfını koyan bir Marksist değildi. Devrimi, kapitalizmin çelişkilerinin bağrında duran işçi sınıfının, geniş kitlelerin değil, devrimcilerin yapacağına inanıyordu. Ona göre hayatını mücadeleye adamış, disiplinli ve kararlı devrimciler, halk adına iktidarı alıp toplumu değiştirebilirdi,”[14] türünden saçmalıktır…

Küba Devrimi’nce KP’nin, kentlerdeki genel grevin, proletaryanın gerillalar (ve Che) için ne ifade ettiğini bilmiyor musunuz?![15]

YAŞAMI

14 Haziran 1928’de Arjantin’in Rosario kentinde doğdu. Tam adı, Ernesto “Che” Guevara de la Serna idi.

Çocukluğunda astımla birlikte yaşamak zorunda kalan Che Guevara, evde geçirmek zorunda kaldığı uzun zamanlarda okuduğu pek çok kitaptan José Hernandez’in Martin Fierro’sundan derinden etkilenir. Bir gazeteci olan ancak uzun yıllar köyde yaşayarak sosyalist hareketin gelişimi için mücadele eden José Hernandez’in Martin Fierro’su (Demir Martin) elinde gitarı, başında şapkası ile köy köy dolaşarak doğaçlama şiirler söyleyen bir halk kahramanıdır. Che, Sierra Maestra’nın uzun yürüyüşlerinde ve sessiz gecelerinde çocukluğunda ezberlediği bu şiirleri okur. Gençlik yılarından itibaren, tıpkı Martin Fierro gibi, Latin Amerika’yı gezerek halkın acılarına tanıklık eder.[16]

1952’de Buenos Aires Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirip doktor olduktan sonra motosikletle arkadaşı Alberto ile Güney Amerika turuna çıkarlar. Gezi sırasında kıtadaki yoksulluğu gören Guevara, çözüm arayışı sırasında Marksizm-Leninizm ile tanıştı. Arjantin, Bolivya ve Guetemala’da ilk devrimci politik faaliyetlerini yürüttü.

1954’te Kübalı devrimciler Fidel ve Raúl Castro ile Meksika’da tanıştı onların diktatör Batista’ya karşı mücadelesine katılmaya karar verdi.

Lakabı, -kabaca bir çeviriyle- “Hey, Sen” ya da Küba’da çok sık kullanılan “Ahbap, Arkadaş” anlamına gelen Che’ye bu lakabını takan Nico Lopez’di.

1958 yılı, İç Savaş yılları. 24 yaşında Kübalı devrimci öğretmen Aleida March, gönüllü olarak Che’nin savaştığı dağlara gidiyor. Üzerinde teslim etmesi gereken paralar var.

Paralar Aleida’nın tüm gövdesine bantlanmış. Che’nin yanına vardığında bantları sökemeyen Aleida, ondan yardım ister. Yıllar sonra Aleida’ya yazdığı mektupta, bantları sökerken tahriş olmuş tenini görünce neler hissettiğini, nasıl bocaladığını anlatır Che. Kamptan ayrılmayan Aleida, gerillalara hemşirelik yapar.

Bir gün yol kenarında, sırtında çantasıyla oturmuş dinlenirken Che cipiyle gelir durur önünde: “Hadi atla arabaya çarpışmaya gidiyoruz.” Arabaya biner ve giderler. “Biniş o biniş” der Aleida: “Bir daha hiç inmedim o cipten.”

Birlikte savaşır mücadele ederler. 1 Ocak 1959’da diktatör Batista’nın bir uçakla Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtığı gün, Che Guevara da Aleida’ya evlenme teklifi eder. 2 Haziran 1959’da evlenirler.

Che’nin önemli komutanları arasında yer aldığı Küba Devrimi’nin 1959’da başarıya ulaşmasıyla Che Küba’da önce Merkez Bankası Başkanlığı üç yıl sonra da Sanayi Bakanlığı görevlerini üstlendi.

