„Daha fazla Demokrasi için” direnmek bir haktır (Willy Brandt)

Almanya Sosyal Demokrat Partisinin (SPD) 1945 yıllarından sonraki döneminin en önemli siyasi kişiliklerinden biri olan Willy Brandt’ın yukardaki sözleri Demokrasi isteyen ve demokrasiyle yönetilmek isteyen tüm toplumlar için bir yol göstergesidir. Willy Brandt’ın savaş sonrası Almanya’sının demokratik kurumlarının inşaası ve demokrasi kültürünün geliştirilerek desteklemesi için 1969 yılında Federal Almanya Cumhuriyetinin ilk Sosyal Demokrat Başbakanı olarak parlamento da Alman halkına yaptığı bu çağrı bugünkü Türkiye toplumu için daha da bir anlamlıdır.

Demokrasi kültürünün zayıf olduğu ve demokrasinin kurumlaşmadığı Türkiye‘de demokrasiden bahsetmek bahis bile değil. 1960 sonrası gelişen devrimci gençlik hareketi ve buna paralel olarak işçi sınıfının daha fazla demokrasi talebi sürekli askeri darbelerle bastırılarak yokedilmeye çalışıldı. En ufak bir demokrasi hareketinin askeri darbelerle kanlı bir şekilde bastırıldığı bir toplumun demokrasi kültüründen ve kurumlaşmasından bahsetmekte bir o kadar zordur.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin toplumda yarattığı derin psikolojik tahribatan sonra 2000’ler sonrası yeniden gelişmekte olan demokrasi hareketi son olarak 2013 Haziran Gezi hareketi ile bir ivme kazandıysa da, hareketin ülke çapında tüm demokratik güçleri kapsamaması, bir programının olmayışı hareketin zayıf kalıp şiddetle bastırılmasına kolaylık sağladı. Burda hiç şüphesiz kürt hareketinin GEZİ Direnişi karşısındaki ilgisizliği ve fiilen desteklememesi (kürt gençliğinin ve kimi siyasi aktörlerin bazı büyük şehirlerde GEZİ Direnişi‘ne katılması ve eylemlerde yer alması bu durumu değiştirmiyor) hareketin başarıya ulaşmamasında en önemli etkenlerden biri oldu.

Toplum olarak aynı durumu bu kez tersine yaşıyoruz. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası Kürt halkına karşı başlatılan savaş, Kürt şehirleri ve bölgelerinin bombalandığı ve şehirlerin abluka altına alındığı bir dönemde Türk halkının sesizliği tek adam olmak isteyen bir kişi için büyük bir siyasal ve psikolojik avantaj sağlamaktadır.

Demokrasiden en çok demokrasiyi içselleştiremeyen sözde demokratlar bahsetmektedir. Bugün iktidardaki AKP ve onun kalemşörleri demokrasiyi kendilerine göre biçerek giymektedirler. İktidar çevreleri kendilerinden olmayan herkesin bertaraf edilmesini mübah görürken, ellerindeki basın ve yayın organları aracılığıyla bu durumu bilfiil teşvik etmektedirler. Son günlerde muhalif basına ve gazetecilere karşı girişilen saldırılar ve linç kampanyaları, Kürt şehirlerinde sürdürülen kirli savaş bu durumu giderek daha da vahim hale soktu.

Demokratlar demokrasiye aktif bir şekilde sahip çıkmadıkları sürece, onu sahiplenerek içini boşaltıp sahiplenenler çok olacaktır.Nitekim bugünkü iktidar ve yanlıları en çok demokrat geçinenlerdir.

Demokrasi (Demokratie) kelimesinin antik Yunanistan da kullanıldığı ve kavram olarak halkın egemenliği veya halkın direkt yönetimi olarak bugüne kadar kulanılarak geldiği biliniyor. Her nekadar antik Yunanistan’da Halk kavramı sadece çok dar ve öncelikli bir grup için kullnılmış olsa da bugün bu kavram demokrasiyle yönetilen ülkelerde toplumun tüm birey ve katmanlarını kapsayacak şekilde kavranmaktadır. Antik Yunanistan’da Halk kavramı kategorisine bir kente öncelikle politik haklara sahip yurttaşları kapsayacak şekilde kullanılmış. Bundan dolayı Yunan kentleri „polis“ lerde özgür vatandaşlar halk meclislerinde temsil hakkına sahiptiler (bu meclisler o dönemde yanlızca erkeklerden oluşuyordu). Batılı Demokrasiler bu kültürel miras üzerinden yükselerek kadın ve erkek eşitliğinin sağlandığı parlamenter meclislere dönüştü.

