- Bugün günlerden ne?

- 4 Şubat Pazar...

- Pazarı boş ver. Madem 4 Şubat, günlerden Zabel olsun mu?

- Olsun... Olsun da neden? Zabel ne? Ya da kim?

- Nedeni sorunun içinde zaten. Zabel´in bilinmeyen, görünmeyen varlığında. Ama bu yazıyı okuduktan sonra nereye baksan, inan orada Zabel´i hemen farkedeceksin. Denize, toprağa, ve hatta havaya bile sinen, kırgın ama yine de direngen bir mentalitedir Zabel. Gücünü derinliğinden alır. Derinliği bu coğrafyanın tarihsel ve kültürel zenginliğinden gelir. Doğum günü 4 Şubat... Yani 4 Şubat 1878´de İstanbul´da doğmuş.

- Ölüm tarihi...?

- O yok...

- ???!!!!

Entellektüeller bilsin diye...

İstanbul´da entellektüeller her buluşup söyleştiklerinde "Vay be, bu sokaklardan bir de Zabel Yesayan geçmiş..." desinler diye bugün günlerden Zabel olsun.

Çünkü Zabel Yesayan Üsküdar´da varlıklı bir Ermeni ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş. Babası onun eğitimine o kadar çok önem vermiş ki, o da bu önemi boşa çıkarmayıp taaa Paris´e gitmiş. Oradaki Sorbon üniversitesinde edebiyat ve felsefe dersleri almış. Buyüzden üniversite okuyan ilk Osmanlı kadını olarak da bilinir.

Çok genç yaştayken yazmaya başlamış Zabel. Kendine güvenen ve konuşmalarıyla dikkat çeken bir edebiyatçı olarak dönemin entellektüel toplantılarında yer almış. Ermenice yayınlanan gazete ve dergilerde politik konulardaki yazıları, ve hatta ilk romanı(Bekleme Odasında) yayınlanmış. Kitaplarını hem Ermenice hem Fransızca yazarken, bir yandan da çeviriler yapmış.

Ressam Tigran Yesayan ile evlendikten sonra -biraz da Abdülhamid´in istibdad rejiminden dolayı- onunla birlikte Paris´e yerleşmiş. 1908´de İttihad ve Terakki hükümet darbesiyle iktidara gelince, -pek çok Osmanlı aydını gibi- Zabel de eşiyle birlikte coşku içinde İstanbul´a geri dönmüş. Ancak o coşku kısa sürede hayalkırıklığı ve ardından korkuya dönüşmüş. Çünkü başlangıçta "devrim" gibi görünen II. Meşrutiyet dönemi malesef 1909´da Adana´da(Klikya) Ermeniler´e yönelik katliamla devam etmiş. Soykırımın başlangıcı 24 Nisan 1915´te ise yüzlerce Ermeni aydın evlerinden alınıp ölüm yolculuğuna sürülürken, arananlar listesinde -tek kadın olarak- Zabel Yesayan´ın da adı varmış. Senin anlayacağın; İstanbullu entellektüel Zabel bir hastahanede çarşafa bürünüp Müslüman bir kadın kılığına girerek, kaçmayı başarmış. Bir daha da İstanbul´a, yani doğup büyüdüğü şehre ayak basma şansı olmamış.

Feministler bilsin diye...

Feministler Türkiye´deki feminizmin tarihini yazarken sakın Zabel Yesayan´ı unutmasınlar, hatta onun adını listenin en başına yazsınlar diye bugün günlerden Zabel olsun.

Zabel daha 17 yaşındayken -günlerden birgün- dönemin en tanınmış feminst yazarlarından Sırbuhi Düssap ile karşılaşmış. Sırbuhi Düssap ondaki yazarlık isteğini ve azmini görünce, bir kadın olarak erkek toplumu hakkında uyarmak istemiş. Ancak Zabel bu uyarıları fazla dikkate almadan -ya da tam tersi dikkate aldığından-, erkeklerin hakim olduğu, söz söylediği politik çevrelere girmiş. O çevrelerde bilgisi, cesareti ve nesnel görüşleriyle kendini kabul ettirmiş.

Çoğu öğretmenlik yapan diğer feminist kadın arkadaşlarından da farklıymış Zabel. Geçimini tamamen gazetecilik ve yazarlık yaparak sağlamış. Üstelik sadece kadın sorunuyla değil, politik olan her sorunla ilgilenmiş. Böylece bir kadının doğurganlıktan kaynaklı sezgisel-barışcıl bakışını da erkeklerin hakim olduğu her yerde çekinmeden dile getirmiş. Mesela Balkan savaşları hakkında yazdıkları bu nitelikteki yazılardır ve bu yazılar bugün de kadınların savaşa karşı daha aktif olması gerektiğinin ispatıdır. Örnek:

"(...) Felaket ölümcül gölgesini başkentin en huzurlu evlerine kadar yayıyor. Fakat her aile sadece kendi askerini düşünüp onu ölüm tehlikesinden uzak tutmak için çare arıyor; (...) ve herkes bu talihsizliği kişisel bir felaket olarak algılıyor. Kimse resmin bütününü, dehşetin büyüklüğünü kavramıyor; kimse gerçekten bir savaş olduğunun ve her an kan döküldüğünün farkında değil."
(Zabel Yesayan, Pavagan E – Yeter, 1912, s.162, s.164)

Sosyalistler bilsin diye...

Sosyalistler sosyalist Zabel Yesayan´ın Sovyet Rusya´da nasıl soruşturmaya uğrayıp haksız yere Sibirya´ya sürüldüğünü bilsin diye, bugün günlerden Zabel olsun.

İstanbul´dan kaçışının ardından önce Bulgaristan daha sonra Bakü´de kalan Zabel Yesayan bu sürede hayatta kalan Ermeni yetimleri için yardım ekiplerinde çalışmış. Ancak 1921´de nihayet Paris´e geri dönüp ailesinin yanına yerleşebilmiş. Eşinin ölümünden sonra Erivan hükümeti tarafından davet edilince, 1933´te gidip oraya yerleşmiş. Üniversitede Batı Ermeni Edebiyatı ve Fransızca dersleri verirken, -yıllarca yazılarında sosyalist fikirleri savunan ve hatta net bir şekilde Ermeni milliyetçilerini eleştiren Zabel- 1937´de Stalin hükümetinin gazabına uğramış. Düşün ki en çok kendisi eleştirdiği halde, "Ermeni milliyetçiliği" yaptığı gerekçesiyle Sibirya´ya sürülmüş.

Sürgüne gönderildikten sonra artık başına ne geldiği bilinmiyor. Elde olan en son belge, onun Bakü´den ailesine yazdığı kısa bir mektup. O da 1943 tarihli...

- Yani 1943´te ölmüş olabilir.

O belli değil daha.

- Nasıl...?

Yani ölüp ölmediği...

- ....????!!!!!

Baksana şu denize... Suya elini sok bi... Toprağa dokun, havayı kokla... Sence bunca acı, katliam, zulüm varken, insan nasıl hala ayakta? Başta dediğim gibi, kırgın ama yine de direngen bir mentalitedir Zabel Yesayan. Nasıl anlatsam...? İşte bu coğrafyanın bir parçası... İçimizden biri. Hatta içimizdeki...

- Peki... En iyisi bugün günlerden Zabel olsun.

Olsun.

Köln, 04.02.2018

Soné Gülyan

İstanbul Kadın Müzesi ( www.istanbulkadinmuzesi.org/zabel-yesayan )