Hikâye şöyleydi: Devrim yapılmış, silahla yürütülen mücadelenin ekonomik atak safhasına geçme gereği doğmuştur. Devlet bakanlıklarına ve ekonomik gidişata ilişkin toplantıda Fidel kürsüden “ekonomiyi düzeltmeliyiz, kaynakları etkin kullanmalıyız” yönünde söylev verirken “Aranızda iyi bir ekonomist var mıdır?” der. Koca salonda bir tek Che’nin eli havadadır. Fidel bunun üzerinde Che’ye “Senin ekonomiden anladığını bilmiyordum,” der. Che de, “Ben senin aranızda iyi bir komünist var mı? dediğini sanmıştım,” tarihi yanıtını verir.[17]

1965’te Küba’dan ayrılarak Kongo’da gerilla savaşı yürüttü.

1966’da Bolivya halkını Amerikancı hükümete karşı ayaklandırmak için 47 yoldaşıyla Bolivya dağlarında mücadele başlattı.

“Ailem İspanya’nın hangi bölgesinden geliyor, gerçekten bilmiyorum. Elbette atalarım çok önce çıktılar oradan. Bir ayakları geride kaldı, ötekisi ileride. Ama ben onlara ait bilgileri saklayamadıysam bu durumun gereksizliğindendir. Yakın akraba olduğumuzu sanmıyorum. Ama dünyadaki herhangi bir adaletsizlik karşısında eğer sen de öfkeyle titriyorsan, yoldaşız demektir ve bu çok daha önemlidir,” diyen Ernesto Che Guevara 9 Ekim 1967’de CIA, ABD Özel Kuvvetleri ve Bolivya Ordusu’nun ortak operasyonuyla canlı yakalandıktan sonra infaz edildi!

ÖLÜM(SÜZLÜĞ)Ü

İskoç özgürlük savaşçısı William Wallace’ın, “Evet, savaşırsanız ölebilirsiniz. Kaçarsanız biraz daha yaşayabilirsiniz. Ama bundan yıllar sonra yatağınızda ölümü beklerken, o yaşadığınız günleri bu günle değiştirmeyi hayal edeceksiniz. Bu fırsatı düşleyeceksiniz ve bu günlere dönüp şunu söylemek isteyeceksiniz. Hayatlarımızı alabilirler! Ama özgürlüğümüzü asla elimizden alamazlar!” vurgusuyla, “Herkes ölür, ama herkes gerçekten yaşamaz,” diye eklediği örnekteki üzere yaşayan Komutan(ımız)ın ölüm(süzlüğ)ü ya da “Che’nin öldürülmesi bir teslimiyetin değil, mücadelenin de miladı bir bakıma. Bolivya dağlarında süren amansız bir mücadelenin sonunda, ailesinden, sevdiklerinden uzakta bir yaşamı özgürlük uğruna feda eden bir devrimcinin ölümle biten macerası bize çok şey anlatır.”[18]

Örneğin esir tutulduğu yere Bolivya askerlerinden biri girer, belli bir süre ona baktıktan sonra Che’ye, “Tanrı’ya inanır mısın?” diye sorar. Ernesto’nun ona yanıtı, “Ben insanlığa inanırım”dır...

İnsanlığa, isyanına sonuna kadar inanıp, bilinçle bağlı kalan O, son nefesinde “Fidel’e söyleyin, bu başarısızlık devrimin sonu demek değil ve devrim başka bir yerlerde zaferine ulaşacak,” demişti…

Ve de yakalandığında, katledilmeden önce yanına gelip, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diyen CIA ajanının yüzüne de tükürmüştü…

Kolay mı? “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin... Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa, ve silahlarımız elden ele geçecekse, ve başkaları mitralyoz sesleriyle, savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaklarsa ölüm hoş geldi, safa geldi,” diyendi…

Ve ABD emperyalizmine kuşun sıkan elleri kesilip, parçalanan Guevara için John Berger’in, “Ölümünden sonra cesedine yaptıklarına bakarak, eline düştüğü insanların kafa yapısı hakkında bir fikir edinebiliriz,” ifadesiyle betimlenen, emperyalist, kapitalist vahşetin Patrice Lumumba ya da Nazi zindanlarındaki Julius Fuçik’i anımsatan bir başka örneğidir!

