Son köşe yazımızı »Gördüklerimiz, rejim için sonun başlangıcıdır. Hızlandırmak elimizdedir« cümleleriyle bitirmiştik. Tespitimizin hâlâ geçerli olduğu iddiasındayız. Seçim sonuçlarını tuhaf bir naiflikle okuyanlardan itiraz geleceğinden, biraz baştan başlayarak bunu gerekçelendirmeye çalışalım.

Seçimler adil ve demokratik değildi. Bunu herkes kabul ediyor. 2010 Anayasa Referandumu ve bilhassa 16 Nisan 2017 sonrasında rejimin diktatoryal karakteri fiiliyat kazandı. Bu koşullar altında demokratik bir seçim, dolayısıyla diktatörlüğün seçimle gitmesi olanaklı değildir. Zaten komünistler bu nedenle boykotu tartışmış, ama başta HDP ve CHP’nin seçimi kabul etmeleriyle, bunun olanaksızlığı görmüşlerdir.

Gerici-faşist ittifakın seçim zaferini manipülasyon ve hile suçlamalarıyla açıklamak yeterli değildir. Diktatörlük elbette hileye başvurmuştur, ancak ekonomik krize rağmen hem geniş seçmen tabanını mobilize etmeyi, hem de sermaye fraksiyonlarını neoliberal düzenin istikrarını koruyabileceğine ikna etmeyi başarmıştır. Gerici-faşist ittifak nihâyetinde diktatörlüğe toplumsal rıza yaratabilmiş ve aynı zamanda burjuva muhalefetini deklase edebilmiştir. Her türlü baskıya rağmen barajı aşabilen HDP ise, rüştünü kanıtlamıştır.

Rejim, baskın seçimle emperyalist güçler karşısında kaybettiği itibarı yeniden kazanmayı ve kırılgan iktidar ilişkilerini stabilize etmeyi hesaplamıştı. Şimdilik bunu gerçekleştirebildi. Şimdilik diyoruz, çünkü gerici-faşist ittifakın iktidarı hâlâ kırılgan. Yeni hükümet uluslararası mali piyasalara seçim öncesi verdiği sözleri yerine getirmek zorunda. Bunlar ise, AKP ve MHP’nin nispeten iyi gelirli taraftarlarını dahi olumsuz etkileyecek sert tedbirler gerektiriyor. Yoksulluğu ve iflasları yaygınlaştıracak ekonomik tedbirleri uygulamak içinse, devletin baskı ve şiddet aparatının güçlendirilmesi zorunlu. Kürt sorunundaki çözümsüzlük ile Ortadoğu gerçeklerini saymıyoruz bile.

Evet, gerici-faşist ittifak seçimden güçlenerek çıktı, ama bir – iki yıl nasıl ayakta kalabileceği belli değil. Çoklu kriz ortamının derinleşeceği gün gibi ortada ve kriz yönetiminin, iktidar tabanının da katılacağı büyük protestolara yol açması hayli olası. O nedenle, rejim son demlerini yaşıyor diyoruz.

Evet, devrimci-demokratik güçler için koşullar ağırlaşacak, ama yeni fırsatlar da doğacak. Seçim öncesinde Fırat’ın Doğusu ve Batısı arasında belirginleşen dayanışma tavrı daha fazlası için umut yaratıyor. Burada görev devrimci güçlere ve Kürt Özgürlük Hareketine düşüyor: direniş odakları arasında köprüler kurmak, modern-kentli katmanları demokratik mücadele içine çekmek, sermayenin çoktan ilân ettiği sınıf savaşını kabul ederek, çoğunluğu sömürülenlerden oluşan Sünni-muhafazakâr kesimlerle sınıfsal ilişkiler geliştirmek ve sokağı harekete geçirmek. TEKEL ve Gezi deneyimleri, barikat yoldaşlığının yaşanmış olması, CHP ve HDP tabanlarının birbirlerine yakınlaşması ve her şeye rağmen milyonlarca seçmen bu görevi yerine getirmek için küçümsenemeyecek bir temel oluşturmaktadırlar. Yeter ki basiretli olalım, tek çıkış yolu olan sınıf mücadelesi geliştirelim. O nedenle »rejimin sonunu hızlandırmak elimizdedir« diyoruz. Bu hâlâ mümkündür, tek engel kendi basiretsizliğimiz olacaktır.

30 Haziran 2018