Sevgili okuyucular,

Demokrasi mi, Barış mı? Türkiye de son günlerin en popüler tartışmaları arasındadır. Bu tartışmalar da, demokrasi ile barış arasında, bir ayırım yaparak, barışın, ‘öncelikli’ olduğunu ısrarla iddia eden basın mensubu, köşe yazarları ve ‘akil’ insanların olduğu bilinmektedir.


Bu iddiaların birçok sahibinin aynı zamanda kendilerini,  ortak aklın yerine koyan‘akil insanlar’ arasında bulması ve topluma aklı başında bir şeyleri vereceğinin beklentisi oluşturması kamuoyunca bilinmektedir.


Ülke sathında sağlıklı bir barışın, toplumsal konsensüsün sağlanması için, kurum ve kuralları ile yerleşik bir demokratikleşmeden geçtiğinin olduğunu kavramak durumundayız.


Bir ülkede demokrasi yoksa barış ortamından bahis etmek anlamsızlaşır. Gerçek anlamda bir barış, hukukun üstünlüğü esas alınarak demokrasi uygulanırsa etle kemiğe bürünür. O ülkede barış, sulh ortamı kalıcı olur.


Türkiye’de,  Cumhuriyet tarihi boyunca, demokrasiden yoksun, diktatöryal, bir rejim hüküm sürdüğü için, barış ortamı hiçbir dönem sağlanamadı. 


Tek partili dönem ve arkasından gelen, 1950’lerle birlikte başlayan süreçte, sahte bir demokrasi hüküm sürmekteydi. Dönem-dönem askeri idarelerle yönetilen ülkemiz, faşist diktatörlerin, ‘demokrasiyi’ askıya aldığı yoğun bir süreç yaşamıştır.


Bu süreçler toplumda barış arzularının yükselmesine karşın, ülkeyi yönetenler toplumdaki ayrışmayı, bölünmeyi esas alan bir politik tercihle demokrasi dışı yönetimleri tercih etmişlerdir.

Demokrasiden uzak bir yönetimle idare edilen bir ülke olan Türkiye’de barıştan söz etmekte, sürekli olarak uzak bir ihtimal olmuştur.


Ülkemizin önemli toplumsal güçlerinden olan, Kürtlerle ve Alevilerle devlet sürekli olarak kavgalı olmuştur. Kürtlerin kendi sorunlarının çözümüne ilişkin demokratik talepleri dahi, kanla bastırılmış ve ötelenmiştir. Sürekli olarak yok sayma, asimilasyon esas alınmıştır. Kısacası demokrasi dışı arayışlar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi yaklaşımı olmuştur. Demokrasi dışı yaklaşımlar, ülke topraklarında yaşayan tüm etnik kökenlere karşı yaklaşımda da, kendini sürekli olarak hissettirmiştir.


Aleviler ve farklı inanç grupları sürekli olarak yok sayılan Alevilerin talepleri olan Cemevleri, kendi dergahlarını kendileri tarafından idare edilmesi, zorunlu din derslerinin kaldırılmasına yönelik haklı talepleri dahi, şiddetle karşılık görmüştür.


Devlet sürekli olarak farklılıklara karşı, barış dilini tercih etmek yerine, onları yok sayma yolunu ve talepler karşısında, gerekirse bastırmaya yönelmiştir. Bütün bu yönelimler, demokratik ülkelerde olmayan yönelimlerdir.


Türkiye'de esas olan demokrasinin eksikliğidir. Demokrasi olsa, anayasa, demokratik yasaların etkin olduğu kurallar bütünü olsa, barış ve sulh kalıcı olur.

Bu nedenle, içinde bulunduğumuz ortamdan çıkılabilmemiz için, Kürt hareketinin ve toplumsal güçlerin dayatmış olduğu demokratikleşme talebi yüksek sesle dile getirilmelidir.

Sadece barışı esas alan eğilimler yanılmaktadırlar. Demokrasinin olmadığı bir ülkede barış ortamı sağlanamaz. Kısmi olarak barış ortamı sağlansa da, kalıcı bir barış ortamının sağlanması ancak ülkenin demokratikleşmesi ile mümkündür.

Türkiye toplumunun ivedilikle dile getirmesi ve yüksek sesle haykırması gereken konu, demokrasidir. Demokrasinin olmazsa olmazlardan olduğunu, Türkiye toplumunun içselleştirmesi gerekmektedir.

18.04.13