Türkiye dört yıl önce, beş gün arayla iki darbe yaşadı:

Biri 15 Temmuz askeri darbesi, diğeri 20 Temmuz sivil darbesi…

İlki başarısızlıkla sonuçlandı; ikincisi başarılı oldu.

İlkinin 2.’yi başarmak üzere kurgulandığına inanan çok; ister ona inanın, ister 15 Temmuz’un “Allah’ın bir lütfu” olduğuna; sonuç aynı:

Erdoğan, bu “lütuf” sayesinde “darbe içinde darbe” yaptı ve 70 yıllık parlamenter rejimi yıkıp yerine bir tek adam diktası inşa etti.

Darbe gecesi halkı kendisine siper etmiş, taraftarlarını sokağa dökmüş, muhaliflerini eve tıkmıştı. Kamuoyunu, otoriter bir rejimin zorunluluğuna ikna etmişti.

“Ortak tehdide karşı ortak mücadele” çağrısıyla muhalefet partilerini yanına çekmişti. Önünde engel olarak gördüğü ordunun dişlerini sökmek için eşsiz bir fırsat yakalamıştı.

Usta işi bir manevrayla, onyıllardır işbirliği yaptığı Fetullah Gülen’i şeytanlaştırıp bütün muhaliflerini onun işbirlikçisi ilan etti ve Türkiye tarihinin en büyük tasfiyesine girişti.

20 Temmuz gecesi ilan edilen Olağanüstü Hal, yedi kez uzatıldı. Erdoğan, bu baskı rejimi altında, kılpayı çoğunlukla anayasayı değiştirip başkanlığını ilan etti.

Artık sözü emirdi; ülkeyi iki yıl kanun hükmünde kararnamelerle yönetti.

“Darbecileri cezalandırıyoruz” kılıfı altında bütün muhaliflerini hapsetti. Resmi rakamlara göre:

600 bin kişiye işlem yapıldı.

300 bin kişi gözaltına alındı.

100 bin kişi tutuklandı.

100’e yakın yeni cezaevi yapılıp dolduruldu.

125 bin kamu görevlisi meslekten ihraç edildi. 20 bini askerdi.

Rejimi oluşturan 4 güçten Meclis işlevsiz hale getirildi, yargı bağımsızlığına son verildi. 4. kuvvet sayılan medya da 200 kuruluşun kapatılmasıyla susturulunca ülke tam kontrol altına alınmış oldu.

Erdoğan, 5 gün önce darbe girişiminin bastırılışını kutlamıştı; bugün kendi darbesinin başarısını kutluyor. 15 Temmuz’da asker süngüsünden kurtulan Türkiye, 20 Temmuz’dan beri polis copuyla yönetiliyor. Ben fark göremiyorum; ya siz?