Sevgili okuyucular,

10 Ağustos 2014 Pazar günü, ülkemizin değişik milliyetlerden, inançlardan seçme hakkına sahip olan insanları, 12. Cumhurbaşkanını seçmek için, sandık başına gidecekler.

Türkiye Cumhuriyeti’nin sahipleri olduklarını iddia eden, ‘efendiler’ Türkiye halklarına, toplumsal dinamiklerine bir dayatmada bulunmaktadırlar. Aslında bu dayatma, halkımız arasında yaygın bir deyimle, ‘kırk katır mı, kırk satır mı’ olarak anılmaktadır.

AKP adayı R.T. Erdoğan’ı, yazımın satırları arasına yeterince sıkıştırarak, yer kaplatmak istemiyorum. 12 Yıllık AKP iktidar pratiği, Türkiye halklarına yaşatılan, acıların, toplumsal ayrıştırmanın, toplumu kamplara bölen gerici yobaz, faşist politik önermelerinin, halkımızın yeterince belleğinde yer ettiğine son derece inanmaktayım. R.T. Erdoğan Türkiye toplumuna, AKP iktidarı boyunca yaşattığı acıları, gözyaşlarını, katliamcı zihniyetini yeterince algılamaktayız. Yeniden, R.T. Erdoğan seçilirse, yaşananların Cumhurbaşkanlığı döneminde katmerleşeceğinin bir öngörüsü olarak önümüzde durmaktadır. Bu nedenle, ortak acıları olan toplumsal güçlerin, 10 Ağustos da, R.T. Erdoğan’a, iyi bir ders vereceğine inancım sonsuzdur.

Bütün bu gerçekler bilinmesine rağmen, AKP kendi adayını topluma dayatmaktadır. Diğer yandan CHP, MHP ve birçok düzen partisi, ortak çatı adayı olarak, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, toplumun önüne AKP’nin adayından, farkı olmayan bir aday olarak göstermektedir.

AKP, R.T. Erdoğan, CHP, MHP ‘çatı adayı’ Ekmeleddin İhsanoğlu, ideolojik, felsefi olarak aynı pınardan su içmiş, aynı yolun yolcusu ama farklı güzergâhtan gitme tercihinde olan, halka düşman politikalarıyla bir birinden farkı olmayanlardır.

CHP’nin statükoyu koruma adına, ‘Cumhuriyetin’ temel ilkelerini koruma adına, mevcut sistemin varlığını sürdürmesine yönelik politik argümanları, Türkiye toplumsal güçlerinin çıkarına değildir. Mevcut sermaye düzeninin, sömürü ve talan üzerine kurulmuş sistemin devamlılığının, E. İhsanoğlu üzerinden yürütülmesinden yanadır.

E. İhsanoğlu'nun, geçmişi, yaşam pratiğini gündeme getirip topluma anlatmak yerine, kariyerini, kaç dil bildiğini öne çıkararak, toplumsal güçlere kabul dayatmasında bulunmak, aslan ‘sosyal demokratların’ ahlaki ilkelerine dahi sığmamaktadır.

E. İhsanoğlu geçmişinde, demokrasi, Cumhuriyet düşmanlığı yüklü bir eğitimle yetişmiştir. MHP ve Alparslan Türkeş’in danışmanlığı, ülkücü kadrolarla olan yakınlığı, E. İhsanoğlu’nun demokratik kültüre ne kadar uzak olduğu gerçeğini anlamamız için yeter ve artmaktadır.

Öne sürülen gerekçelerden bir tanesi de, E. İhsanoğlu'nun 15 yıla yakın bir süre, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın, ‘genel sekreterliğinde’ bulunması veya çalışmasıdır. Sormazlar mı? İslam İşbirliği Teşkilatı için de, Demokrasi ile yönetilen herhangi bir ülke bulunmakta mı? Bu teşkilat içinde yer alan ülkelerin, devletlerde, önemli bir bölümünde oligarşik, faşist diktatörler işbaşındadır. Bu ülkelerin, laik seküler, demokrasi talebi olan ülke halklarına verebilecekleri hiçbir şey bulunmamaktadır. E. İhsanoğlu, bu teşkilat bünyesinde çalıştığı süre içinde, bu ülkelerin faşist, gerici yönetimlerini, halklarına yaptığı zulümler için, açık faşist diktatörlükleri için, uyarma gereğini duymuş mu? Yaşamı boyunca, demokrasiden yana ve gerici faşist Arap rejimlerinden, yana olmayan bir tavır içinde bulunmuş mudur?

