"OHAL koşullarında referandum yapılması, demokratik normlarda adil ve eşit bir seçim sisteminin olmaması, geçmişte bakanların seçim gecesi YSK’ya girmesi, elektriklerin kesilmesi, sahte seçmen yaratılması, dışarıdan müdahaleye açık SEÇSİS isimli bilgisayar sisteminin varlığı, adil bir seçim ortamı olduğunu gösterir mi? Hayır!" denilen DÇH açıklamasının bir bölümüne yer veriyoruz:

İşte o açıklama:

Elbirliğiyle takatsiz bıraktıkları Türkiye’yi kendileri için daha kullanışlı bir aşamaya taşımayı hedefleyen Türkiye egemenleri ve onların işlerini yürüten politikacılar, varlık koşullarını ve geleceklerini bir rejim değişikliğinde görüyor. Egemenler ‘yeni bir yönetim modeli’ istiyor. Artık sınırlı demokrasi koşullarına bile tahammülleri yok. Yine şovenizm, dinselleştirme, otoriter yönetim olmadan işlerini rahat yürütemiyorlar. Dolayısıyla bugün ülkemizde dinselleşmenin ve milliyetçiliğin ana damarı iki partinin otoriterleşme üzerinde birleşmesi bir tesadüf değil. AKP ve MHP eliyle dini ve milliyetçi duyguları kabartarak, ekonomik ve sosyal baskılardan bunalan halkın bir blok halinde isyan etme riskine set çekiyorlar. Türkiye’de emek ve laiklik karşıtı piyasacılığı bütünüyle kalıcılaştırmak isteyen odaklar geçmişte de oldu, bugün ise bu odakların ana mirasçısı iki partinin ittifakıyla ‘bitirici vuruş’ peşindeler.

Dayatılan maddeler böyle bir ekonomi-politik sürecin çıktısıdır. Görülüyor ki mesele “senin partin-benim partim” meselesi değil, tüm çalışan kesimlerin birleşmesi meselesidir.

Buradan hareketle, yüzlerce Hayır’lı gerekçemizden bir kısmı şöyle:

Bu süreçte, ülkenin en az yüzde doksan beşi olarak bizlerin ekonomik ve demokratik haklarını ardı ardına gasp eden ‘katilimize aşık’ olabilir miyiz? Hayır!

Önerilen değişiklilerde; yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanacağı, Meclis’in devre dışı bırakılacağı bir rejim hedefleniyorken, bu sürüklemeye ortak olur muyuz? Hayır!

İktidar “istikrar ve kalkınma” için evet denilmesi gerektiğini anlatıyor ama ülkeyi 15 yıldır yönetenler yüzünden ekonomi dibe vurmuşken, demokrasi yerlerde sürünüyorken, dış ilişkiler ve güvenlik bitik durumdayken, istikrarsızlığın faillerinin herhangi bir vaadine güvenilebilir mii? Hayır!

18 yaşında seçilme hakkı gelecekmiş, oysa milletvekilliği için bir çuval paraya ihtiyaç olduğunu herkes biliyor. Yoksul ailelerden gençler her gün can verirken tuzu kuruların çocuklarını milletvekili yapıp askerlik yükümlülüğünden kurtaracak olanlar, uyguladıkları politikalarla milyonlarca genci işsizliğe mahkum edenler, üniversiteli gençleri yerlerde sürükleyenler gençliğe önem veriyor olabilir mi? Hayır!

2010 yılında CIA maşası Fethullahçılarla beraber olup “Evet” oyu çıkaranlar, IŞİD’çilere “kızgın çocuklar” diyenler, bugün tıpkı darbeci Kenan Evren gibi “teröristler hayır diyor” manipülasyonuna başvuruyor. Hileyle, korkutma ve yıldırmayla hizaya getirilir miyiz? Hayır!

2010 referandumunda 'darbecilerle hesaplaşma’ adı altında Evetten iliğine kadar yararlanan Cemaatin gücünü katlamalarının sonucunda bugün 15 Temmuz darbesini gördük. Yine 'darbe düzenini sonlandırmak için Evet’ propagandası yapanlara, “kandırıldık” diyerek sıyrılmaya çalışanlara inanacak mıyız? Hayır!

OHAL koşullarında referandum yapılması, demokratik normlarda adil ve eşit bir seçim sisteminin olmaması, geçmişte bakanların seçim gecesi YSK’ya girmesi, elektriklerin kesilmesi, sahte seçmen yaratılması, dışarıdan müdahaleye açık SEÇSİS isimli bilgisayar sisteminin varlığı, adil bir seçim ortamı olduğunu gösterir mi? Hayır!

6 milyon oy almış bir siyasi partinin milletvekillerinin, belediye başkanlarının sırf referandum sürecinde etkisizleştirmek için tutuklu yargılanmaları doğru mu? Hayır!

Bilimsel ve laik eğitimi reddeden, eğitim sistemini havale ettikleri tarikatların yurtlarında çocuklarımızın ölümlerine yol açanların aklına ve vicdanına güvenilebilir mi? Hayır!

15 Temmuz darbe girişimini gerekçe göstererek OHAL rejimini kalıcılaştıran, sendikaları, basını, üniversiteleri sindirmeye çalışanlara güvenebilir miyiz? Hayır!

Soma’yı unutabilir miyiz, Reyhanlı, Suruç, Ankara Garı, Kızılay, Beşiktaş, Kayseri saldırılarının görüldüğü davalarda adalet sağlanamamasını görmezden gelebilir miyiz? Hayır!

Yandaşlara kaynak aktararak doğal zenginliklerin yağmalanmasını onaylar mıyız? Hayır!

Sadece son 3 ayda bile alım gücümüzün yüzde 30 düşmesinin bizde ve çocuklarımızda yarattığı tahribatı affeder miyiz? Hayır!

Çerkes soykırımının tescilini ve Çerkes adını dahi anmayan, Abhazya’nın tanınmasına karşı çıkan, Gürcistan’a hibeleri artırarak devam ettiren, Abhaz çocukları 23 Nisan Şenlikleri’ne almayan, Çeçen mültecilere sefaleti reva gören, Çeçen cinayetlerinde dosyaları rafa kaldıran, Abhazya ve Osetya’ya yönelik inkârcı anlaşmalar imzalayan bir anlayışı unutabilir miyiz? Elbette HAYIR!

Tüm halklar gibi Türkiye’de demokrasinin gelişimiyle paralel olan varlık koşulumuz gereği “Hayır” demek bir dik duruşu gerektiriyor. Zira biz hiç itaat etmedik, etmeyiz de..