Bu yazımda Avrupa'da zorluklar altında yaşayarak bir jenerasyonun nasıl yok olduğunu yazacağım. 

60'lı yılların başında savaştan çıkan Alman ekonomisinin ve ülkenin yeniden inşası için iş gücüne ihtiyaç duyulmuştur. 

Almanya, sırasıyla İtalya, İspanya, Yunanistan, Türkiye ve Tunus'tan iş gücü getirmiştir. 

Gelenler ülkenin dilini, ananesini ve kültürünü tanımadığı halde tahta bavullar ile Avrupa ülkelerine geldiler. Genellikle ikinci paylaşım savaşından çıkmış ve yerle bir edilmiş ülkeyi, gece gündüz çalışarak bu seviyeye getirdiler. 

Bunlar başlangıçta birkaç sene çalışıp para biriktirip kendi ülkelerine geri döneceğini düşünmüşlerdi. İçlerinden çok azı birkaç sene sonra kesin olarak geri döndü. Bazıları da getirmiş oldukları tahta bavullarını her an için hazır tutarak geri döneceğim düşüncesi ile uzun yıllar sonra emekliye ayrılmışlardı. 

Bu insanlar için iş verenler Avrupa'daki hükümetler yeteri kadar sorunlarına sahip çıkmamışlardır. Kendi sorunları ile baş başa bırakılırken dil ve kültürel ögeleri öğrenmek için bir olanakta sağlanmamıştır. 

Bunlardan çoğu fabrikaların yanlarındaki barakalarda yaşadılar. Yaşamış oldukları Avrupa toplumunun içine dahi giremeyenler olmuştur. Hatta iş verenlerden "biz işgücü çağırdık ama insanlar geldi" diyenler de olmuştur. 

Daha sonra ailelerini yanlarında getirenler de olmuştur. Birinci nesilin hayata veda ettiğini yazmak yanlış olmayacaktır. 

Frankfurt'ta 1965 yılında iki İtalyan cadde de yüksek sesle İtalyan müziği çaldıkları için yurtdışı edilmiştir. Gerekçe olarak da kamuoyunun düzenini bozdukları söylenmiştir. 

Almanya 1973 yılına kadar dışarıdan işgücü getirdi. Daha sonra durdurdu. Ülkeye gelen iltica göçleri ile geri kalan iş gücü ihtiyacını sağlamaya başladı. 

Bugün Almanya'nın bir göçmen ülkesi olacağını o zamanda düşünen olmamıştır. Günün birinde Almanya'nın bazı büyük şehirlerinin Belediye Başkanlarının göçmen kökenli olacağı hiç akılara gelmemiştir. Bugün yaşamın tüm alanlarında göçmen kökenliler vardır. Günlük yasamda horlanmalar, milliyetçilik ve ırkçılığa rağmen birinci nesil göçmenler barış içinde yaşama örneği sergilemişlerdir. Bu ülkelerde büyük bir başarı ve biyografileri ile kendilerinden söz ettirdiler. 

Birinci nesil göçmenlerin işlenmemiş çilesi hala büyük bir sosyal görevi temsil ediyor. Çünkü emeklilik çağının başlamasıyla travma yoluyla yaşamları sona ermiştir. Yaşam öyküleri ile yaşamış oldukları toplumlarda söz sahibi olma şansı yoktu. 

Üretimden başka görevleri olmayan, oldukça zor şartlarda toplumların dışında yaşamışlardır. Geçmişlerine bakıldığında topluma çok az uyum sağlayabilmişlerdir. 

Yarım asrı aşkın süredir yaşamlarıyla Avrupa toplumlarında başarılı olmaya çalışmışlardır. 

Genellikle Almanya da her türlü horlanmalara, aşağılanmalara maruz da kalmışlardır. Bunlar üzerine yaşam tarzları çeşitli kitaplar, yazılara, filmlere konular dahi olmuşlardır. 

Yaşamış oldukları toplumun parçası olarak görülmeyen bu nesillere “Gastarbeiter” yani misafir isçi gözüyle bakılmıştır. 

Bir kesimi emekliye ayrıldıktan sonra kendi ülkelerine temelli dönüş yaparken, bir kesim de yılın altı ayını kendi ülkelerinde ve diğer kalanı da Avrupa da geçirmişlerdir. Ailelerini yanlarına getirenler olduğu gibi, çocuklarından ve torunlarından kopamamışlar ölene kadar gidip gelmeyi tercih etmişlerdir. Bir kesim de ülkelerinden politik memnuniyetsizlik ve sağlık konularından dolayı Avrupa da yaşamayı tercih etti. 

Öte yandan burada yaşlanarak huzur evlerine gideneler de az sayılmaz. 

Gelinen süreçte artık bu nesilden insanlar hemen hemen yok oldular. 

Yunanlılar, İtalyanlar, İspanyollar, Portekizler Avrupa ülkelerine ait oldukları için emekliye ayrıldıktan sonra kendi ülkelerine temeli dönüş yapmışlar. 

Türkler ve Tunuslular, Avrupa Birliğine ait olmadıkları için iki ülke arasında gidip- gelirken yaşamın öykülerini tamamlamışlardır. 

Bir neslin, tüm zorluklara rağmen öyküleri ile yaşamları son bulmuştur. 

Geride bıraktıkları çocukları yakınları da bu toplumlarda değişik bir şekilde yaşamlarını sürdürmektedirler. 

Yaşamın hiç kimseye ebedi olmadığı bilinciyle, insanlar insanca ezilmeden, sömürülmeden, horlanmadan yaşaması için olanak sağlanmalıdır.