Veya bizlere, Türkiye halkına, ‘bağımsız ve demokratik’ bir yönetim vaadi’nde bulunanlar, E. İhsanoğlu'nun, ülkemiz ve halklarımız için, ‘vazgeçilmez’ olduğunu iddia edenler, demokrasi ile ilgili bir açıklamasının olduğunu, kanıt olarak sunabilirler mi?

E. İhsanoğlu görücüye çıktığı alanlarda, Menderes ve Turgut Özal’ı kendine örnek aldığını ve Özal’ın, ekonomide ve devlet idare etmede, ‘devrim yaptığını’ iddia edecek kadar zavallı olduğunu açıklamalarından gözlemlemekteyiz.

Bugün ülkemizin ve halklarımızın başına ne kadar bela gelmişse, 12 Eylül askeri faşist diktatörlerinin topluma dayattığı, ekonomik ve toplumsal yönetim dolayısı ile olduğu gerçeğini, Türkiye halkları kendi tecrübeleri ile yeterince tanımaktadır. T. Özal’ın, Türkiye toplumuna uygun gördüğü, 12 Eylül faşist ekonomik ve toplumsal yönetiminin, başında bulunmak ve pilot kabininde yer almaktır. Bunun en bariz örneği; 24 Ocak 1980 faşist ekonomik önermelerin, 12 Eylül faşist darbesi sonucu, iktidar erkini’de, arkasına alarak, uygulaması ve ekonomiyi felce uğratmasıdır.

12 Mart 1971 askeri darbesi sonrası, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına ilişkin, dönemim Nihat Erim hükümetine telkinde bulunarak, idamlarının hızla gerçekleşmesini talep eden, T. Özal’dan nasıl bir demokrasi beklenebilir? E. İnsanoğlu’nun, kendine T. Özal’ı örnek alırsa, Türkiye halkı için sömürü ve talan düzeninin daha da katmerleşeceği anlamına gelmektedir.

Kısacası, R.T. Erdoğan’dan hiçbir farkının olmayacağı, ‘’kırk katır mı, kırk satır mı’’ politikasının bir model olarak sunulması Türkiye halkları, ezilenler için bir anlam ifade etmeyecektir.

Peki, tercih ne olmalıdır? Tabiî ki halklarımız tercihsiz değillerdir. Hâkim güçlerin, kendini ülkenin, ‘efendisi’ olarak kabul edenlerin, bilmesi gereken bir gerçeklik vardır. 1 Mayıs alanlarından, Sivas Madımak’a, Roboskiye. Gezi den, Soma’ya. Geniş bir yelpazeyenin, acılarını harmanlayarak mücadele kanallarına aktarmaktadırlar. Bu realitelerle tecrübe sahibi olan halklarımızın kendi kaderlerini, ‘’kırk satır mı, kırk katır mı’ dayatması karşısında başkalarının ellerine, iradelerine teslim edeceklerine, hiç kimseler aldanmasın. Acılarını ortaklaştıran bu toplumsal güçlerin, kendilerine yakın, sorunlarını dile getiren, mevcut düzen karşısında alternatif olmayı hedef olarak koymuş bir adayı tercih edecekleri gerçeği gözden kaçırılmamalıdır.

Kısacası, 3. Bir yol vardır. Acılarını ortaklaştıran toplumsal güçlerin, R.T. Erdoğan ve E. İhsanoğlu gibi ortak ideolojik zemine sahip olan, aynı pınardan su içmiş, ortak kadere sahip olan, siyasal islamdan gıdasını alan, gerici faşist adaylara teslim olmayacaklarını yeterince algılamalıyız.

Acılarını ortaklaştıranların, 3. Bir tercih olarak, kendi ideolojik dünyalarıyla, ortak veya yakınlıkları olan aday üzerinde yoğunlaşarak oylarını kullanacakları gerçeği asla yadsınamaz. Dayatılan, R.T.E ve E.İ. ile özgür bir toplum değil, mevcut statükonun korunması ve sistemin bütün kurum ve kuralları ile işlerlikte olmasıdır.

Türkiye halklarının, toplumsal güçlerinin talebi ise, Gezi direnişinde, ortaya çıkmıştır. Acılarını ortaklaştıranların ortak talebi, mevcut düzenin değişmesidir!

08.Temmuz 2014