Bu konuda Julius Fuçik’in dedikleri hâlâ güncel ve Komutan(ımız) Che’yi de anlatmaktadır; dikkatle okuyun…

“Ölümden daha güçlüdür yaşam”…[19]

“Ölüm sandığınızdan daha kolaydır ve kahramanlığın başında defne yapraklarından bir taç yoktur”…[20]

“Zaman gelecek, bugünlere ‘mazi’ denecek. Büyük bir dönemden, tarihi yaratan bir takım adsız kahramandan söz edilecek. Adsız kahraman diye bir şey olmadığını herkes bilse ne iyi olurdu”…[21]

“Tarihin bu dönemini yaşamış olan sizlerden tek bir isteğim var: Bu mücadeleye katılmış olanları asla unutmayın. Yalnızca iyileri değil, kötüleri de anımsayın. Hem sizin yarınlarınız, hem de kendi yarınları uğruna hayatlarından olanlarla ilgili ne varsa öğrenin. Bugün önünde sonunda dün olacak; tarih yazan adsız kahramanlarıyla büyük bir çağ olarak anılacak. Ama hepsinin de adları, yüzleri, umutları ve özlemleri vardı, o yüzden büyük acılar çektikleri için unutulmayacak olanlar kadar daha az acı çekenler de önemsenmeli. Biricik dileğim, kendinizi onların hepsine yakın hissetmeniz; onları tanıyormuşsunuz gibi, kendi ailenizdenmişler gibi, hatta kendinizmişler gibi...”[22]

“İnsanlar sahici insan olmadıkları sürece insan olmak kahramanlık gerektirecek”…[23]

“İyimserlik, yalanlarla değil, ancak savaşın son bulabileceği biricik yolu görebilen gerçekle beslenebilir ve beslenmelidir. Gerçeğe duyulan temel inanç, insanın içindedir”…[24]

“Yaşamımı boşa harcamadım, sonunu da rezil edecek değilim”…[25]

“Burada sözcüklerini tartmazlar, senin içinde olanı tartarlar. Neden yapıldığına bakarlar”…[26]

“Onların özel sözlüğünde akıllı olmak demek ihanet etmek demektir”…[27]

“Celladın ipi ben bitirmeden boğazımı sıkıyorsa, geride filmin mutlu sonla yazacak milyonlarca insan var”…[28]

“Yolcu, Lakedemonyalılara yasalar gereğince öldüğümüzü söyle”…[29]

Che’nin ölüm(süzlüğ)ünün taşıdığı anlam tam da buydu, böyleydi…

Ve bir şey daha eklenmeli: “Hamburg, Almanya, 1 Nisan 1971, sabah 09.40. Derin gök mavisi gözleriyle güzel ve zarif bir kadın, Bolivya konsolosluğuna girer ve hizmet için sabırla beklemeye başlar.

Kabul edilmeyi beklerken ofisi süsleyen tablolara kayıtsızca bakar. Koyu renk, yünlü şık bir takım elbise giyen Bolivya konsolosu Roberto Quintanilla, ofisine girer ve günler öncesinden röportaj talep eden, Avustralyalı olduğunu iddia eden bu kadının güzelliğinden etkilenerek onu selamlar.

Kısacık bir an için yüz yüze gelirler. İntikam, bu çekici kadının yüzünde somutlaşır. Gözlerinin içine dik dik bakar ve konuşmaksızın bir silah çeker, üç el ateş eder. Ne direnme ne karşı koyma ne de mücadele olur. Atış hedefe ulaşır. Kaçarken çantasını, bir peruk, bir Colt Cobra 38 Special marka silah ve ‘Ya zafer ya ölüm - ELN’ yazılı bir kâğıt parçasını ardında bırakır.

