GALUS(T) SARKİS GÜLBERKYAN-CALOUSTE SAKİS GULBENKİAN

Bir Kusura Kem Gözle Bakmak

Duisburg-Essen Üniversitesi’nde tarih eğitimi aldığım yıllarda Sabatay Sevi ile ilgili yazılı bir çalışma yapmam gerekmişti. İsmin kaynaklarda birden fazla yazımına rastladığımda ilk işim çalışmayı teslim etmem gereken profesöre hangi yazımın doğru olduğunu sormak oldu. Schabbtai Zvi, Sabbatai Zewi, Schabbatai Zwi, Sabatay Zvi, Sabetay Zvi... Prof. Dr. S. Brakensiek ismin pek çok yerde farklı yazıldığını ancak bunun çalışmamda önemli bir rol oynamadığını, çalışmaya başladığımda biyografisinin daha çok ilgimi çekeceğini söyledi. Haklıydı. Sabatay Sevi 1626’dan 1676 yılına kadar süren kısa hayatına neredeyse birkaç ömürlük iş sığdırmıştı ve bu işleri araştırmak varken onun isminin yazılışı üzerinde durmak hakikaten akademik anlamda çok ayıp olacaktı. Yaşadığı dönemin teknik imkânları bir yana, aynı ismin İbranice, Arapça ve daha başka harflerle belgelere kaydedildiğini düşününce, bugün Latin alfabesiyle yazılırken farklılıklar olabileceğini doğal karşıladım. Hatta üzerinde hiç durmadım bile, unuttum gitti...!

Neden yazıyorum bunu? Çünkü geçtiğimiz günlerde bana bunu tatsız bir şekilde  hatırlatan, daha doğrusu tarih çalışmasında ne önemli ne önemsiz diye sorgulatan bir olay yaşadım.


Olay: Yol TV’de yaptığım bir program
Konu: Galus(t) Sarkis Gülberkyan
Konuk: İbrahim Seven (AGADEKA e.V. kurucularından araştırmacı yazar)
Siyah italik harflerden hemen anlaşılacağı gibi, programda tanıtımını yapmak istediğimiz önemli bir şahsiyetin, Kalust Sarkis Gülbenkyan’ın ismi ekrana hatalı yansımıştı.

 

Peki neden?


1. Çünkü bu isim Türkiye’de eğitim alıp sadece Türkçe konuşan insanlar için –Fransızca'dan bile daha zor (!)– yabancı bir dilde (Ermenice) olduğundan.
 

2. Çünkü kendi döneminde Osmanlı ekonomisini ve sanayisini doğrudan etkileyen Gülbenkyan’ın ismi – malum sebeplerden dolayı – okul kitaplarında yazılmadığından.
 

3. Çünkü Sabatay Sevi’de olduğu gibi, bu isim de önce Ermeni alfabesiyle, sonra Arap ve Latin harfleriyle yazıldığından, yani ortak yazılı bir versiyonu olmadığından. Nitekim program yayınlandıktan üç gün sonra sosyal medyada yazılan “doğru versiyonlar” da birbirinden farklıydı. Calouste Sarkis Gulbenkian, Kalust Sarkis Gülbenkyan...
 

Programın konsepti, Gülbenkyan’ın biyografisinden yola çıkarak, Türkiye’de Ermeniler’in de yaşadığına, hatta gerek ekonomide gerekse sanayide çok önemli işler yaptıklarına dikkat çekmekti. Yani bu konu hakkında çok az şey bilen, hatta çoğu hiçbir şey bilmeyen izleyicileri aydınlatmaktı. Ancak Ermeni bir akademisyenin bu hatayı teşhir etmek için sosyal medyada alaycı bir şekilde paylaşması bahsettiğim tatsız duruma yol açtı. Eğer paylaşımı yapan kişi hatayı düzeltme kaygısı taşısaydı, o hata kesinlikle en kısa sürede onun belirttiği şekilde düzeltilir, kendisine teşekkür edilir, yeterli hassasiyet gösterilmediği için televizyon şirketi tarafından özür dilenir, bu yazıya da gerek kalmazdı. Ancak bu akademisyenin hatayı “ısrarla ve inatla gösterme” çabası (akademisyenin kendi ifadesi), yaptığı paylaşıma gelen yorumlar, ister istemez şu tespiti yapmama sebep oldu:
 

Her gün biraz daha karşıtımıza benziyoruz. O halde bunun farkına varmak için meselenin altını çizmekte fayda var.

Karşıtımız kim? Mesele ne?
 

