"Bir ülkede ekonomi ne kadar bozuksa deprem o kadar öldürücü olur. Yoksulluk ne kadar fazlaysa deprem size o kadar yakındır. Depremde zenginler ölmez, fakirler ölür."

Deprem bilimci Jeofizik Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan, bu açıklamasında denmesi gerekenin altını çizmiş; "Depremde fakirler ölür."

Fakirler sadece depremlerde mi ölür?

Hayır, fakirler savaşlarda ölür, kuraklıkta ölür, çevre zehirlenirken ölür, doğa katledilirken ölür, açlıktan, sefaletten ölür.

O fakirler ki, parmağındaki yüzüğünü bile vatanı uğruna feda edebilirken, zenginler servetlerini İsviçre bankalarında güvence altına almıştır.

Zaten depremler zenginlerin lüks evlerini değil, fakirlerin damını yıkar. Çünkü binaları yerle bir eden yer sarsıntısı değil, inşaat sektörünün azami kâr hırsıdır.

Savaşları sömürüden daha çok pay isteyen zenginler çıkarırken, savaş meydanlarında ölüme yollananlar ise fakirlerdir.

Ölüm silahlarını yapıp satarak kârlar hanesini zirveye çıkaranlar zenginler iken, savaşlarda kullanılan mermi parası yoksulun cebinden alınan vergilerdir.

Savaşlar zengini çok daha zenginleştirirken, yoksul giderek fukaralaşır.

Zenginler her koşulda sermayelerini büyütürken, fakirlere çulunu sattırır.

Savaşlar yoksul mahallelerde sürdürülür, zenginler ise korunaklı villalarında keyiflerine keyif katar.

Askerlikten muaf olan zenginler, sistemi koruyup kollama görevini, "kahraman asker" nidalarıyla sahneye sürdükleri yoksul çocuklarının üzerine yıkmıştır.

Ne acı ki, zenginin iktidarının kalıcılaştırılması uğruna oluşturulan şehitlikler, "Bütün evlatlarım bu vatana feda olsun" diyerek gözyaşı döken yoksul ana babaların çocuklarına tahsis edilmiştir.

Fakirler seçimleri kazanmak adına koştururken, zenginler açısından seçimi hangi partinin kazandığının önemi yoktur, çünkü sermaye her seçimin mutlak kazananıdır.

Zengin doğayı katlederek siyanürle altın ararken, havası, suyu, toprağı, doğası çalınan yoksullara ölümlerden ölüm beğendirilir.

Deprem vergileri fakirlerin yıkıntılardan kurtulması projelerine değil, zenginlerin kasalarının büyütülmesine aktarılır.

Çünkü zenginliğin sınırı yoktur.

İşsizlik sigorta fonunda toplanan yüzlerce milyar lira, aç bırakılan işsizlere ayrılmaktan çıkarılıp, işadamlarına fon kaynağı haline getirilmiştir.

Yoksullaşma oranındaki yükseliş, ucuz emek gücü arayan zengini dolar milyarderi yaparken, fukaralara düşen pay, "Allah'ın kullarını sınamasıdır".

Enflasyon fakirleri çorbaya talim ettirirken, zenginlerin kâr oranlarını kat be kat artırmaktadır.

Bir avuç zengin ulusal gelirin beşte dördüne el koyarken, yoksul çoğunluğa Allahlarına şükretmek öğretilmektedir.

Devlet kurumlarının işsizlik, enflasyon ve yoksullaşma oranlarının düşük gösterilmesi için her türlü sahtekarlığı yapması mübah iken, kişi başına ulusal gelir düştükçe düşmektedir.

Ülkemiz depremler bölgesi olduğu halde, imar affı adı altında devlet kasasını doldurarak beş müteahhide aktaranlar, depremlerin yaratacağı bütün olumsuzlukların sorumluluğunu ise, kıt kanaat ev sahibi olabilenlerin üstüne yıkıvermiştir.

Ülkemizde bir depremi öbürü izleyecektir. Nitekim, İzmir depreminin acılarını yaşarken, olası İstanbul depreminin korkuları yaşanmaktadır.

Acı gerçeğimiz şudur ki, bundan sonraki depremlerde de aynı sıkıntılarla karşı karşıya olacağız. Tıpkı yakın dönemdeki Düzce, 17 Ağustos 1999 Gölcük/Marmara ve İzmir depremlerinde olduğu gibi, aynı konuları tartışacağız.

Deprem sorununu bilimsel gelişmeler doğrultusunda çözen Japonya'yı örnek alabilecek kapasiteden yoksun iktidarlara mahkum edilmiş durumdayız.

Depremin bilimsel açıdan değerlendirilmesini reddeden gerici anlayışa göre, "Deprem, kıyametin bir örneğidir, alıştırmasıdır."

Onlara göre, depremler fakirlerin yıkıntıların altında bırakılarak kıyamete alıştırılmasıdır.

Bilim düşmanı gericilik karşısında "Vatan hainliğine devam etmek" zorundayız.

"...Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."