DARBE GİRİŞİMİ VE SONRASI[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

“Karaçalıda gül bitmez.”[1]

“Gerçek keşif” der Marcel Proust, “yeni bir gözle bakmakla ilgilidir.”

Evet, çok doğru; körün fili tarifi gibi, kim neresini yakalarsa orasından tanımlanan darbe girişimi ve sonrasını kavramak için de yolumuzu aydınlatır bu saptama.

Böylesi durumlarda, öne çıka(rtıla)n görüntülere aldırmadan hakikâte “yeni bir gözle bakmak” gerekiyor.

* * * * *

Öncelikle, kim demişti “Darbe olmaz” diye!

Geçmişte Erdoğan’ın, “Türkiye’de darbeler dönemi bitmiştir, kapanmıştır,” palavrasına kananları[2] yaşam bir kez daha tekzip edip; 15 Temmuz’da olan(lar), “Artık darbe olmaz” rehavetini yerle yeksan etmişken; işe “Cui bono/ “Kime yarar?” sorusuyla başlayıp; darbe sonrasına ilişkin olarak da, “Kim kazandı?” diye ekleyelim.

Yanıt(ımız): Darbe girişiminin Erdoğan’ın önünü açıp, güçlendirdiği yolundadır. Tıpkı Mine G. Kırıkkanat’ın, “Açılış: Darbe. Giriş: Kalkışma. Gelişme: AKP Tiyatrosu. Sonuç Başkanlık… Oyun bitti dağılabiliriz,”[3] formülündeki üzere.

* * * * *

Bu darbe içinde darbedir; yani “her ağacın kurdu, kendinden olur” gerçeğini kanıtlayan bir realite…

Darbe girişimi, gökten zembille inmedi. Her şey gibi onun da bir tarihi var. Yıllar öncesinde adı “devlet içinde devlet” olarak zikredilse de, görmezden gelinen; ancak 17-25 Aralık sonrasında “paralel devlet” diye lânetlen bu “ağaç kurdu”nu kim besledi? Kim büyüttü? Darbe girişimde bulunabilecek kapasiteye kim(ler) getirdi?

Evet, evet devleti yöneten AKP ile darbecilerle suç ortaklığı “es” geçilebilir mi?

Genelkurmay Başkanlığı, MİT’in darbeyi 15 Temmuz günü saat 4’de kendilerine bildirdiğini açıklarken; buna rağmen AKP’ce darbecilerin harekete geçmesi beklendi. Sahte bir demokrasi kahramanı yaratmak için darbe girişimine apaçık göz yumuldu, suç ortaklığı yapıldı.

Bu noktada, özellikle AKP’li devlet yönetiminin darbecilerle tarihi suç ortaklığının altı çizilmelidir.[4]

Kolay mı? Biri Milli Görüş ve diğeri Gülen cemaati. Düne kadar teolojik ve ideolojik anlamda ikiz kardeştiler. Siyasal İslâmcı tarihsel köklere dayanıyorlar. Milli Görüş İmam Hatiplerde ve İslâmcı Anadolu sermayesi üzerinden örgütlerken, Gülen cemaati eğitime yatırım yapıp, okullar ve üniversiteler açarak burada yetiştirdiği kadroları 12 Eylül ile birlikte bürokrasiye nüfuz ettirmeye başladı…

İki İslâmcı akım, 2002 Kasım’ında iktidar ortaklığında bir araya geldi. Eski Türkiye’ye karşı Yeni Türkiye için 12 yıl beraber yürüdüler bu yollardan.

Gülen cemaati özellikle Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davaları ile Ordu’ya, 12 Eylül 2010 referandum sonrası da HSYK ve diğer Yargı kurumlarına yoğun ve yaygın şekilde nüfuz etti. Bu bir AKP’nin kadrolaşma icraatıydı. Bir başka deyişle, taraflardan biri diğerini “vesayetçi rejimi tasfiye etme”de kullanırken, diğeri, berikinin kendisine sağladığı olanakları kullanarak devlet kurumları içine iyice yuvalanıyordu…

2002’de “kutsal hedef” için ortaklaşan bu iki siyasal İslâmcı akım arasındaki kopuş 2012 sonundan itibaren başladı. Yeni rejimde tek söz sahibi olma hedefi, ortakları iktidar içi çatışmada karşı karşıya getirmiştir. Bu çatışma şimdi her türlü aracın ve yöntemin kullanıldığı tüm hukuk dışılığı ile devam ediyor.

AKP yeni rejimin tek söz sahibi, Gülen Cemaati ise “FETÖ PDY” (Fethullah Gülen Terör Örgütü Paralel Devlet Yapısı) oldu.

Bu iki ortak düne kadar tüm muhaliflerini “darbecilikle”, suçlarken, bugün darbeciliğin aktörü hâline geldiler.

Biri üniformasını giyerek kışladan muhtıra verirken, diğeri cübbesini giyerek Cami minaresinden sala ile cihad çağrısında bulundu.[5]

Yani al birini vur ötekine; ya da hepsi farksızdır; hepsi halka karşıdır…

* * * * *

Darbeciler mi amatördü ya da birilerinin tezgâhına, oyununa mı geldiler?

Aydın Çubukçu’nun, “İstihbarat vardı ama şu ya da bu gerekçeyle engelleme yoluna gitmediler,”[6] notu eşliğinde izaha muhtaç birçok tuhaflık söz konusu… Başta MİT olmak üzere, istihbarat örgütlerinin bu harekâttan haberdar olmayışına da ne demeli?

Biraz spekülatif karakter taşıyabilir. Ama, “bu darbeyi RTE tezgâhladı” gibi temelsiz bir komplo teorisiyle, üşengeç beyinlerin uydurmasıyla, bu tür uydurmalarıyla ilgisi yok…

Soruyu daha net soracağız: RTE darbe olabileceğini güçlü bir olasılık olarak biliyor-görüyor muydu? Eğer böyleyse, darbeyi önlemek için neden ciddi önlemler almadı? ”Hele bir harekete geçsinler, topu açığa çıkar ve hepsini tepeleriz” diye düşünmüş olabilir mi?

RTE-iktidarın elinde, F-Tipi örgütlenmenin ordu içinde ne kadar yaygın olduğu bilgisi var mıydı? Bu örgütün darbeye kalkışabilecek bir güce sahip olduğu sanılıyor muydu?

RTE’nin masasına konulan istihbarat raporlarından haberdar değiliz. Ama bu tür subayların en azından general düzeyinde çok sayıda varlıkları konusunda, Balyoz ve Ergenekon, Askeri Casusluk gibi davalarda yargılanarak sonra beraat eden ama emekli edilen subaylar isim isim sayılıyordu. RTE masasında bu bilgilerin olmaması mümkün değil.

Bu subaylardan ve “TSK’de Şakirtlerin İşgali mi, Fethullahın Askerleri”[7] kitabını yayımlayan, ordu içindeki bu yapılanmayı en iyi izleyen emekli Albay Mustafa Önsel durumu çok net ortaya koyuyordu. (Şunu belirteyim ki Genelkurmay, bu kitabından dolayı Önsel’in orduevlerine girişini yasaklamıştı!)