Karşıtımız, hâkim totaliter sistem. Mesele de bu sistemin temelini oluşturan zihniyet. Yani kin-nefret ve intikamdan beslenen, güçlü, hâkim, baskıcı, zalim, acımasız, tahrip-imha ve inkâr eden, kendini dayatan, “kendisinden olmayana” hayat alanı tanımayan faşizan bir ANLAYIŞ ve YAKLAŞIM. Ürkütücü, öyle değil mi? İşte bu ürkütücü faşizan yaklaşımı kendi tarafınızda, siyasal ya da etnik grubunuzda, evinizde, hatta öz be öz ruhunuzda fark ederseniz ne yaparsınız? Cevabını tek kelimeyle vereyim: Utanırsınız. Ama bu işin duygusal boyutu. Şimdilik bir kenara koyalım. Dikey boyutla, yani akılcı düşünecek olursak, totaliter bir sistemin uzun vadeli hâkimiyetinde, onun karşıtı ama ondan olma ve doğma muhalefetin de ona benzemesi doğal değil mi? Evet, doğal. O halde kendisinden olduğumuz ve doğduğumuz karşıtımızın zulmünden kurtulmak için onu taklitten sakınmalıyız. Onu taklit ettiğimizi fark ettiğimiz anda o davranıştan ve dahi ruh halinden uzaklaşmalıyız.  
 

Sözünü ettiğim Ermeni akademisyen oldukça zeki biri. Programın paylaşımını yaparken sadece hatayı teşhir etmemiş, aynı zamanda “ben bir şey yazmayacağım, benim yerime siz yazın” diyerek kendi sayfasındaki arkadaşlarını yorum yazmaya teşvik etmiş. Bu paylaşıma ve iki gün sonra yapılan ikinci paylaşıma 23+18 yorum yapılmış. Bu yorumların tamamı Ermeniler’den ve hepsi de “Türkleri” Ermenice isimleri doğru kullan(a)madıkları için küçümseyen içerikte. Hatta bazıları bu hatayı Yol TV’’nin bilerek, Ermeniler’i aşağılamak için yaptığını yazarken, bazıları da açıkça “elime fırsat geçtiğinde bu tür hataları yapanları tabii ki ezerim, yok ederim, çünkü ben de çok ezildim!” gibi ifadeler kullanmış. İsmini tabii ki burada vermeyeceğim başka biri de, beni ve programımı tarihin çöplüğüne göndermiş. Halbuki ben de kendisi gibi kılıçtan zor bela kurtulan bir Ermeni’nin torunuyum. Ondan haberi yok. Haberi olsa beni tarihin çöplüğüne gönderirken kendisinin de benimle birlikte geleceğini bilir. Ayrıca Yol TV de çalışanları ve izleyenleriyle birlikte, hâkim olan zihniyete karşı sınırlı imkânları ve donanımına rağmen elinden geleni yapmaya çalışan bir TV kanalı. Zaten bu yüzden de sadece Aleviler’e değil, ezilen ve engellenen tüm etnik ve dini gruplara ekranda mümkün olduğu kadar yer vermeye çalışıyor.
 

Ancak beni üzen ikinci şey düzeltilebecek bir hatanın abartılması yüzünden, başta İbrahim Seven’in olmak üzere emeğimizin değer görmemesi oldu. Keşke isim tartışılacağına, “Nasıl daha iyi program yapabiliriz?”, “Daha başka hangi Ermeni şahsiyetleri Yol TV ekranında tanıtabiliriz?” diye tavsiyeler olsaydı. İşte o durumda karşıtımızdan uzaklaşır, bilgiyi “sopa” olarak kullanmak yerine, dostlukla bir adım ileri gidebilmek için “destek” olarak kullanırdık. Ayrıca bilimsel etik değerlere göre, önemli olan bilginin ne kadar çok olduğu değil, hangi niyetle, nasıl kullanıldığıdır. Bir aydınla akademisyenin farkı da burada başlar.
 

Bu yazıya vesile olan kişinin başka bir arkadaşının sayfasında da aynı hatayı kopyalayıp yapıştırarak “şuraya bir arşivleyelim gelip gider bakar güleriz” yorumuna karşılık verdiğim cevabı bu yazının finali olarak eklemek istiyorum.
 

“Sevgili xxx xxxx, kendi sayfanızda da aynı programı paylaşıp, aynı hatayı gösterdiniz. Sizinle dün gece yazıştık. Birbirimizi anladığımızı sanmıştım. Ama şimdi fark ettim ki buna rağmen hem YouTube’da yorum yapmışsınız, hem de burada ‘gülmek için’ aynı hatayı ‘arşivlemişsiniz’. Halbuki insan bir hatayı düzeltmek için muhatabına uygun bir şekilde, hem de sadece bir kere söylese yeterli. Hatanın sürekli altını çizmek, her yerde ve her fırsatta göstermek hatayı ortadan kaldırmaz. Ama sizin o hatayı yapan kişi ya da kişileri teşhir etmek istediğinizi gösterir. Bu da anlaşabilmek için doğru bir zemin değil. Üzücü aslında.”
xxxxxxxxxx

 

Son olarak bu yazının okurlarına sözünü ettiğim programımızı İbrahim Seven’’in YouTube kanalından ve Yol TV arşivinden izlemelerini tavsiye ediyorum. Kalust Sarkis Gülbenkyan’ın hayat hikâyesi Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki sanayi ve ticari ilişkilerin anlaşılması bakımından da önemli.
 

Ha bu arada, ismin yanlış yazılmış olması çok büyük bir rol oynamıyor. Lütfen oraya takılmayın! 


Köln, 21.07.2018