Bugün demokrasi ile yönetilen ülkelerde ise, - birçoğunda istenilen düzeyde olmasa da- anayasal prensipleri temel alan bir yönetim biçimi demokrasinin taşıyıcı rolünü oynamaktadır. Buna bir örnek vermek gerekirse: Federal Almanya anayasasının 20.ci maddesinde bu durum şöyle izah edilmektedir.

(1) Almanya Federal Cumhuriyeti, demokratik ve sosyal bir devlettir.

(2) Egemenlik tümüyle halkındır.Halk, eğemenliğini, seçimler ve oylamalar aracılığıyla ve yasama,yürütme ve yargı yetkileriyle donanmış özel organlar eliyle kullanır.

(3) Yasama, anayasal düzene, yürütme ve yargı organları ise yasa ve hukuka bağlıdırlar.

(4) Bu Anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir çözümün bulunmaması halinde, bütün Almanlar direniş hakkına sahiptir.


Buğün Federal Almanya Cumhuriyeti gibi demokrasiyle yönetilen ülkelerin (bu ülkelerde de demokrasinin tümüylen işlendiği söylenemez. Halkın siyasal yaşama katılımcılığı anayasayla güvence altına alınmasına rağmen dönem dönem bazı kurumlar anayasa’da ifade edilen işlevini suistimal ederek anayasal suç işlemektedirler.) halkı direniş hakkına sahiptir. Ve bu anayasal güvence altındadır.

1 Kasım seçimleri öncesi partilerin seçim vaadlerinde demokrsiden geçilmiyor. Hele iktidardaki AKP’nin yeni anayasa çağrısı ve demokrasiye vurgusu senelerden beri halkı uyutan bir ninniden öte başka bir anlam ifade etmiyor.

Bu durumda gerçek demokratların somut talepleriyle sokağa çıkmaları ve direnmeleri demokrasinin en temel haklarından biri olmalıdır. Direnme hakkı demokrasiyle yönetilen ülkelerde anayasal sistemin olmazsa olmazıdır. Bu Türkiye içinde anayasal bir hak olarak talep edilmeli ve sahiplenilmelidir.

“Demokrasinin demokratlara ihtiyacı var“

(Friedrich Ebert, 11 Şubat 1919), bu çağrıyı yine Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD)’nin Birinci Dünya Şavaşı’ndan sonra 1918/1919 işçi ayaklanmaları ve halk direnişinden sonra Almanya‘da kurulan Weimar Cumhuriyeti’nin (Weimar Republik) ilk Başbakanı Friedrich Ebert yapmıştı. Kendisi’de işçi hareketinden gelen Friedrich Ebert, Weimar Cumhuriyeti‘nin korunması ve ayakta kalması için halka yaptığı bu çağrı ne yazık ki o dönemin koşullarında yaşam bulamadı.

O dönemde Parlamenter Demokrasi için somut koşullar olmasına rağmen, demokrasi güçlerinin dağınıklığı, kendi aralarında ortak talepler etrafında biraraya gelemeyişleri ve o dönemdeki parlamenter demokrasinin tüm kurumlarıyla işlemeyişi Weimar Cumhuriyetin’in 1933 yılında Hitler’in iktidara gelişiyle son buldu (Hitler’de seçimle iktidara gelmişti). Friedrich Ebert’in o gün Alman Halkına yaptığı bu çağrı bugünkü Türkiye halkı için çok daha önem kazanmaktadır.

Weimar Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonraki süreçin Alman ve Dünya Halklarına getirdiği felaketin izleri henüz benliklerden silinmemiş ve onmilyonlarca insanın kanı tarih sayfalarında kurumamışken, bu kez Türkiye halkı aynı kaderle başbaşa gelmiş durumda.Tarihin Türkiye’de tekerrür etmesini istemiyorsak, henüz geç kalınmış değil.

Evet, aynı kaderi ve felaketi yaşamak istemiyorsak tarihten ders alarak öğrenmeliyiz. Alman Sosyal Demokrasi hareketinin önderleri Willy Brandt’ın “Daha fazla demokrasi için” ve Friedrich Ebert’in “Demokrasinin demokratlara ihtiyacı var.” bizim içinde bir direniş çağrısı olmalıdır.

Bonn, 06.10.2015