8 Şubat 2016’da odatv’de yayımlanan yazısında da, “Cemaatçi Cunta darbeye hazırlanıyor” diyordu. Bu yazısında şunu da belirtiyordu: “Geçtiğimiz günlerde Fethullah Gülen Herkül. org denilen sitede ‘Cennetin kılıçların gölgesinde olduğunu, savaş hâlinde kılıcın hakkını vermek gerektiğini’ söyledi. Hemen akabinde Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, ‘Zorbalar kılıç kullanır da mazlumların kılıç kullanma hakları yok mu?’ dedi.”[8]

Cemaat her yerde dağıtılıyordu: İşadamları ve destekçileri, bizzat yönettiği mali vb şirketler, medya, emniyet, yargı... Sadece ordu içine pek dokunulmamıştı. Cemaatçilerin son ve tek güvendikleri yer “kılıç”a sahip olanlardı! Zaten tarihleri, kılıçlarını Gülen’e teslim eden genç üst teğmen öyküleriyle doludur. Bir de ordu onlar için “Son Kale”dir. Gülen’in bu başlıklı yazısı her şeyi anlatır.[9]

* * * * *

“Bu garip darbeyi kim hangi akla hizmet tezgâhladı? Bu darbe siyasal İslâm içi bir hesaplaşma mıydı? Bu sorulara, tatmin edici cevaplar bulabileceğimi sanmıyorum ama sanırım, geleceğe ilişkin iki gözlem yapabileceğim. i) Darbeler döneminin geride kaldığı bir kez daha doğrulandı. ii) AKP, camiyi ve sokağı, iktidar ve şiddet aracı olarak kullanmaya başladı.

‘Askeri darbe’ ile ‘ordunun yönetime el koyması’ arasında bir ayrım yapmak gerekir. Askeri darbe, ordunun ya da devletin içinde bir kanadın, devlete makinesini kırarak, siyasi iktidarı ele geçirmeye kalkışmasına ilişkindir…

Bu ‘yönetime el koyma’ işlemi ‘darbe’den farklı olarak, ordunun bir parçası ile değildir; tüm emir komuta zinciriyle ilgili ve egemen sınıfların, uluslararası sermayenin, siyasi dengelerin gereksinimlerine ve onayına bağlı olarak her zaman gündeme gelebilecek bir seçenektir.

Erdoğan’ın camileri doğrudan siyasi bir araç olarak kullanarak taraftarlarını sokağa indirmiş olması AKP’nin arkasındaki toplumsal hareketi gözler önüne serdi. Böylece Erdoğan ve AKP, bu Rabia işaretleriyle, tekbir sesleriyle, şeriat, idam cezası talepleriyle sokağa inan şiddet tutkunu, kan akıtmaya meraklı kalabalığı iktidarını korumak için harekete geçirirken, hem kitleyi sokağa alıştırıyor, hem de siyasal İslâmın içindeki en radikal, cihatçı kesimlere yeni hareket, örgütlenme alanları açıyordu.

Sonuç olarak cuma gecesi, Türkiye toplumunun fay hatlarındaki kırılma hızlanırken, darbeciler de devirmeye kalkıştıkları iktidara, orduyu yeniden düzenlemesi, sokağa inmesi böylece daha da güçlenmesi, sertleşmesi için bir fırsat sunarak, II. kuşak yararlı salaklar sıfatını hak ediyorlardı.”[10]

Elbette her şeye rağmen darbecilerin kendi ayaklarına kurşun sıkması iyi oldu; ama olan yine halk(lar)a oldu…

Çünkü 15 Temmuz, cemaatin en büyük kötülüğüdür. 12 Eylül’e methiyeler düzen Fethullah Gülen “patentli” darbe girişimi, nasıl yorumlanırsa yorumlansın, bir kamikaze eylemi değilse neydi ki?

* * * * *

Unutulmasın: Askeri darbeler bir sonuçtur ve otoriter yönetimlerin çocuğudur!

“Darbe” sözcüğü, yalın biçimiyle kullanıldığında siyasal bir içerik taşımaz. Çünkü Arapça kökenli bu sözcüğün düz anlamı “vurma”, “çarpma”dır. Ama ülkemizde daha çok, “hükümet darbesi”, yani “coup d’état” yerine kullanılmaktadır. Bu anlamıyla “darbe”, güç kullanarak hükümeti devirme eylemidir. “Kalkışma” ise, gücünü aşan bir işe girişme olarak tanımlanıyor. Öyleyse, TSK içinde yuvalanmış “Cemaatçi” subayların -sonu önceden belli- böyle bir maceraya girişmesinin, “darbe”den çok “kalkışma” kavramına uygun düştüğü söylenebilir. Hedefleri, Erol Mütercimler’in işaret ettiği gibi, “başarıya ulaşmak”tan çok bir “iç savaşı tetiklemek” midir?[11] Belki…

Ama önemli olan şu: Darbe girişimi, devlet, düzen ve özellikle de TSK içi bir hesaplaşmanın sonucudur. Bu çatışmanın hiçbir tarafı haklı, halkçı, “demokrat” değildir.

Girişimi püskürten ilk hareketler, “halk” tan, “millet”ten, “sokak”tan, “demokrasiye sadık kalmış TSK mensupları”ndan değil, AKP’nin yıllardır özel bir önem ve özenle hazırladığı polis örgütünden gelmiştir.

AKP’nin militan yandaşları, darbenin başarısız olduğunu onlarca kanaldaki yayınlardan, Erdoğan ve bakanların konuşmalarından öğrendiler ve ancak bundan sonra sokağa dökülmeye başladılar.

Türkiye toplumunun sessiz çoğunluğunun bu darbeyi desteklemediği doğrudur ve bu iyidir. Medya büyüteciyle “millet” olarak gösterilen AKP yanlısı gürültücü aktif azınlığın paradosi ile bu toplumsal refleks birbirine karıştırılmamalı, bunun üzerinden yenilgici bir ruh hâline girilmemelidir.

* * * * *

15 Temmuz 2016 gecesini tanımlarken, gerçekleşme biçimi ve sonuçlarına bakarak, “Darbe girişimi, kalkışma, isyan, başkaldırı,” türünden kavramlar kullanılıyor…

Ama bunlardan çok, “krizi fırsata çevirme” Erdoğan’ın hamleleriyle ilgilenmekte yarar var.

AKP rejimi, darbe girişimini siyasi zeminde, gücü tahkim edecek fırsatlar penceresine dönüştürme çabasında.

Fırsatın en önemli boyutu, camilerdeki senkronize sala-ezan yayını eşliğindeki sokak hareketinin para-militer eksende örgütlenmesi. Erdoğan’ın çağrısıyla sokağa dökülen “millet”(?!) içinde eli silahlı, kayışlı, hilafet bayraklı, her an linçe kalkışacak potansiyeldeki kişilerin çokluğu, demokrasiyi savunma filan değil, bilakis tersi![12]

İktidarın konsolidasyon uygulamalarının, demokratik yollarla eleştirip protesto edecek her kesime karşı bir “bastırma” aracı olduğundan kimse kuşku duymasın.

Önlenen darbeden demokrasi mi çıktı? Ne oldu? Zırvaları bir kenara bırakırsak;[13] “Meydanlardaki manzara , ‘Darbeye karşı çıkıp şeriat istediler!’,”[14] biçiminde özetlenebilir.

