Sevgili okuyucular,

Son günler moda tartışmaların başında yine, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tarafsızlığı konusunda yorumlar gelmektedir.

Cumhurbaşkanı, gerçekten bağımsız ve tarafsız olabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanlığı makamı ne zaman tarafsız davranmıştır. Tarihi boyunca tarafsızlığını koruyamamış durumda olan bir devlet katının bugün neden tarafsız olmadığını savunmak, birazda Abdullah Gül’e, ‘haksızlık’ olmaz mı? Türkiye Cumhuriyeti Devlet Cumhurbaşkanları sürekli olarak taraf olmuşlardır. Sürekli olarak, cumhurdan yana değil, devleti koruma refleksi ile yanlı davranmışlardır. Devleti kim kontrol ediyorsa, hangi sermaye grupları denetliyorsa, Cumhurbaşkanın reflekslerini, taraf olmayı ona göre belirler.

Milli görüş ideolojisi ile yetişmiş, Necmettin Erbakan’ın yanı başında sürekli ayak sürümüş, Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk’le aynı Saray’da bulunmuş, aynı pınardan su içmiş, aynı sofrada yemek yemişler. Onların çemberinden geçmiş ve arkadaşları ile birlikte, Başta başbakan R.T. Erdoğan, AKP kurmayları ile birlikte kendi liderlerini, ‘arkadan hançerleyenlerden’ bir tanesi olan, Abdullah Gül’den Cumhurbaşkanı olunca mı, tarafsızlık bekliyorsunuz. Abdullah Gül den tarafsızlık bekleme durumunda olanlara sesleniyorum. Bütün sesleniş ve sezlenişleriniz boşunadır. Kendinizi aldatmayın, boş hayallere dalmayın, ‘efendi’ler, derim!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, başbakan ve AKP kurmaylarıyla kader birliği yapanlardandır. Bulunduğu makamı, dava arkadaşlarına borçludur. Dava arkadaşlarına, ‘ihanet’ edeceğini beklemek, biraz da, ‘saflık’ olur. Gerçi geçmişte dava arkadaşlarına, liderine ihanet etti ama ABD sermaye çevrelerinin onayı vardı.

Cumhurbaşkanları tüm toplumun kucaklamalı, 76 Milyonun, Cumhurum başkanıdır. Bu nedenle Cumhura kulak vermelidir. Söylemleri yerindedir. Tabiî ki öylede olmalıdır. Ama unutmayalım ki, nasıl bir ülkede yaşadığımızla bir fiil bağıntılı öngörüdür. Bu söylemler, öngörüler. Bir ülke, demokrasi ile yönetiliyorsa, demokrasi kurum ve kurumları işliyorsa, toplumda oluşan bir konsensusla oluşmuş demokratik bir anayasa varsa, öngörülenler ve söylenenler yerindedir.

Cumhurbaşkanı, Macaristan gezisinde, Budapeşte de açıklamalarda bulundu. Önüne gelen yasalarla ilgili, İnternet ve HSYK hakkında görüşleri soruldu. Cevap, ‘ ben kendimi AYM Anayasa Mahkemesi yerine koyamam. Bu cevaptan çıkarılması gereken sonuç, dava arkadaşlarından, ideolojik olarak beslendiği alandan ayrılamaz.

Düşünün, başbakanın ve AKP’nin, Kabataş yalanları ile ilgili Türkiye sarsılıyor. Abdullah Gül, ‘mağdur olanın ailesini tanıdığını’ 

anlatıyor ve ‘geçmişte kalmış’ bir vakanın su yüzüne çıkarılmasına karşı duruş sergiliyor. Bu vakanın toplumda yarattığı tahribatı görmemezlikten geliyor.

Abdullah Gül’ün kendi ideolojisi, kendi stratejileri vardır. Siyasal yönelimlerini, geleceğe ilişkin projelerini, tasavvuf ettiği bir ülkeyi, Türkiye halkının talepleri, demokrasi isteyenlerin talepleri doğrultusunda yapmasını beklemek, ‘saflık’ olur.

Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan, Abdullah Gül, Milli görüş geleneğinden gelmiş, ılımlı İslam projesi doğrultusunda ABD desteği ile organize edilen bir partide yer almış bir kişiliktir. Ben, ‘büyük Ortadoğu projesinin’ eş başkanıyım diyen bir başbakanın, yakın mesai arkadaş kimdir. Abdullah Gül değil mi’dir?

Komşumuz Suriye de bu kadar katliam yaşanırken, bu katliamlarda çetelerin paramiliter grupların, insanlık dışı yöntemlerle, katliamlarla boy gösterirken, bir cümle, kelime kınama ifade eden söz duydunuz mu? Neden, çünkü iktidar partisi, zihinsel bütünlük içerisindedir.

Gelelim HSYK ve İnternet yasasının onaylanması sinyallerine. Abdullah Gül dava arkadaşlarından farklı mı, düşünüyor zannediyorsunuz. 

Yanılıyorsunuz, ‘efendi’ler. Ayrıntılara ilişkin farklılık olabilir. 

Bu doğal karşılanmadır.

Özünde bunların yok birbirinden farkı. Bunu anlamak için kâhin olmaya gerek yok. Bizim gibi ülkelerde, devlet başkanları, sürekli olarak, ‘devletin bekasını’ ilk planda tutarlar. Demokrasi ile idare edilmeyen ülkelerde, ‘devletin bakası’ devlete hâkim olan güçlerin, özelliklede sermaye çevrelerinin çıkarlarını korumak esastır.  Mevcut durum da, devleti kontrol eden yeşil sermaye çevrelerinin çıkarlarının korunmasında devlet katında, ‘makbul’ görülmektedir. İktidarları, devlet başkanlığı makamını, emniyeti, yargıyı, kısacası, yasama, yürütme, yargı organlarını var olan realiteden ayrı düşünmek ve beklenti içine girmek, ‘saflık’ olur.

Hala 1982 askeri faşist anayasası ile idare edilen, bu anayasaya uygun seçim yasalarıyla oluşturulan parlamento, yasama kurumu, bu kurumun yön verdiği, başta Cumhurbaşkanlığı makamı olmak üzere, seçtiği, atama yaptığı makamlardan demokratik davranmasını, adil davranmasını beklemek, ‘saflıktan’ başka bir şey olmaz.

Ama inanın beklentilerimizi, hayallerimizi, ideallerimizi gerçekleşeceği bir düzen kurulduğunda, yanılmayacağız. Böyle bir düzünde, bizimde başbakanımız, bizimde devlet başkanımız, demokratik kurum ve kuruluşların işlediği bir demokrasimiz olacaktır. Böyle bir düzen oluştuğunda, devlet başkanı, başbakan tarafsızlığını koruyacaktır.  İnanın bütün bunlar uzak değildir. Yeter ki, yüreğimizdeki cevher kararmasın!

O’ zaman şimdilik, Abdullah Gül’e, ‘haksızlık’ etmeyelim. Kendi görevini yapıyor.

  Bir başka yazımda buluşmak dileği ile

17 Şubat 2014  

Twitter: AliekberP

Facebook: aliekberpektas