Kimdir bu cesur kadın, ‘Toto’ Quintanilla’yı neden öldürür?

Guevarist milisler içinde kendisine, Quechua ve Aymara dilinde, kız-kız arkadaş ya da yerli genç kız (Niña o joven indígena) anlamlarına gelen ‘İmilla’ denilen bir kadın vardır. Gerçek adı: Mónica (Monika) Ertl. Doğuştan Alman. Dünya solu tarafından en nefret edilen kişi Roberto Quintanilla Pereira’yı öldürmek amacı ile kaybın (Che’nin) yaşandığı Bolivya’dan yedi bin millik bir yolculuk yapmıştı.”[30]

Ve  (yoldaşlarıyla) Che’nin kanı yerde kalmamıştı!

“SON” (MU?)

9 Ekim 1967’de Che Guevara’nın kaybı ardından 18 Ekim 1967 tarihli konuşmasında Fidel Castro’nun dedikleri asla unutulmamalıdır:

“Che’ye ilk kez 1955 Temmuz ya da Ağustosunda rastladım. Bir gece içinde, gelecekteki Granma yolcularına katılmaya karar verdiğini yazmıştır, oysa ki o anda yolculuk için ne gemi, ne silah, ne de insan vardı. İşte bu koşullar altında Raúl ile birlikte, Che, Granma listesinde yer alan ilk iki kişiden biri oldu,’ vurgusuyla ekler:

O günden beri on iki yıl geçti. Mücadele dolu ve tarihi bakımdan anlamlı günler bunlar. Bu zaman içinde, ölüm, pek çok mert ve değerli insanı aramızdan aldı. Fakat aynı zamanda, devrim yıllarında, olağanüstü insanlar ortaya çıktı. Bu kişiler devrimciler arasında çelikleşmişti. Bunlarla halk arasında anlatamayacağım derecede güçlü sevgi ve arkadaşlık bağları kuruldu… 

Che, sadeliğiyle, karakteriyle, doğallığıyla, arkadaşça tutumuyla, kişiliğiyle, kendine özgü nitelikleriyle, daha başka özellikleri ve eşi emsali bulunmaz erdemleri öğrenilmeden önce bile, hemen sevgi uyandıran kişilerdendi. 

İlk günlerde, birliğimiz doktoruydu. Daha sonraları arkadaşlık bağları ve onun için beslenen sıcak duygular daha da güçlendi. Emperyalizme karşı nefret ve kinle doluydu. Bunun nedeni yalnızca politik eğitiminin daha o zamanlarda oldukça gelişmiş olması değildi. Ayrıca, kısa bir zaman önce, Guatemala’da kiralık askerlerle devrimi bastıran katil emperyalizmin işgaline tanık olmuştu. 

Che gibi biri için, fazla araştırıp soruşturmaya, kanıt aramaya gerek yoktu. Bu duruma karşı silah elde savaşmaya hazır insanların var olduğunu bilmek ona yetiyordu. Bu insanların içten gelen devrimci ve yurtsever ideallerden esinlendiklerini bilmek onun için yeterliydi. Fazlasıyla yeterliydi… 

Che, eşi bulunmaz bir asker, eşi bulunmaz bir liderdi. Che, askeri görüş açısından, olağanüstü yetenekli, olağanüstü cesaretli, olağanüstü mücadeleci bir insandı. Gerilla olarak, bir tek Achille topuğu vardı, son derece mücadeleci karakterliydi ve tehlikeyi küçümserdi… 

Che’de bir araya gelen tüm erdemlere sahip bir insan bulmak kolay değildir. Bir kişinin, kendiliğinden onunkine benzer bir karakter geliştirmesi kolay değildir. Ona yetişmek zor, onu aşmaksa çok zordur. Ama onun gibi insanların oluşturduğu örneğin, o çapta kişilerin ortaya çıkmasında katkıda bulunacağını söylemek isterim. 