Yargıçlar Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ’ın, “Darbe girişimini fırsata çevirme arayışları… Dini simgelerle sokağa çıkanlar endişelendiriyor. Tekraren de olsa söylemek gerekir; 15 Temmuz tarihli kanlı terör eyleminin, faşist, gerici, teokratik ve otoriter bir rejime geçişin sebebi, yeni Osmanlıcı hayallerin gerçekleştirilmesi aracı olarak kullanılmasına izin verilmemelidir,”[15] notunu düştüğü tabloda “Bu darbenin perde arkası da var mıdır?” denirse… Darbe girişimine karşı Cumhurbaşkanı, “Bu darbe Allah’ın bize hediyesidir”; Başbakan, “Bu darbenin olduğu gün bizim bayram günümüzdür. Bundan böyle bu günü bizim bayramımız olarak kutlayacağız,” diyorlarsa; sorunun yanıtı ortada değil midir?

Ayrıca şimdilerde “cadı avı”nı andıran tablonun acil gündem maddesi, “yeniden idam düzenlemesi”yle devasa bir tasfiyedir.

Bir şey daha: Darbe karşıtı “halkımız” polis eşliğinde Nurtepe ve Gazi mahallesine cihat yürüyüşleri yapıyorken; darbe girişiminden sonra cezaevlerinde hak ihlâlleri artmaya başladı. Adalet Bakanlığı, cezaevindeki tutsakların avukatlarıyla görüşmesini yasakladı. Tutsakların aileleriyle de telefonda görüşmelerini yasaklayan Adalet Bakanlığı, ikinci emre kadar tahliyelerin yapılmayacağını belirtti.[16]

Bazı grupların Alevî mahallelerine yönlendirilmesi üzerine mahallelerde nöbet başladı. Malatya’daki Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin önünde polis barikat kurdu, önlem aldı. Konya’da ise 18 Temmuz 2016’da gece kent merkezinde toplanan AKP’liler, Suriyeli mültecilerin yaşadığı mahalleye girmek istedi. Saldırıda 5 Suriyeli yaralandı…

Darbe girişiminin ardından başlayan protesto eylemleri Alevîlerin yaşadığı bölgelerde provokasyon tehlikesi de yarattı. Gazi Mahallesi, Okmeydanı, Nurtepe, Gülsuyu ve Armutlu gibi mahallelerde saldırı girişimleri artarak sürdü. Gazi Mahallesi’nde 17 Temmuz 2016’da tekbir getirerek yürümek isteyen grubun mahalle içinde saldırı yapacağı söylentisinin hızla yayılması üzerine, cemevi önünde toplandılar.

Okmeydanı’nda ise Anadolu Kahvesi ve çevresinde araçlarıyla protesto gösterilerine katılan bazı kişiler tekbir getirerek, “AKP burada, Alevîler nerede” şeklinde slogan attı. Bunun üzerine mahallede bulunan bir grup genç, araçlara taş atmaya başladı.

Malatya’da Alevîlerin ağırlıkta olduğu Paşaköşkü ve Çavuşoğlu mahallelerine giden gruplar “AKP’liler burada Alevîler nerede?” diye bağırdı ve AKP marşları çaldı. Yaşanan gerilim polisin havaya ateş açmasıyla önlendi. Alevî derneklerinin temsilcileri Malatya Valisi Mustafa Toprak’ı arayarak acil önlem alınmasını istedi, Paşaköşkü’ne çıkan İsmetpaşa Caddesi’nin 100. Yıl Kavşağı ile Paşaköşkü Camii bölgesi ile bazı ara sokaklar barikatlarla araç trafiğine kapattı.[17]

Bitmedi: Trabzonspor yöneticisi Veysel Taşkın, darbe girişimi sonrasında darbeci askerlerin “gavur”, eşlerinin ise “milletin ganimeti” olduğunu söyledi![18]

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde düzenlenen ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katıldığı cenaze töreninde dua eden imam, “Birliğimizi daim eyle Ya Rabbi. Devlet adamlarımıza yardım eyle, bizi her türlü şerden ve şerliden muhafaza eyle Ya Rabbi. Bilhassa okumuşların şerrinden bizi muhafaza eyle Ya Rabbi” ifadelerini kullandı![19]

Diyanet tarafından açıklanan “darbecilerin cenaze namazları kılınmayacak” açıklaması bu insanların yargılanmadan infaz edildiğini ortaya koyuyor. Birey kendi eylemlerinden sorumludur. Verilen bu kararın yargısız infaz olması bir yana büyük bir tahminle Müslüman olan ailelerinin de ömür boyu cezalandırılması demek değil midir?

Ayrıca -ne alâkâsı varsa- darbe girişiminden söz ederken Topçu Kışlası projesine de değinen Erdoğan “Orada ne yapacağız biliyor musunuz? Orada bir tarih müzesi yapacağız. Yetmez, şu an Atatürk Kültür Merkezi’nin olduğu yer yıkılacak. Türkiye’nin ilk opera binası yapılacak. İnşallah Taksim Camii’ni de inşa edeceğiz,” dedi.[20]

TOBB ile diğer sivil toplum kuruluşlarının darbe girişimini nedeniyle TBMM Başkanı İsmail Kahraman’a ziyareti sırasında, HDP’li Sırrı Süreyya Önder konuşmasında, “Sayın Öcalan” diye bahsedince sivil toplum kuruluşları üyelerinden tepki geldi, büyük gerginlik yaşandı. Bazı ziyaretçilerin Önder’e doğru hamle yapması üzerine araya Meclis polisleri girdi. Sırrı Süreyya Önder hemen tören salonundan polisler eşliğinde çıkarıldı.[21]

* * * * *

Bu -işkenceci[22]- karanlık tablo Erdoğan’ın eseridir.

Darbe girişiminin ilerleyen saatlerinde, Erdoğan’ın ekranlardan sokağa davet ettiği paramiliter güçleri işi askerleri linç ederek öldürmek gibi fiillere kadar ilerletmişlerdir.

Yine Erdoğan ve AKP’nin yönlendirmesi ile yurdun dört bir yanındaki cami ve bazı okulların ses cihazlarından ezan ve sela sesleri ile cihat çağrısı içerikli duyurular yapılmıştır.

Darbecilerin başarısız girişiminin ardından Diyanet bugün daha da güçlenmişken; darbe girişimine karşı AKP tabanının dini motivasyonla mobilize olması sağlandı. Ezan ve salalar, AKP taraftarlarını birer “mücahid” hâline getirdi. Diyanet, süreç sonunda “prestijini” artırdı.

Bu bağlamda meselenin gerek politik gerekse fiziki boyutları ile ulaştığı nokta, basit bir komplo veyahut bir tezgâhtan ziyade Erdoğan ve AKP’nin bugün için yarattığı sürdürülemez hâli meşrulaştırıp; Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin devreye sokulmasıdır. 20 Temmuz akşamı ilan edilen OHAL’in bu amaç doğrultusunda, Başkanlık sistemine giden yolu temizleme amacı doğrultusunda işletileceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Darbe girişiminin bastırılması sonrasında biat rejimini güçlendirecek uygulamalar, başdöndürücü bir hız kazandı. Örneğin 165 üniversite Erdoğan’a “bağlılığını” ilan ederken, rektörlerden “cemaate mensup hocaları savcılıklara bildirmeleri” istendi. YÖK Başkanı Yekta Saraç, “Sağlam iradesiyle bu büyük badirenin atlatılmasını sağlayan Cumhurbaşkanımıza, Türk akademik camiasının başkanı olarak bir kez daha bağlılığımızı arz ederim” ifadesini kullandı.[23]

Durumun vardığı nokta buyken; elbette daha da fazlası var.

