Avrupa’da devlet aklının ifadesi sayılan burjuva medyası, müttefik Türkiye’deki gelişmeleri »istikrar kaygısıyla« izliyor. Daily Telegraph veya FAZ gibi gazeteler »Türkiye’de iç savaş tehlikesi« başlığını atıyor, ama aynı zamanda Erdoğan kliğine »istediği gibi davranma« onayının verilmesini »stratejik hata« olarak eleştiriyorlar.
Emperyalist güçlerin ne denli iki yüzlü olduklarını biliyoruz. Gene aynı davranıyorlar: Hem Türkiye’nin işbirlikçi tekelci burjuvazisine ve onun şu an en saldırgan ve en gerici siyasi temsilcisi olan Erdoğan kliğine destek veriyorlar, hem de Erdoğan kliğinin başarısız olacağından hareketle, her an onlardan vazgeçebileceklerinin sinyalini veriyorlar. Aslına bakılırsa »kaygılarının« ve hoşnutsuzluklarının asıl nedeni, işbirlikçilerine her istediklerini yaptıramamalarıdır. Bu da emperyalizmin öyle sanıldığı gibi mutlak güce sahip olmadığını ve Rojava’da görüldüğü gibi, örgütlü halk hareketinin birleşik eylemiyle emperyalizme sınırlarının gösterilebileceğini kanıtlıyor.
»İç savaş olabilir« türü tehdit senaryolarının Türkiye’deki burjuva medyasında da dile getirilmesi bir tesadüf değil. Gerek bu senaryolar, gerekse de görev yerini almış küçük burjuva liberallerin »her iki taraf« diye başlayan sözüm ona »tarafsız« çağrıları, gerçek durumun üstünü örtmeye hizmet eden demagojik söylemlerdir.
Daha açık söyleyelim: Türkiye’de bir iç savaş falan yok. Olanlar, adıyla sanıyla ve uluslararası hukuk terimiyle emekçi haklarımıza karşı yürütülen bir »kirli savaştır«, uygulamaları ise açık devlet terörüdür. Özsavunma ve misilleme eylemleri bu gerçeği değiştiremez. Tek merkezden örgütlenen ve yönlendirilen ırkçı-faşist güruha, saldırgan lümpen kitlelere de bakıp, aldanmayalım. Söz konusu olan »Kürt-Türk« savaşı veya çatışması, »terörle mücadele« değil, devlet terörünün kontrgerilla ve bindirilmiş kıtalarla desteklenen sivil görünümlü biçimidir, ki neofaşist MHP dahi bu oyunun farkına varmıştır. Hiç kuşku yok: Tuzluçayır’da görüldüğü gibi, kararlı direniş bizi sindirmeye yollanan bu zavallılar güruhunu çil yavrusu gibi dağıtır.
Erdoğan kliği için deniz bitmiş, yolun sonu görünmüştür. Saldırganlığın nedeni budur. Ama ne kirli savaşın, ne HDP’ye yönelik pogromların, ne de asker cenazelerinin istenilen sonucu vermediği ortadadır. Rejim başına gelecekleri bilmekte, bu yüzden saldırganlığı artırmaktadır. Topluma faşizmi gösterip, neoliberal diktatörlüğe rıza istemektedir.
Ama nafile. Artık kirli savaş da, devlet terörü de rejimi kurtaramayacak. Kürdistan Özgürlük Hareketinin ve Türkiye işçi sınıfının devrimci kesimlerinin mücadele deneyimi, emekçi halklarımızda nitel değişikliklere yol açmaktadır. Elde edilen parlamenter başarının parlamento dışı mücadeleyle birleştirilmesi, işçi ve emekçiler arasında meclislerin kurulması, mücadelelerin bütünleştirilmesi, değişimleri geliştirebilir. Ve bu değişimler büyük bir barış ve demokrasi bloğuna kanalize edilebilirse, rejimin kaçınılmaz sonu hızlandırılabilir. İşte bu nedenle bugünün en ivedi görevi bu bloğu örmek ve genişletmektir. »Barakalara barış, saraylara savaş« ancak emekçi halklarımızın ve devrimci demokratik güçlerin birleşik mücadelesiyle kazanılacaktır.