İyi ki edebiyat var! İyi ki romanlar var! İyi ki herşeye rağmen hâlâ yılmadan-yorulmadan yazanlar ve okuyanlar var!!!

***

Yıkıcı önce kendini yıkarak başladı işe.”

Muzaffer Oruçoğlu’nun Çıplak ve Özgür adlı romanının 2002 tarihli ilk baskısı, benim okuma yolculuğumun ilginç bir zamanında ve yaklaşık bir 4-5 yıl önce tesadüfen düşüvermişti elime. Dünyanın ilk öykü yazarı olarak bilinen İtalyan yazar Giovanni Boccaccio(1313-1375)’nun Decamerone adlı yapıtından, küçük bir öykü çevirmek için parçalandığım bir andı. 14.yüzyıla ait bu yapıttaki öykülerde; kadın-erkek kavramlarına, cinsiyetler arasındaki uçurumun oluşum aşamalarına, cinsiyetlerin hakları arasında büyük bir uçurum oluşturularak yapılan yasalara-‘insan haklarına’, yani haksızlıkların yasalarla nasıl normalleştirildiğine özellikle vurgular yapılmaktaydı.

İşte tam da böylesi benzer içerikli iki kalem arasındaki bir okuma yolculuğunda, 14. yüzyıldan 21. yüzyıla fırlamışken, Çıplak ve Özgür’deki günümüz insanının; kâh yüzyıllar öncesine dokunuşlarına, kâh yüzyıllar sonrasının hayallerine kapılışlarına eşlik ettim. Bu yüzden olsa gerek; “bu romana biraz daha el atılsa, keşke dil ayarı kaçan yerler kendine getirilse. Bunca birikimi aktarmak için sarfedilen emek ve okunası bir roman heba olmasa...” diyerek çok hayıflanmıştım!

İlk baskısının üzerinden yıllar geçmesine rağmen romanın düzeltilmiş haliyle yeniden basıldığını okuyunca, yeni baskısını edinmenin acelesine düştüm. Romanı okudum. Bahsettiğim dil ayarı bozuklukları giderilmişti! Bu bana tarifsiz bir memnuniyet yaşattı.

***

Edebiyat, herkesin yazdığı ya da okuduğu bir çağda ayrıcalığını yitirir ki bu, edebiyatın özgürlüğü fethetmesi demektir. Herkes yazarsa yeryüzü kitap mezarlığına döner; dönsün... Her yazar bir sinek, her zerrecik de bir kitaptı.”

Bir Avusturalyalı kadının “Mesleğin ne?” sorusuna, “romancılık” diye yanıt verendir Mahmut. Avusturalya yerlileri ile göçmenlerin, ortak yaşam alanlarında ya da birebir buluşmalarındaki çeşitli hallerinin, ya dinleyicisi ya da bizzat öznesidir. Ayrıldığı eşi Melis’ten tutalım da kafası karmakarışık sohbetdaşı Çavuş’la yaptığı sohbetlere dek; insanın doğasındakiler de dahil tüm devrimlerin, cinsiyetler arasına açılan uçurumların, bugünkü gözlerimizin alıştığı bedenler üzerindeki rötuşların tarihine ve daha nice düşünce-yaşam yolculuklarına dalınır Mahmut’la.

21. yüzyıla gelindiğinde ÇIPLAKLIK, hem de çıplanılarak ne kıyafetler giyinir! ÖZGÜRLÜK, hem de gönlünden ne geçerse yapılarak nasıl tutsaklaşır!

Evler, farklı güzelliklere kapalıdır, Martha. Evler, insan özgürlüğünün hücreleri haline getirilmiş. Bu hücrelerin mahkumları bellidir: Karı, koca ve çocuklar.”

Düşünceme zincir vurmuyorum,” diye çıkıştı Martha, “bu ilk özgürlüğümdür. İnsani olan tüm eğilimlerimi pratikte yaşamaya çalışıyorum; bu, ikinci özgürlüğümdür. İçimdeki yeteneklere kendilerini ispatlama olanağını sunmaya çalışıyorum; bu, üçüncü özgürlüğümdür. Başkalarının özgürlüğü için mücadele ediyorum; bu, dördüncü özgürlüğümdür. Yıkmayı kendimden başlatıyorum; bu ise çıplaklığımdır.”

Bunlara itirazım yok. Ama ben, özgür olmayan bir toplumda, özgür bir bireyi hayal etmekte zorlanıyorum.”

***

Bir roman yazarken, “Genç Bir Kızın Hayatı, Gülcan Samanlı” girişli yayınlanmamış bir roman çalışmasını değerlendirmek için de kolları sıvayandır Mahmut. Bu yolculuğu da bütün yolculuklar içerisine karışır. Yoğun sohbetlerden, tartışmalardan, okumalardan sonra hep derin bir nefes alıp, insanı ve hayatı değerlendirmeye koyulandır. Güzel hayaller kurmaktan da asla vazgeçmeyendir.

Modern yaşamın ormanla ve hayvanlarla, onlara zarar vermeden iç içe yaşayışını, ilerledikçe onlarla anlayış birliğine varışını hayal etti.

İşte insan,” diye konuştu kendi kendine. “Zamanın ve uzayın bilinç altını zorlayan korkunç kıvılcım. Bitip tükenmeyen büyük kargaşa. Şeytanın oyuncağı ve tanrısı. Işık tünelini kendi kalbinden başlatan seyyah.””

***

Oruçoğlu’nun dili akıcıdır zaten. 21. yüzyılın dizilerinin, filmlerinin, romanlarının MERAK silsilesi içerisinde tüketmez sizi. Bir konuya olta attırıp, o konu oltaya gelip canını çıkarana kadar da tüketmez sizi. En çözümsüz sorunlarda dahi, sorunların içerisinde boğulmanıza izin vermez. Mizahıyla, tarihsel bilgilerle ya da hayallerle açıverir önünüzü.

Çıplak ve Özgür de böyle; tam da Oruçoğlu dili kokan, telaşsız ve çıkmaz sokaksız bölümlerden oluşan bir roman. Bu romanda çıkmaz sokaklara değil, henüz sonu görünmeyen düşünce dünyalarına dalacaksınız. Düşüncelerin iç dünyamızda noktalandığı yer ise, şüphesiz ki her okurun kendi kendisiyle attığı adımlar kadar olacaktır.

İnsanlığın; alışkanlıklarla tutsaklaştırıldığı, gelenek-görenek bataklıklarında kör edildiği bu “modern çağda”, Çıplak ve Özgür’e el atıp göz değdirenlerin çok olması umuduyla...

Kitabın Künyesi: Muzaffer Oruçoğlu, Çıplak ve Özgür.

Belge Yayınları, 2020.