‘The Guardian’dan Ranj Alaaldin, darbe girişimi sonrası Türkiye’yi kanlı günlerin beklediği vurgusuyla, Erdoğan ve partisi AKP’nin baskıcı yönetiminin ülkeyi mutlak bir bölünmeye yönlendirdiği ve bunun sonuçlarının da devam edeceğini yazmakta[24] haksız değil!

Evet faşizme doğru ilerlediğinin altını çizen Ertuğrul Kürkçü’nün ifadesiyle, “Doğrusu, faşizmin klasik doktrinde ifadesini bulan sürecine dair bütün metodoloji, Erdoğan’ın yürüyüşünde de neredeyse birebir kitapta olduğu gibi ifadesini buluyor. Ne var ki pek çok insan soy faşizm olarak MHP’nin varlığını veri aldığından Erdoğan’ın faşizme yürüdüğüne bir türlü inanamadı, hâlâ da inanamıyor. Lümpenlerin ve küçük burjuvaların oluşturduğu bir kitle hareketine yaslanmak; milli ve dini efsaneleri bir üstünlük mitolojisine içeren sahte bir kardeşlik ideolojisi çevresinde yığınak yapmak; ‘üstünler’in dümen suyundan giderken ‘üstün’lere atıp tutmak; bir yandan devlet içinde çeteler oluştururken öte yandan doğrudan Saray’a bağlı olarak oluşturulan sivil çetelerle toplumu ve kurumları baskı altına almak; düşman ceza hukuku uygulamasını yargı doktrini düzeyine yükseltmek; siyasi partiyi bir şeflik sistemi üzerine yeniden dizayn etmek; liyakate değil doğrudan doğruya şefe sadakate dayalı bir devlet politikası iklimi oluşturmak; loncalara dayanan bir toplumsal örgütlenme mitolojisiyle esnafı güvenlik aygıtıyla ikame etmek; meslek gruplarına devletin uzantısı olacak şekilde misyonlar biçmek, baskı ve sömürüyü, kadınlara ve heteroseksist olmayan cinsiyet yönelimlerine yönelik nefret söylemine dinsel meşruiyet kazandırmak… İşte AKP’nin iktidar pratiğinde bütün bunlara bir arada baktığımızda aslında bir faşist hareketin gözlerimizin önünde hızla devlet iktidarını fethetmeye doğru yürüdüğünü görürüz… Şu anda bütün cüssesi ile bir faşist hareketin karşımıza çıkmaya başladığını açıkça söylemek mümkün. Bu bir demokratik devrimin yıkıcı bir toplumsal devrim olmaksızın kendi dinamikleri içerisinden sosyalizme doğru evrilmesinin simetriği olarak görebileceğimiz bir anti-devrim: Muhafazakâr, İslâmcı bir muhalefet hareketi iktidara yükselişinin sürekliliği içinde devletle ve sermayeyle özdeşleşerek bir faşist harekete evriliyor.”[25]

* * * * *

Başarısız darbe girişiminin ve ardından ilan edilen OHAL’in Erdoğan’ı ve AKP’nin iktidarını daha da güçlendireceği kuşku götürmez. Bu güç Kürt halkına karşı yürütülen imha savaşını Türkiye’nin tümüne yaymak için kullanılacaktır. Ancak başarısız da olsa bu darbe girişimi Erdoğan ve iktidar açısından büyük bir gücü olduğu gibi, güçsüzlüğü de bağrında taşımaktadır. Başarısız darbe sonrası başlatılacağı ilan edilen “temizlik hareketi” yönetemezliği ve kaosu daha da büyütecektir.

Darbe girişimi, Erdoğan’ın baskı ve sindirme politikasının önünü daha fazla açacak olanaklar sunduğu gibi, egemen sınıfların daha büyük bir siyasi kriz içine girmesine neden olacak sonuçları da doğurmuştur.

Özetle devlet içindeki çatlakların kapanması hiç de kolay değil ve olmayacakken; ortada “demokrasi bayramı” falan yok!

Kolay mı? Oya Baydar’ın bile, “Bayram coşkusu içinde demokrasinin zaferini ilan edenlerin keyfini kaçıracağım için özür dilerim ama ham hayallerin sonu hüsrandır. Ancak gerçeği olduğu gibi görür ve doğru teşhis edersek sorunlarımıza çözüm bulabiliriz. Üç günden beri yaşadıklarımız demokrasi bayramı için henüz erken olduğunu; iktidarıyla muhalefetiyle herkes aklını başına devşirmezse demokrasinin arkasından yas tutacağımız günlerin geleceğini gösteriyor,”[26] diye betimlediği bir tablodur söz konusu olan!

15 Temmuz gecesi gördük ki ne darbeyi durduran şey sokaklara dökülen halktı, ne de sokağa çıkanların demokrasiye sahip çıkmak gibi bir derdi vardı…

“Saldırıları ya da darbe girişimini masumlaştırmak, çatışmaları karikatürleştirmek, ölümleri önemsizleştirmek değil niyetimiz. Ama gerçekte yaşanan ve gözlerimizle gördüğümüz şey, kendi kendini yenilgiye mahkûm etmiş bir darbe girişimi ve bu anti-demokratik girişim karşısında yine anti-demokratik saiklerle harekete geçen bir iktidar ve onun kitle tabanıdır. Tabanını ‘sorun çözülene kadar’ sokağa çıkmaya çağıran AKP, fırsattan istifade kendi diktatörlük projesini ‘halkın aşağıdan hareketine dayanan bir demokratik hamle’ olarak topluma dayatma çabasındadır.”[27]

* * * * *

Liberal Ahmet Altan’ın, “… ‘İç savaş çıksın, ezer geçeriz,’ diyerek gözünü karartmış bir adam sizi nereye sürüklüyor bir görün,”[28] demek zorunda kaldığı dizaynda bir “Uzun Bıçaklar Gecesi”nin izlenimi ve kan izleri var. ‘Gezici Araştırma’nın anketinin, nüfusun yüzde 20’sinin IŞİD’i desteklerken, yüzde 23’ünün de sempati duyduğunu ortaya koyduğunu unutmayalım.

15 Temmuz darbe girişimine karşı Erdoğan’ın sokağa çıkma çağrısıyla, Türkiye’den Suriye’ye gidip savaş deneyimi kazanan cihatçı çeteler de polisin yanında silahlı çatışmalara katılmış ve çatışan bazı “sivil”lerin, daha önce Suriye’de de savaşan İBDA-C’liler olduğu ortaya çıkmışken[29] tehlike, Reis istediği için sokağa dökülen İslâmcı-faşist güruhlardır. Bu güruhlar, darbe girişimi püskürtüldü denmesine rağmen hâlâ sokakta tutuluyor. Dört partinin darbeye karşı ortak bildirisi mecliste okunurken dışarda bu güruhlar vardı. Darbecilerin kellesini (idam) isterken, aynı zamanda “Mecliste PKK istemiyoruz” sloganı atıyorlardı. Başbakan da “Gereken neyse yapılacak, mesajınız alındı,” yanıtını verdi.

