‘Gerçek aydın karanlıkta ışıldayan bir yıldızdır.’

Yıllar önce Almanya’da haftalık Zeit (Zaman) Gazetesi’nde ilginç bir makale yayınlanmıştı: Wer hat Angst vor Ütopien ?(Ütopyalardan kim korkar?).

Yazı şöyle başlıyordu: ‘Bir an şu durumu göz önüne getirelim. Diyelim ki, bir avuç tarihçi bir araştırma yapıyor, düşünce üretiminde bulunan entelektüellerin yazılarını, makalelerini gözden geçiriyor. Onların en çok kullandıkları kavramları, işledikleri konuları araştırıyor. Araştırmanın sonucu şok yaratırdı. Çünkü bu entelektüellerin yazılarında ‘gelecek tasarımı’, ‘politik fantezi’ , ‘ütopya’ ya da ‘alternatif toplum’ gibi kavramlara rastlanmazdı. Entelektüeller tarafından geçmişte sevilerek kullanılan bu kavramlar, şimdi ‘çağa egemen olan düşüncenin’ etkisi nedeniyle tarihin çöp sepetinde bulunurdu.’

Bu sonuç Avrupa’daki son 40 yılın entelektüelleri konusunda bir tabloyu canlandırmaktadır: Ütopyalarını yitirmiş entelektüeller. Özellikle Fransız filozofu Derrida’nın etkisinde olan Alman entelektüelleri, ‘gelecek toplum tasarımı’, ‘eşitlik’ gibi kavramlardan uzak durmaya çalışmaktadırlar. Adil bir toplum isteminde bulunmanın baskıya ve totaliterliğe yol açtığını iddia etmektedirler. ‘Eşitlik’ ve ‘adil toplum’ düşüncelerinin bazı yanlış uygulamalarından hareket ederek, toplumsal değişime karşı durmaktadırlar. Bir düşünürün deyişiyle, oyun oynarken kirlenen bir çocuğu, yıkayarak kirli suyu atmak yerine, çocuğu da birlikte atmak istemektedirler.

Entelektüellerin apolitikleşmesi ve toplumsal eleştiriden kaçınmaları, hem geçmişi hem de geleceği, güncel olana mahkûm etmeye çalışmak demektir: Bugünü yaşamakla yetinin!

Batı entelektüellerinin, gerçek toplumsal sorunlardan kaçması Alman filozofu Nietzsche ile başladı. Nietzsche, radikal kültür eleştirisi maskesine sığınarak, gerçek güncel ekonomik ve toplumsal sorunlardan uzak durmuştu. Kültürel sorunlara dikkat çekerken, asıl toplumsal sorunları gizlemeyi başarmıştı. Entelektüellerin ilgi alanlarını başka alanlara çevirmede etkili oldu. Entelektüeller için, toplumsal sorunlardan uzak, apolitik bazı ‘entelektüel uğraşı alanları’ yaratıldı. Böylece onlar hem sistem içinde statüleri muhafaza edebilmekte hem de zihin jimnastiği yapabilmektedirler.

1970’li yıllarda Nietzsche’nin gündeme getirilmesi rastlantı değildir. Felsefe, apolitikeşmiş ve toplumsal eleştiriden kaçmaya başlamıştır. Batı entelektüelleri, toplumsal sorunlardan uzak duran yeni felsefi akımların etkisi altındadır. Yapısalcılık, post yapısalcılık ve postmodern felsefeler, apolitikeşmiş ve toplumsal eleştiriden uzak duran entelektüellerin at koşturmaları olmuştur. Üniversite gençliği böylesi diplomalı Prof. entelektüellerin etkisinden henüz sıyrılmış değil.

Oysa bazı tarihçi-sosyologlara göre kapitalizm hem bir kriz içerisinde hem geçiş süreci yaşamaktadır. Böylesi bir geçiş süreci ise alternatif toplum perspektiflerine olanak sunmaktadır. Her geçiş süreci, o sürece müdahale eden düşünce ve pratikler tarafından biçimlenir. Geçiş sürecinde en gereksiz olanlar toplumsal vizyonu ve ütopyası olmayan entelektüellerdir. Böylesi entelektüellerle hesaplaşmadan, politik açılımın önündeki engelleri aşmak kolay olmayacaktır. Bu nedenle yeni bir toplum tasarımı olan, vizyon sahibi yeni tipte aydınlara gereksinim vardır.

İnsanlığın dayanışmacı geleneklerini koruma ve yeniden geliştirme azim ve kararlılığı içinde olmamız gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.