Che’de hayran olduğumuz yalnızca savaşçı kişi, büyük olayları gerçekleştirmeye yeterli insan değildir. Yaptıkları, yapmakta oldukları, bir avuç kişiyle, yankee emperyalizmince gönderilen, yankee danışmanlarının eğittiği, tüm komşu oligarşilerce desteklenen yönetici sınıflara ait orduya karşı savaş açması, bütün bunlar, başlı başına olağanüstü olaylardır. 

Tarihin sayfalarını karıştırdığımızda, bu kadar az adamla bu derece önemli görevlere atılan, bu kadar az adamla bu denli büyük güçlere karşı çarpışan bir başka lider bulamayız. Kendine böylesine güvenin, halka böylesine güvenin, insanın mücadele yeteneğine böylesine güvenin bir eşi tarih sayfalarında aranabilir -ama, asla bulunamaz.

Ve o öldü. 

Düşman böylelikle onun düşüncelerinin, gerilla kavramının, silahlı devrimci savaş görüşünün yenildiğine inanıyor. Şansları rast gitti de fiziksel varlığına son verebildiler yalnızca. Yalnızca, düşmanın savaşta her zaman kazanabileceği geçici bir avantaj elde edebildiler…

Devrimciler bu ağır kayba nasıl dayansınlar? Onun yokluğuna nasıl dayansınlar? Che bu konuda görüşünü açıklayacak olsaydı, ne derdi acaba? O, görüşünü daha önce belirtti, Latin-Amerika Dayanışma Konferansına gönderdiği mesajda, ‘ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin, silahlarımız elden ele geçecekse, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve başkaları savaş ve zafer naralarıyla ve de makineli tüfek sesleriyle cenazelerimize ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi’ diye yazarken bu görüşü açıkca ortaya koydu. 

Onun savaş sloganı bir değil, milyonlarca kulağa ulaşacak. Silahları almak için bir değil, milyonlarca el uzanacak. Yeni liderler doğacak. Kulakları savaş sloganını duyan ve elleri silahlara uzanan halkın safları arasından çıkan önderlere ihtiyaç duyacak; yine, tüm devrimlerdeki gibi, önderler ortaya çıkacak. 

Che gibi olağanüstü deneyimli ve muazzam yetenekli bir öndere hemen ulaşamayacak bu eller. Liderler uzun mücadele süreçleri içinde oluşacak. Bu önderler, savaş sloganını kulağı duyan milyonlar arasından, elleri er geç silahlara uzanacak olan milyonlar arasından çıkacak. 

Onun ölümünün, zorunlu olarak, devrimci mücadele pratiği alanında derhâl yankı uyandıracağını, bu mücadelenin gelişiminin pratiği alanında derhâl etkili olacağını düşünmüyoruz. Che, yeniden silaha sarıldığında, derhâl zafere ulaşmayı beklemiyordu, oligarşi ve emperyalizmin güçleri karşısında hızla zafere koşacağını sanmıyordu. Deneyimli bir lider olarak, beş, on, on beş hatta yirmi yıllık bir savaşa hazırlanmıştı. Beş, on, on beş ya da yirmi yıllık bir savaşa, gerekirse ömrü boyunca savaşmaya hazırdı! Bu bakış açısından, ölümü -daha doğrusu örneği- muazzam bir etki yaratacaktır. Bu örneğin gücü yenilmez olacaktır.” 

Evet “Seamos realistas y hagamos lo imposible!” demişti Che; yani “Gerçekçi olalım ve imkânsız olanı yapalım!”

68’lilerin ağzında “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!”ye dönüştü o slogan.

“İmkânsızı istemek” hep genç olmakla, hep genç kalmakla mümkündü ve sadece gerçekçi olmak yaşlılara, reel-politikerlere mahsustu.

Che’de, yoldaşları da hiç yaşlanmadı, reel-politikerliğe prim vermedi!

Kolay mı?