“Uzun Bıçaklar Gecesi”nden söz ettik; açmadan geçmeyelim: Darbeci subaylara ve askerlere yönelik şiddet Hitler’in sahnelediği “Uzun Bıçaklar Gecesi”ni andırmaktadır. Bilindiği gibi, Hitler, başbakan (şansölye) olduktan sonra, Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’inde birlikte olduğu Ernst Röhm’ü ve liderliğindeki SA’ları politik gücüne karşı tehdit olarak görmeye başladı. Cumhurbaşkanı Hindenburg yaşlı ve hastaydı ve Hitler’in yanısıra Röhm de yerine geçmek istiyordu. Bir ikincisi, Röhm, ulusal savunmayı SA’ların üslenmesini talep ediyordu. Dolayısıyla, generaller de Röhm ve SA’lardan rahatsızlık duyuyor, Hitler’den tasfiye edilmelerini istiyordu. Sonuçta Hitler, sokak gücüyle kendisini iktidara getiren, tıpkı cemaat gibi devletin kılcal damarlarına sızmış yüzü aşkın SA kadrosunu, SS kıtalarına ve Gestapo’ya öldürttü. 1950’lerde bu sayının bin olduğu tespit edilecekti. Röhm hapsedildi ve daha sonra orada öldürüldü.

Bu olaydan bir süre sonra ölen Hindergburg’un yerine Hitler geçer ve başbakanlıkla cumhurbaşkanlığını birleştirir ve Führer olur. Ülkede Nazi partisi dışındaki tüm partiler kapatılır, muhalif vekiller tutuklanır.. 

Ne kadar tanıdık bir hikâye değil mi?

Şimdi bu gecenin bitiminde, Reis’ten, partiden ve camilerden verilen talimatlarla hareket eden cihadçı-ırkçı-faşist güruhlar, büyük olasılıkla solculara, Alevîlere, laiklere, Kürtlere ve (ekmeklerini paylaşmak istemedikleri) Suriyelilere yönelecektir. Bunun örnekleri görülmeye başlandı bile!

Erdoğan’ın başdanışmanı Şeref Malkoç, “Milletimizin ruhsatlı silah almasının önü açılacak. Sayın içişleri bakanımız bununla ilgili yasal düzenleme talep edecek. Darbeye teşebbüs edenlere karşı milletin meşru müdafaa hakkını korumak için silah ruhsatı vermenin önünün açılması lazım,” demesi de bundandır!

Kaldı ki onların “milleti”nin kim olduğu malumdur… Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım’ın çağrısıyla sokağa çıkıp Ankara-Gar katliamında hayatını kaybedenler anısına yapılan 10 Ekim Barış, Emek ve Demokrasi Anıtı’nı parçalayanlardır. Hayatını kaybeden demokrasi-barış-özgürlük şehitlerinin fotoğrafları ve isimlerinin bulunduğu kartonları yerlere saçanlardır. Yurdun çeşitli yerlerinde Alevî mahallelerini taciz ederek çatışma çıkmasını kışkırtanlardır.

Bunlar onların “cadı avı” için bir fırsatken; “Şimdi asıl büyük tehlike ‘darbenin halk direnişiyle bastırıldığı’ söylemiyle ırkçı-gerici bir militan kitle hareketi eşliğinde fiili başkanlık rejiminin açık faşizme dönüştürülmesidir.”[30]

* * * * *

Tekrarlayalım: Darbe girişimi engellendi, iyi de demokrasi mi kazandı yoksa AKP mi?

Tamam, darbe girişimi önlendi önlenmesine de, bunun yol açtığı AKP’nin “sivil” darbesi ne olacak?

“Darbe belasından kurtulduk ama İslâmcı tınılı bir popülist otokrasi riski katlanarak arttı,”[31] notunun düşüldüğü tabloda ‘The Economist’in de işaret ettiği üzere, “Darbe girişimi, Erdoğan’ın gücünü artırdı”;[32] “Sokaklarda bir 31 Mart Vakası mı söz konusu mu?” sorusu eşliğinde elbette!

Ezanlı “Sokağa Çıkın” emri Diyanet’ten gelirken;[33] “Gösterilerde darbeye karşı zikir çektiler.”[34]

İktidarı destekleyenlerden bazıları, bu lanetli olayı da insanları birbirine düşmanlaştırma zeminine oturtmaya çalışıyorken; Diyanet İşleri’nin darbe girişimine karşı çıkmak için de olsa, camileri siyasetin merkezine yerleştirme tavrı, cihat çağrıları çok reddedilmesi gereken işlerdir. Darbe teşebbüsü, dindar bir iktidara, ama dine karşı değil, “demokrasi”ye karşı bir girişimdi. İşi din eksenine kaydırmanın anlam ve bağlamıysa, herkesin malumudur.

Tam da bunun için Genco Erkal’ın, “Bu ‘demokrasi bayramı’ndan çekiniyorum. Gelişmeleri endişeyle bekliyorum… En baştaki adamın yaptığı sivil darbedir,”[35] saptamasına hak vermemek elde mi?

Bir kez daha tekrarlayalım: “Ya Allah, bismillah” nidaları ve zikirleriyle yapılan gösterilerin Erdoğan’ı hâkim-i mutlak ilanıyla 30 Haziran’ı 1 Temmuz’a bağlayan 1934 gecesi Almanya’sındaki (Hitler’in siyasal rakiplerini tavsiye ettiği) ‘Uzun Bıçaklar Gecesi’nden ne farkı vardır ki!

AKP’nin sokak gösterileriyle, bir taraftan tabanını konsolide edip, öte yandan “demokrasi” söylemi altında sınıflar üstü bir görünümle bundan sonra atılacak adımlara kitlesel destek oluşturmayı hedeflerken; yeri geldi hatırlatalım: AKP’ye biat etmeyen, karşı çıkan muhalefeti bastırmak için nasıl bir şiddet politikası, nasıl bir ‘cadı avı’ sürdürdüğünü unuttunuz mu?

Gezi/ Haziran çıkışını bastırmak için, “Bu bir darbe teşebbüsü,” diyerek binlerce insana karşı düzmece Kabataş yaygaralarıyla, “Başörtülü bacımızın üstüne işediler mahrem yerlerini gösterdiler,” yalanlarına sarılmadılar mı?

Bu yolda fetva veren Erdoğan değil miydi? Ethem Sarısülük’ü, Mehmet Ayavalıtaş’ı, Ali İhsan Korkmaz’ı, Berkin Elvan’ı öldürenleri savunan AKP iktidarı değil miydi?

Ya Roboskî’de 34 çocuk yaşta insanı acımasızca bombalayarak öldüren katiller ne olacak? Suruç’ta 33 sosyalistin katlinde hâlâ bir soruşturma açılmamasının mimarı onlar değil mi?

Ya Diyarbakır’daki HDP mitingindeki saldırısı; 10 Ekim 2015 Ankara Garı katliamı?

Daha fazlasını sıralamak mümkün; ama gereksiz: “Tarihte hiç bir diktatörün iktidar yürüyüşü kansız olmadı,” gerçeği hafızalardayken, yol hep aynıdır!

Öncelikle Hitler’in 1933’de Berlin Meclis’ini yakarak (Reichstagsbrand) yönetimi nasıl eline geçirdiğine bakmak; bugün oynanan oyun daha net anlaşılır kılar. 

Hitler o yangının suçunu, Yahudilere, sosyalistlere yıkıp; onları katledip, hapsederek iktidara yürüdü!

* * * * *

Yinelemek pahasına altını çizmeliyiz: Tamam darbe girişimine karşıyız; ama sadece darbe girişimi değil, otoriter zorbalıklar da gayrı meşru değil midir? Darbe girişimine karşı yaşanan “darbe”, aslında Tayyip’in darbesi olmasın?

