Geçen Perşembe ve Cuma günleri Brüksel’de gerçekleştirilen AB Zirvesi, AB’nin içinde debelendiği krizleri ve öncü emperyalist güçler olan Alman ve Fransız emperyalizmlerinin »Global Player« olma hedeflerinden ne denli uzak olduklarını ayyuka çıkardı. Aynı zamanda da kurum olarak AB’nin özellikle iç ve dış politika alanlarında doğru dürüst »Birlik« dahi olamadığını ve Almanya’nın AB Dönem Başkanlığının dış politik hedefler açısından bir başarısızlık hikâyesine dönüştüğünü kanıtladı.

Alınan kararlara baktığımızda, kararların etki gücünden ziyade alınış süreçlerindeki tartışmalar ve ayrışmalar göze batıyor. Belarus yönetimine yönelik yaptırım planları haftalardır Kıbrıs’ın vetosu nedeniyle uygulamaya sokulamıyordu. Şansölye Merkel’in bastırmasıyla Kıbrıs, tabii belirli tavizler de kopararak vetosunu geri çekti, ancak Lukaşenko haricinde sadece kırk kişiye karşı seyahat yasağı ve hesapların dondurulması kararı alınabildi. Finlandiya, İsveç ve Macaristan’ın onayını almak için Lukaşenko’yu içermeyen yaptırımların Belarus’a nasıl bir çözüm getireceği ise büyük bir muamma.

Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge ve doğal gaz sondajları konularında derinleşen ihtilaf nedeniyle Türkiye’ye uyarı verildi, ama aynı anda da »Türkiye’nin tek yanlı girişimlerden vazgeçmesi« koşuluyla 2016 Mart’ında verilen »vaatleri«, yani Gümrük Birliğinin modernleştirilmesini, vize kolaylığını, üst düzey diyalogları ve mülteci meselesinde iş birliğinin devamını içeren bir »pozitif AB-Türkiye ajandası« önerildi. Aralık ayında gerçekleştirilecek zirvede yeniden bir durum değerlendirmesi yapılacak. Koparılan bunca gürültüden sonra alınan bu kararları, eğer deyim yerindeyse, »dağ döndü, döndü, fare doğurdu« biçimde değerlendirebiliriz.

AB’nin genel anlamda bir baygınlık sürecinden geçmekte olduğu düşüncesindeyiz. Komşu ülkelere, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne öğretmen edasıyla parmağını kaldırıp uyarılar savuran AB, başta kendi sınırları içerisinde etkin bir »Birlik« resmi vermekten uzakta. Polonya ve Macaristan’a yönelik hukuk devleti uyarıları fos çıktı. Belarus üzerinden Doğu Avrupa’daki yayılma alanını egemenlik altında tutma çabası yetersiz kaldı. Pandemi etkisiyle ağırlaşan ekonomik krize ortak yanıt verilemedi.

Dış politikada ise yapabildikleri ve yapamadıkları ortada: Ukrayna sorunu hâlâ çözülebilmiş değil. Libya savaşındaki inisiyatif Türkiye ve Rusya Federasyonu’nun eline geçti. Suriye’de ise AB’nin esamisi dahi okunmuyor. Ne Orta Afrika’daki çözülmeler durdurulabildi ne de Somali’nin parçalanması. Geleneksel olarak Fransız etkisinin yüksek olduğu Lübnan’da bile farklı aktörler devrede. İran’ın nükleer programıyla ilgili AB’nin dikte edebileceği bir çözüm önerisi yok. Güncel Azerbaycan-Ermenistan savaşında ise Berlin-Brüksel-Paris üçgeninden ahlaki birtakım çağrıların ötesinde hiçbir şey duyulmuyor. »5G« meselesinde ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik politikasına uyan AB teknolojik atılımlarda geriye düştü.

Görüldüğü gibi AB’nin durumu pek iç açıcı değil. Gerçi buna üzülecek durumda değiliz, ama emperyalistler arası çelişkiler giderek daha da sertleşeceğinden, gelecek için kurgulanan »Franko-Alman Avrupası« da AB’nin doğru dürüst bir »Birlik« olamayacağına işaret ediyor. Bu da bize, Lenin’in 1915 Ağustos’unda birleşik Avrupa hakkında yaptığı »… bugünkü ekonomik temel üzerinde, yani kapitalizm koşulları altında gericiliğin örgütlenmesi anlamını taşır« tespitinde ne kadar haklı ve hâlâ güncel olduğunu gösteriyor. Emperyalist proje olarak AB dün gericiydi, bugün gericidir ve gelecekte de gerici kalacaktır.