Onun “sağ kolu” olarak anılan, “Kongo ile Bolivya seferlerinde de ön safta”ki[31] Harry Villegas’ın (Pombo[32]), “Hepimiz o rüyaya inanmıştık”[33] vurgusuyla ve José Martí’nin, “Aynı yalınlıkla ölmek isterim.../ Kırda bir çiçek gibi,/ sakin ve gösterişsiz,” dizeleriyle tamamlıyoruz diyeceklerimizi…

28 Temmuz 1960’da ‘Latin Amerika Gençliği Birinci Kongresi’indeki konuşmasında, “… ‘Ilımlılık’ da sömürgecilik ajanlarının kullanmayı sevdiği kelimelerden biridir. Korkanlar ya da herhangi bir biçimde ihanet etmeyi düşünenler hep ılımlıdır. Halk ise, kesinlikle, hiçbir zaman ılımlı değildir,”[34] haykırışında cisimlenen hakikâtiyle Comandante Ernesto Che Guevara’yı unutmak, ihanettir.

Ondan öğrenmemek kapitalist esareti kabullenmektir.

O hâlde “Hasta Siempre, Comandante...”

13 Eylül 2020 11:05:34, Çeşme Köyü.

N O T L A R

[*] Kaldıraç, No:231, Ekim 2020…

[1] Che Guevara.

[2] Jon Lee Anderson, Che Guevara: Devrimci Bir Hayat, çev: Yavuz Alagon, İthaki Yay., 2007.

[3] Meriç Şenyüz, “Sonsuza Kadar Commandante”, Cumhuriyet, 9 Ekim 2017, s.12.

[4] Ernesto Che Guevara, Gerilla Savaşı, çev: Süleyman Doğru, Everest Yay., 2008.

[5] Che’nin bir sanatçı ve şair olarak da portresini sunan Randall, dağlarda savaşan devrimcinin karısına yazdığı mektuplardan, şiirlerden alıntılar yaparak onun ince ruhluluğuna da göndermelerde bulunup, yol gösterici, ilerici bir yönü olduğunu, milyonlarca insana ilham verdiği gerçeğine dikkat çeker. (Margaret Randall, Aklımdaki Che, çev: Kıvanç Koçak, İletişim Yay., 2016.)

[6] Ordusuna katılmak isteyen iki genç ile arasında şöyle bir diyalog geçer:

Che: Yaşınız kaç?

Büyük olan: Ben 20, kardeşim 16 yasında.

Che: Çok toysunuz, okuma-yazma biliyor musunuz?

Büyük olan: Hayır.

Che: Okuma-yazma bilmeyenlerle devrim yapamam, devrim öğreticidir. Üzgünüm kabul edemem.

Büyük olan: Lütfen öğrenebiliriz, alın bizi ailemiz katledildi.

Yarım dakika düşündükten sonra Che: Peki silah tutmadan önce okuma-yazma öğreneceksiniz ki neyle savaştığınızı öğrenin.

[7] Eduardo Galeano, “O Zafer İçin Değil, Mücadele İçin Yaşıyordu”, Birgün, 10 Ekim 2012, s.7.

[8] Ertuğrul Kürkçü, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim Yay., 1988… http://www.bianet.org/2005/10/07/68249.htm

[9] Meriç Şenyüz, “Sonsuza Kadar Commandante”, Cumhuriyet, 9 Ekim 2017, s.12.

[10] Bedri Baykam, “Che’nin Oğlu Babasını Anlattı: Her Bahsedildiğinde O Geri Dönüyor”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2018, s.7.

[11] M. Ali Çelebi, “Che Adaletsizliklere Karşı Duyarlılıktır”, Demokrasi, 1 Kasım 2016, s.5.

[12] Ahmet Hakan, “İsmail Kahraman, Che’nin Çeyreği Kadar Yiğit Olsaydı”, Hürriyet, 31 Ağustos 2016, s.4.

[13] Özgür Mumcu, “Ahmak Değiliz”, Cumhuriyet, 31 Ağustos 2016, s.3.