Darbe girişimi 15 yıllık bir birikimin, ekonomik politik gerginliklerin, toplumu kutuplaştırma ile beslenen bir siyasetin, egemen sınıf içinde, onun devlet aygıtında yol açtığı, büyüttüğü çelişki ve çatışmanın vardığı boyutu ortaya koyarken; olan(lar), darbe girişimi içinde darbe değil; daha da fazlası: Karşı-devrim içinde karşı-devrim bu…

Kimse inkâra kalkışmasın: Darbeci ile karşı darbeci aynı özellikleri taşımaktadırlar. Ruh ikizidirler. İkisi de toplumun en az yarısını eline çekip, diğerini günah keçisi ilan etmeyi tercih etmekte. Ötekileştirdiklerine her türlü katliamı reva, mallarına, mülklerine, değerlerine el koymayı hak görmektedir.

Darbeci ve karşı darbeci güçlerin bir ucunda Gülen, bir ucunda Erdoğan var ve her ikisi arasında parsellenmiş, polis, asker ve para-militer güçler mevcut. İkisinin de derdi güç devşirmek. Demokrasi, halklar, insanlık, çoğulculuk ve saygı esas değildir. Çünkü onlar da bütün meselelere sermayenin çıkarları ile emek ve Kürt karşıtlığı üzerinden bakarlar.

Kaldı ki, “Darbe girişimi Türkiye’de demokrasi olmadığının kanıtıdır… Askeri kliğe karşı başka askeri kliğin darbe yapma girişimidir… Darbe girişiminden sonra Erdoğan ve Saray Gladyosu’nun sanki demokratmış gibi gösterilmesi tehlikeli bir yaklaşımdır… Demokrasi güçlerinin bir tarafın yanında yer alması söz konusu değildir… Eğer demokrasiye karşı darbe varsa en başta faşist AKP yapmıştır,”[36] tespiti önemliyken; Ahmet Şık’ın da ifadesiyle, “Korunan demokrasi değil parlamenter sistem oldu. Apoletli faşizm ile sivil faşizmin taht savaşının tek kazananı faşizm oldu.”[37]

* * * * *

Abartmıyoruz!

Darbe girişimine karşı sokağa çıkanların demokratik reflekslerle hareket ettiği iddia edilebilir mi?

Darbeye karşı halkı sokağa davet eden AKP’nin, cami imamlarının, polisin demokrasi çıtasını yükselttiği söyleyebilir mi?[38]

Elbette ‘Hayır’! Çünkü darbe girişimine karşı olmak, AKP’ye destek olmak gibi bir noktaya çekilmemelidir.

Ya sokaklardaki “direniş” mi? “Direniş Hakkı” sivil bir darbenin direnişini meşru gören insanlar tarafından kullanıldığında buna bir direniş denilemez. Dense dense, -karşılıklı- bir iktidar savaşı denilebilir.

Ortada Gülen ile Erdoğan’ın iktidar kapışması varken; AKP iktidarının suçlarını hiç bir demokratik kavram örtemezken; AKP iktidarının savunulacak tek bir tarafı da yoktur.

Kimse Erdoğan ile AKP’yi demokrasi havarisi ilan etmeye kalkışmasın. Erdoğan ve hükümetine verilecek en ufak bir destek işçi sınıfına, ezilenlere, Kürtlere, ötekileştirilenlere zûldür! Darbe girişimcilerine karşı çıkmak da, AKP’ye güvenmemek de esastır.

Nihayet darbe girişimi engellenirken; aslında darbecilikte kimsenin eline su dökemeyeceği AKP’nin yeni darbe sürecine girilmiş oldu. İlan edilen OHAL, bunun taçlanmasıdır. AKP iktidarı böylelikle, en az üç ay boyunca, ülkeyi hiçbir yasal denetime tabi olmayan KHK’larla yönetme olanağını ele geçirmiştir. Dahası, tek ses olmuş medyanın da yardımıyla estirdiği “meşruiyet terörü”, sokaklarda sağladığı “güruhların sultası” ortamında, “darbecileri temizliyorum” diye bütün kurumları her türlü “çatlak ses”ten arındırma olanağını ele geçirmiştir. Bunu sonuna dek kullanacağından kuşkunuz olmasın. Bırakın muhalif sesleri, olan bitenleri kaygılı bir suskunlukla karşılayanlar üzerinde dahi, “sen neden sokakta değilsin!” baskısı başlamıştır bile…

Özetin özeti: Bu -de facto olarak- bir Tayyip darbesidir.

MİT, Genelkurmay, Hükümet bu darbeyi biliyordu ve engellemeyip olmasına izin verdiler… Tıpkı 10 Ekim patlamasını bilip de engellemedikleri gibi. Bırakın öncesini, kendi ağızlarından “Saat 16.00’da darbe girişiminden haberdar olduk” itirafı dahi, bu gerçeğin kabulüdür.

Ordunun önemli bir kısmının bu darbeye destek vermedi ve bunu biliyorlardı. Bastırılacağı kesindi.

Erdoğan, yarın bir gün kendisini başkan ilan ederse hiç şaşırmamak gerek.

Çünkü bunun için gerekli meşru zemini sağlamıştır.

Başarısız “darbe” girişimi, İslâmcılara sağa sola saldırma, linç girişiminde bulunma gibi bir sürü eylemlerine meşru bir zemin sunuyor. Tayyip’e de başkanlık tabi.

İç savaş başlıyor gibi, karşıtlar arasında çatışmalar olabilir.

‘The Independent’dan Robert Fisk, darbenin başarısız olmasının ordunun Erdoğan’a sadakati anlamına gelmeyeceği vurgusuyla, 15 Temmuz 2016’da yaşananların Ortadoğu’daki sınırların ve devletlerin çökmesi ile bağlantılı olduğunu kaydedip; yeni bir darbeye hazır olunması gerektiğini belirtirken;[39] ‘Süddeutsche Zeitung’, “Orduda hoşnutsuzluk sürüyor”; ‘The Financial Times’, “Darbe girişimi Türkiye’yi kaosa sokuyor,”[40] diye ekliyordu…

* * * * *

Yarın çok geç olabilir. “12 Eylül’ü aratacak günlere girildi, hayırlı olsun… Karşı darbe tam gaz gidiyorken;[41] tehlike geçmedi, yeni başlıyor

Sokakları zaptetmeye çalışan gerici-faşist-cihadcı para-militer gruplara karşı halkın savunmasını inşa etmek, bu darbe içinden darbe çıkaranlara, iç savaş provası yapanlara direnme hakkını hayata geçirmek yaşamsal bir görevdir.

Büyük bir sarsıntı yaşandı ve daha da sürecek. Coğrafyamı uçurumun eşiğinde… Çok tehlikeli bir döneme giriyoruz. Yakın dönem hiç kimse için kolay olmayacaktır. Zor zamanlar bekliyor hepimizi.

Tarihsel olarak yeni bir dönemece giriyoruz; olası tüm gelişmelere karşı hazırlıklı olunmalı!

Bu koordinatlarda “Ne o ne öbürü”; “Ne darbe ne tek adam diktatörlüğü” demeyi becermeliyiz. Üniformalı ya da cübbeli, her tür darbeye karşı olmalıyız.

