Beklenildiği gibi 28 NATO ülkesinin dışişleri bakanları Türkiye’nin isteğini yerine getirip, Patriot hava savunma sisteminin Türkiye-Suriye sınırında konuşlandırılmasını onayladılar. Merkel hükümeti de onayını verdi. Alman parlamentosu da muhtemelen, Sol Parti haricinde bütün Alman partileri ile bu adıma evet diyecek.

»Patriotlar savunma amaçlı« yalanına hükümete yakın gazeteler bile inanmıyor. Peki, o zaman asıl amaç ne? Yanıtı farklı açılardan, büyük resme bakarak aramak gerekiyor.

Almanya açısından baktığımızda, Almanya’nın jeostratejik çıkarlarını korumak için hızla savaşı siyasetin aracı yapma yolunda ilerlediğini görebiliriz. Silah üretimi, iç ve dış politikanın militaristleştirilmesi, egemen politika-medya-akademi ilişkisi ve yürürlükteki »Savunma Politikaları Yönergesi« bağlamında Almanya’nın »dünya piyasalarına ve hammadde/enerji kaynaklarına engelsiz ulaşımı« askerî araçlarla güvence altına alma ısrarı, Patriot kararı ile bir kez daha belirginleşmiştir.

Zaten Türkiye, Alman ordusu için son derece önemli bir mevziî hâlindedir. Örneğin 2014’den itibaren biçim değiştirecek Afganistan İşgali kapsamında Alman askerleri, silahları ve teçhizatının Afganistan’dan Almanya’ya nakliyatı için Trabzon’da bir askerî lojistik merkezi kurulacak. 300 askerin yerleştirileceği merkez için parlamento onayına gerek yok. AKP hükümeti çoktan onayını verdi bile.

Türkiye açısından bakarken, salt Suriye bağlamına odaklanmak yetersiz olacaktır. Patriot hava savunma sisteminin Kürecik’teki NATO radarını, İncirlik Üssü’nü ve TSK’nin bölgede konuşlandırdığı 150 bin askerlik personel ile tank ve topçu birliklerini, uçak ve helikopter filolarını da koruyacağı göz önünde tutulursa, NATO’nun aldığı kararın – bilhassa olası bir İran savaşındaki – stratejik önemi görülebilir.

Ancak bu noktada Türkiye egemenlerini sadece »taşeronlukla« suçlamak da yeterli değil. Çünkü, NATO güçleri ile olan tüm ortaklığa rağmen, Türkiye egemenlerinin spesifik stratejik yönelimlerini ve bölgesel emperyalizm hırslarını da unutmamak gerekiyor. Türkiye sermayesinin Ortadoğu ve Afrika’daki yatırımları, Koç Holding gibi büyük sermaye grupları ile bütünleşen askerî-sanayi kompleksi ve »Yeni Ortadoğu Pastası«ndan alınması umulan pay, bu politikaların askerî araçlarla güvence altına alınmasını gerekli kılmaktadır.

Diğer yanda Türk devletinin Kürt Sorunu’nu topyekün imha yöntemiyle »ebedî çözüme« ulaştırmak istemesi ve Batı Kürdistan’daki özerklik girişimlerini »ana rahminde boğma« arzusu da Patriotların konuşlandırılması ile doğrudan bağlantılı olarak ele alınmalıdır.

Patriotların Türkiye’ye yerleştirilmesi kararını bölge ve küresel stratejiler açısından değerlendirdiğimizde ise, emperyalist güçlerin »Tahran’a giden yolu« Şam üzerinden açmaya çalıştıkları ve Rusya-Hindistan-Çin üçlüsünün küresel konumlanışını zayıflatmak, yakın gelecekte beklenen içme suyu, enerji taşıyıcıları ve hammaddeler üzerindeki egemenlik savaşlarında Batı’nın egemen konumunu korumak için »Tahran’ın düşmesini« amaçladıkları tespitinde bulunabilir; İran’ın etrafını saran ABD üslerinin, Hint Okyanus’u ve Pasifik’deki ABD filolarının, devriye gezen uçak gemilerinin, Türkiye dahil diğer NATO ülkelerinin deniz kuvvetlerinin dünya denizlerindeki varlığının, Afganistan-Pakistan-Kafkaslar ve Orta Asya’ya yönelik NATO politikalarının bu çerçevede uzun vadeli bütünsel bir stratejinin puzzle parçaları olduklarını görebiliriz.

Aynı şekilde, karar merkezini Suriye’den Katar’a taşıyan Hamas ile İsrail’in, ABD’nin hamiliğinde Gazze’de bu kadar çabuk ateşkes imzalamalarını, bu ateşkes çerçevesinde Erdoğan’ın ekarte edilerek Mısır’daki islamistlerin öne çıkartılmasını ve Kuzey Afrika’daki islamist grupların bir zamanlar »Şeytan« ile eşdeğer gördükleri Batı’yla girdikleri işbirliğini bu büyük resmin içerisinde ele almak anlamlı olacaktır.

Büyük resme bakınca görülen bu meşum jeopolitik-jeostratejik oyunun gerek Türkiye, gerekse bölge halkları açısından ne denli tehlikeler taşıdığı ortaya çıkıyor. AKP hükümeti ve Türkiye egemenleri ülkeyi bölgede gelişmesi muhtemel askerî ihtilaflarda bir numaralı hedef hâline getiriyor ve ülkenin geleceğini ağır bir ipotek altına sokuyorlar.

Kanımca Türkiye’de barış, demokrasi, sosyal adalet, özgürlük kaygısı taşıyan tüm güçlerin en ivedi görevi, bu tehdite ve büyük resme bakarak »şapkalarını önlerine koymak« ve temsilî demokrasinin karikatürünü meşrulaştırmak yerine, barışın ve gerçek demokrasinin tesis edilmesi için harekete geçmektir. Temel meydan okuma, bu tarihsel sorumluluktur.

8 Aralık 2012