[14] http://www.Marksist.org/…030-Che-Guevarayı-anıyoruz

[15] Küba Devrimi için 9 Nisan 1958 günü önemli bir gün. Batista rejimine karşı mücadele eden 26 Temmuz Hareketi üyeleri Sierra Maestra Dağları’nda verdikleri kavgayla bilinir. Pek bilinmeyen ise bu kavganın büyük kentlerdeki ayaklarıdır.  9 Nisan 1958 günü Fidel Castro öncülüğündeki 26 Temmuz Hareketi liderliği Batista rejiminin soluğunu kesebilmek için bir genel grev örgütler. Eyleme özellikle genç işçiler yoğun bir şekilde katılır.

1958 yılına gelindiğinde Batista rejimine karşı isyan oldukça büyümüş durumdadır. Sierra Maestra’da Fidel Castro komutasındaki İsyancı Ordu zafer ardına zafer kazanmaktadır. Raúl Castro komutasındaki 6. Alay ile Juan Almeida Bozque komutasındaki 3. Alay sayesinde birisi Sierra Cristal, diğeri de Santiago kırsalında olmak üzere iki yeni cephe açılmıştır.

12 Mart günü yayınlanan açıklamayla Fidel Castro halkı ayaklanmaya davet ederken, genel greve de destek çağrısında bulunur. Karar uyarınca 9 Nisan günü başlayan genel grev çok sayıda kentte karşılık bulsa da en büyük eylemler Sagua La Grande’de yaşanır. Grev girişimi Batista diktatörlüğü tarafından kanlı bir şekilde bastırılır, başta gençlik lideri Marcelo Salado olmak üzere çok sayıda can kaybı yaşanır. (Ogün Eratalay, “Küba Devrimi’ne Giden Yolda Önemli Bir Durak: 9 Nisan 1958”, 9 Nisan 2018… https://haber.sol.org.tr/dunya/kuba-devrimine-giden-yolda-onemli-bir-durak-9-nisan-1958-234484 )

[16] Önder İşleyen, “Herkes Düşlerinin Büyüklüğü Kadar Özgürdür”, Birgün Pazar, No:336, 18 Ağustos 2013, s.18.

[17] Jean Cormier, Che Guevara - Ölüm Nereden Nasıl Gelirse Gelsin, çev: Gülseren Devrim, Can Yay., 1997.

[18] Uğur Biryol, “Herkesin Bir Che’si Var…”, Cumhuriyet Kitap, No:1396, 17 Kasım 2016, s.3.

[19] Julius Fuçik, Darağacından Notlar, çev: Celal Üster, Yordam Kitap, 2015, s.96.

[20] yage, s.52.

[21] yage, s.73.

[22] yage, 2015, s.71.

[23] yage, s.124.

[24] yage, s.95.

[25] yage, s.29.

[26] yage, s.57.

[27] yage, s.22.

[28] yage, s.14.

[29] yage, 2015, s.70.

[30] Nina Ramon, “Che’nin İntikamını Alan Kadın: Monika Ertl”, Gündem, 11 Nisan 2013, s.14.

[31] Bedri Baykam, “Bolivya’da İhanet ve Yol Ayrımları”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2018, s.8.

[32] Pombo, ölümün Che ile kendilerini ayırdığı son dönemeci anlatıyor: “Che kendini kurtarabilirdi. Ama belli bir noktada kapana kısıldığını hissetti ve yaralıların kurtulması gerektiğine karar verdi. Onlardan ayrıldı ve zaman kazandırabilmek için orduyla çatıştı, bu esnada da hastalar grubu oradan ayrıldı ve kurtuldu.” (Bedri Baykam, “Hastaları Kurtarmak İçin Kendini Feda Etti”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2018, s.8.)

[33] Bedri Baykam, “Diktatörün Kaçtığı Günler”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2018, s.7.

[34] Che Guevara, Politik Yazılar, çev: Nadiye R. Çobanoğlu, Yar Yay., 1991.