İşçi sınıfı emekçileri çok daha karanlık ve zor günlerin beklediği açıktır. Bu zorbalığın karşısında ancak birlik ve güçle durulabilir. Tek yol budur.

“Yok başka cehennem” dedikleriyle yüz yüze olsak da; ne, nasıl olursa olsun, “umudu kesme yurdundan” uyarısını kulağımıza küpe edeceğiz!

Nihayet Edip Cansever’in, “Utancı bilerek yaşamak korkunç/ Daha korkuncu da var: utancı bilerekten yaşatmak,” dizelerinin bilincinde karamsarlığa, umutsuzluğa yer yok. Dünya dönüyor; mücadele devam ediyor ve karanlığın içinde ışık da var.

20 Temmuz 2016 18:58:43, Ankara.

N O T L A R

[*] Kaldıraç, No: 181, Ağustos 2016…

[1] Karacaoğlan

[2] “Yıllarca önce şöyle demiştim: “Bu ülkede bir darbe daha olursa, bu mesleği bırakırım...” (Ertuğrul Özkök, “Darbeciler Kimseyi Yanında Bulamadı”, Hürriyet, 16 Temmuz 2016… http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ertugrul-ozkok_10/darbeciler-kimseyi-yaninda-bulamadi_40149033)

[3] Mine G. Kırıkkanat, “Rezillik…”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2016, s.13.

[4] Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hazırladığı ‘Fethullahçı Terör Örgütü’ne ilişkin iddianamede, AKP ile ilişkiler gölgelense de, Emniyet’e, Yargı’ya, MİT’e, TSK’ya sızıldığının altı çizilmişti. (Alican Uludağ, “Savcı AKP-Cemaat Ortaklığını Sakladı”, Cumhuriyet, 16 Temmuz 2016, s.5.)

[5] Turan Eser, “Cübbeli Darbeler”, Birgün, 19 Temmuz 2016… http://www.birgun.net/haber-detay/cubbeli-darbeler-120534.html

[6] Serpil İlgün, “Aydın Çubukçu: Dikta Tehlikesinin Üzeri Örtülüyor”, Evrensel, 20 Temmuz 2016… https://www.evrensel.net/haber/285570/aydin-cubukcu-dikta-tehlikesinin-uzeri-ortuluyor

[7] Mustafa Önsel, Ağacın Kurdu-TSK’de Şakirtlerin İşgali mi? (Fethullah Askerleri), Alibi Yay. 2016.

[8] http://odatv.com/ cemaatci-cunta-darbeye-mihazirlaniyor- 0802161200.html

[9] Orhan Bursalı, “RTE, Darbe Olasılığını Görmüş ve ‘Bırakın Tepeleriz’ Demiş Olabilir mi?”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2016, s.6.

[10] Ergin Yıldızoğlu, “Garip Bir ‘Darbe’ Üzerine İki Not”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2016, s.9.

[11] ‘Darbe Girişimi Başarısızlık Üzerine Kuruldu, Bu Bir İç Savaş Denemesiydi’, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/571162/

[12] ABD Kongresi Temsilciler Meclisi, Türkiye ve AKP politikaları üzerine bir oturum düzenledi. Basın özgürlüğü ve insan hakları karnesi adeta yerden yere vurulan AKP’nin yakın zamana kadar El Kaide ve IŞİD’e doğrudan ve dolaylı olarak destek verdiği de belirtildi. (Ömür Şahin Keyif, “AKP Yıllardır Radikallere Destek Veriyor”, Birgün, 15 Temmuz 2016, s.9.)

[13] Dört zırvanın altını çizmeden geçmeyelim!

i) “#Demirtaş: Sokağın meşruiyeti dün (darbe girişimini kastediyor-yn) gece tarih önünde bir kez daha teyit edilmiştir. Demokrasi sokaktadır.” (https://twitter.com/OzgurGunTV/status/754257584455032832/photo/1)

ii) “Bir de ‘sokağa dökülenler’ faslı var. Sokağa dökülenlerin hemen hemen tamamının Tayyip Erdoğan’ın iktidarını destekleyen yurttaşlar olduğu kanısındayım. Yani, birçok konuda hemfikir olmadığım kimseler. Ancak, sokaklara ve özellikle olayların geçtiği yerlere gitmeleri son derece olumlu ve son derece önemli bir davranıştı. Böyle bir olay bundan kırk yıl önce gerçekleşebilse bugün Türkiye de çok başka bir toplum olabilirdi.” (Murat Belge, “Girişim”… http://t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/girisim,15049)

iii) “Cumartesi akşamı sokaklara dökülen kitle askerî darbeyi engellemek için döküldü. Amacı bu olan bir kitle, ister dindar olsun ister puta tapsın, gerici değildir. Haklarının bilincindedir, darbenin anlamını kavramıştır, kendini savunmaktadır. Yani haklıdır. Bu kitleyi küçük gören, desteklemeyen, içinde yer almayan hiçbir kişi veya örgüt sosyalist sıfatını hak etmez.” (Roni Margulies, “Darbeyi Kimler Engelledi”, 20 Temmuz 2016… http://m.marmarayerelhaber.com/Roni-MARGULIES/45268-Darbeyi-kimler-engelledi)

iv) “Daha darbecilerle çatışmalar devam ederken ileriye sıçrayıp ‘Darbeye karşıyım ama bu iş Tayyip Erdoğan’a yarayacak’ dediysen, önce bunu düşündüysen sen de darbecisin… ‘Darbe önlendi ama yerine şeriat geliyor’ yaygarasına başladıysan, daha ilk günden ‘Hadi bana eyvallah’ deyip başka yerlere göçmeye davrandıysan sen de darbecisin… Zaman, siyasi kavgaları ikinci plana itip adam gibi işleyen ve bir daha böyle haince kalkışmalara izin vermeyecek bir demokrasiyi kurmak için ortaklaşa davranma zamanı… Bunu yapmak yerine kavgaya devam edeceksen, sen de darbecisin.” (İsmet Berkan, “Aslında Sen de Darbecisin…”, Hürriyet, 17 Temmuz 2016, s.22.)

[14] “Meydanlarda Manzara: Darbeye Karşı Çıkıp Şeriat İstediler!”, Birgün, 18 Temmuz 2016, s.15.

[15] Mustafa Karadağ, “Darbe Teokratik Tek Adam Rejimine Basamak Yapılmasın?”, Birgün, 18 Temmuz 2016, s.10.

[16] “Cezaevinde Darbe: Görüş Yasak, Telefon Yasak, Tahliye Yasak!”, 17 Temmuz 2016… http://www.ozgurgundem1.com/haber/172915/

[17] “Can Nöbeti”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2016, s.2.

[18] “Trabzonspor, Veysel Taşkın’ı Kovdu!”, Hürriyet, 16 Temmuz 2016… http://www.hurriyet.com.tr/trabzonspor-veysel-taskini-kovdu-40149719

[19] “Erdoğan’ın Ağladığı Cenazede İmamdan Skandal Sözler”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video_haber/569134/

[20] “Erdoğan Darbeyi Çabuk Unuttu: Taksim’e Topçu Kışlası Yapılacak”, 19 Temmuz 2016… http://www.akademipolitik.com/gundem/18577-erdogan-darbeyi-cabuk-unuttu-taksim-e-topcu-kislasi-yapilacak

[21] Bülent Sarıoğlu, “Meclis’te ‘Sayın Öcalan’ Gerginliği”, Hürriyet, 20 Temmuz 2016… http://www.hurriyet.com.tr/mecliste-sayin-ocalan-gerginligi-40156025

[22] Darbe girişimi şüphelisi komutanların, yüzünde ve kollarında yara izleriyle fotoğraflarının yayınlanması ve emir altındaki erlerin sokaklarda darp edilmesi konusunda eski Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Güven Dinçer, “Gözaltına alınanların vücut bütünlüğü devletin güvencesi altındadır. Fotoğraflardan işkence olduğu çıplak gözle bile anlaşılıyor. Kişi gözaltına alındığı, tutuklandığı ve mahkûm edildiğinde hayatından, vücut bütünlüğünden ve onurunun korunmasından devlet sorumludur. Ama gazetelerden gördüğümüz ve televizyonlardan izlediğimize göre o general (eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk) açıkça işkenceye tabi tutulmuştur. Bu yüz kızartıcıdır. Kim hangi suçtan yargılanırsa yargılansın işkence yapılamaz. İşkence insanlık dışıdır. Bütün bunların siyasi sorumluluğu Adalet ve İçişleri bakanlarına aittir. Orada kim oturuyorsa devlete hâkim olmak ve bunları önlemek durumdadır. Bu olaylar zincirleme artarak devam ediyor. Ceza verme ve ceza kurallarını koyma hakkı devletindir. Sokağın adamı yahut devleti temsil eden güvenlik güçleri cezalandıramaz. Ancak asayişi yerine getirirler. Görevleri şüphelileri mahkemeye götürmektir sadece. Ne yazık ki, Türkiye’de çok kötü şeyler yaşanıyor. Yargılamalar hukuk çiğnenmeden yapılmalıdır,” (Oya Armutçu, “Sokaktaki Adam Cezalandıramaz”, Hürriyet, 20 Temmuz 2016… http://www.hurriyet.com.tr/sokaktaki-adam-cezalandiramaz-40156987) derken; “Akın Öztürk, tutuklandı. Doğru ya da yanlış konuşabilir. Ama her hâlükârda, böyle bir işkenceye maruz kalmaması gerekirdi. Ya devletin ajansı, Anadolu Ajansı ne yaptı dersiniz? Öztürk’ün ifadesini 180 derece çarpıtarak, ‘Askeri darbeyi ben planladım’ cümlesine dönüştürdü. Sadece Öztürk değil, gözaltında tutulan çok sayıdaki kişinin darp edildiği iddia ediliyor,” (Nazlı Ilıcak, “Hem Darbeye, Hem İşkenceye Hayır”… http://www.ozgurdusunce1.com/nazli-ilicak/hem-darbeye-hem-iskenceye-26223/) diye ekliyordu Nazlı Ilıcak da…

[23] Sinan Tartanoğlu, “Üniversitelerden Bağlılık Yemini”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2016, s.5.

[24] “Guardian: Türkiye’de Baskı ve Kan Artacak”, 16 Temmuz 2016… http://www.birgun.net/haber-detay/guardian-turkiye-de-baski-ve-kan-artacak-120249.html

[25] “Kürkçü: Erdoğan Faşizme Yürüyor”, Siyaset, No:31, Haziran 2016, s.8-9.

[26] Oya Baydar, “Demokrasi Bayramı mı, Demokrasinin Sonu mu?”… http://t24.com.tr/yazarlar/oya-baydar/demokrasi-bayrami-mi-demokrasinin-sonu-mu,15065

[27] Ali Ergin Demirhan, “Darbeyi Önleyen Kimdi, Sokağa Çıkanlar Kim?”, 17 Temmuz 2016… http://sendika10.org/2016/07/darbeyi-onleyen-kimdi-sokaga-cikanlar-kim-ali-ergin-demirhan/

[28] “Ahmet Altan: ‘İç Savaş Çıksın, Ezer Geçeriz’ Diyerek Gözünü Karartmış Bir Adam Sizi Nereye Sürüklüyor Bir Görün”, http://m.t24.com.tr/haber/ahmet-altan-ic-savas-ciksin-ezer-geceriz-diyerek-gozunu-karartmis-bir-adam-sizi-nereye-surukluyor-bir-gorun,345279

[29] “AKP’nin ‘Demokrasi Savaşçıları’ Meğer İBDA-C’li Cihatçılarmış!”, 16 Temmuz 2016… http://sendika10.org/2016/07/akpnin-demokrasi-savascilari-meger-ibda-cli-cihatcilarmis/

[30] Ferda Koç, “Zaman Endişe İçinde Bekleme Zamanı Değil”, 17 Temmuz 2016… http://sendika10.org/2016/07/zaman-endise-icinde-bekleme-zamani-degil-ferda-koc/

[31] Ahmet İnsel, “İç Savaş, Darbe ve Otokrasi Üçgeninden Çıkmak”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2016, s.11.

[32] “Erdoğan Daha Güçlü Olacak”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2016, s.6.

[33] “Ezanlı ‘Sokağa Çıkın’ Emri”, Birgün, 17 Temmuz 2016, s.7.

[34] “Darbeye Karşı Zikir Çektiler”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2016, s.4.

[35] Ceren Çıplak, “Genco Erkal: Bu ‘Demokrasi Bayramı’ndan Çekiniyorum”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2016, s.16.

[36] “KCK’den Darbe Girişimine İlişkin Açıklama”, 16 Temmuz 2016… http://www.durus24.net/haber/2810/kckden-darbe-girisimine-iliskin-aciklama-7

[37] “Ahmet Şık Darbenin Perde Arkasını Anlattı: Neden 15 Temmuz?”, 16 Temmuz 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/568551/

[38] Nazlı Ilıcak’ın attığı tweetlerdeki belirlemelere göre, “Milletimiz gerçekten demokrasiye bağlı olsaydı, “İslâmcı” soslu faşizm bozuntusu bir rejimin ülkeye çöreklenmesine izin vermezdi… Darbeyi halkın sokağa çıkması değil komuta heyetinin darbecilere katılmaması engelledi Zaten halk sokağa, bu durumu anlayınca çıktı… Darbeye karşı olup RTE’nin yanında yer alanlar, demokrasiye sahip çıkmış olmaz. Zira AKP, demokrasiyi değil otoriterliği temsil ediyor… Ne askeri darbe ne de sivil darbe! Hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü derseniz ancak o zaman demokrasiye sahip çıkmış olursunuz… Aktrollerin küfür ve hakaretle doğruların söylenmesini engellemeye çalışması, her darbe karşıtı duruşun demokrasi olmadığını anlamaya yeter” (“Tartışma Nazlı Ilıcak’ın Attığı Şu Tweetlerle Başladı”… http://www.cumhuriyet.com.tr/foto/foto_yasam/568823/10/

[39] “Robert Fisk: Darbe, Bir Sonraki Darbeye Kadar Engellendi”, 16 Temmuz 2016… http://www.birgun.net/haber-detay/robert-fisk-darbe-bir-sonraki-darbeye-kadar-engellendi-120245.html

[40] “Orduda Hoşnutsuzluk Sürüyor”, Birgün, 18 Temmuz 2016, s.6.

[41] Yavuz Baydar, “Ey Ahali! ‘Karşı Darbe’ Başladı, Farkında mısınız?”… http://www.ozgurdusunce1.com/yavuz-baydar/ey-ahali-karsi-darbe-basladi-farkinda-26226/