Türk devleti ve Erdoğan'ın referandumla ve takip eden başka gelişmelerle, iflah olmaz bir yara aldığını, çıkmaz bir yolda debelendiğini belirlemek, umutlandırdığı kadar kaygılı sorunların da sorulmasına yol açmaktadır. Gerçekten 'Erdoğan ve devlet, bütün bu imkan ve bağlantılarıyla neden istediği sonucu elde etmesin/ edemesin' sorusu söylenen bütün pozitif belirleme ve tespitlerin etkisini kırmaktadır.

O halde bizde bu sorularla yüzleşmek durumundayız. Sahiden neden devlet ve Erdoğan başarılı olamasın? Neden istediği padişahlık ve halifelik sistemini işlevli kılmasın? Bunun önünde nasıl bir engel bulunmaktadır? Erdoğan'ın padişah- halife olmasını engelleyecek hangi güç ve mekanizma var?

Erdoğan, her yol ve yöntemle engellemeye çalıştığı, sokakta mücadele eden kitleleri bastıramaz mı? Sınırlandırdığı demokratik mücadele alanlarını daha da daraltamaz mı? Kapatarak işlevsiz kıldığı demokratik kurumları, basın organlarını, sendikaları, siyasal partileri, tüm diğer legal araçları, baskı yöntemlerini çeşitlendirip artırarak, toplumsal hayatın dışına çıkartamaz mı? Devletin bütün olanaklarını, şiddet araçlarını, medyasını, parasını, rüşvetini, kontrolsüz ve ölçüsüz düzeyde kullanarak toplumu din ve yoksulluk üzerinde çaresizliğe ve kulluğa mahkum edemez mi? Böylece, tam da özendiği atalarına, Yavuz'a, Kanuni'ye, Fatih'e layık, karşı konulmayan, kutsal ve güçlü bir Erdoğan olarak biyolojik yaşamını tamamlayamaz mı? Uçaklarıyla, tankları-toplarıyla Kürtlere karşı savaş sürdüren, Kürt şehirlerini yerle bir eden Erdoğan, neden, hangi güçle ve nasıl yenilecek?

Bütün bu, türevi ve benzeri soruları uzatmak kolay ve mümkün. Üstelik bu sorularla anlatılanların ve yapılan tespitlerin hemen hepsi de doğru veya doğruya yakın. Ancak durumun böyle olması, bu soruların hepsine 'evet' denilmesini gerektirmemektedir. Kaygı üreten bu sorular toplumun hayati ihtiyacı olan moral motivasyunun zayıflamasına, karamsarlığın ve umutsuzluğun toplumda etkili olmasına hizmet etmektedir.

Bu anlamda ilgili soru ve kaygılar, anlamlıdır. Aslında bu sorunları ortaya atanlar ve bu sorular üzerinde analizler yapıp topluma umutsuzluk aşılayanların önemli bir kısmı gelişmeleri yakında bilmektedirler. Türk devletinin ve Erdoğan'ın kaybettiğini iliklerinde hissediyorlar. Buna rağmen durumun anlaşılmasından korkuyorlar.Yürekleri ağızlarında. Bırakalım onlar korkularıyla yaşasınlar. Onlara söyleyeceğimiz en güzel cevabı mücadele alanlarını dolduranlar veriyorlar zaten. Daha çok bu kara propagandayı önemseyen, yaşanan gelişmelerden, geleceğe dair tereddütlü sonuçlar çıkartan halklarımızadır sözümüz.

Kaygıların kaynağı olan bu soruların cevabını arayanların bir noktayı hesaba katmadan kafa yordukları anlaşılmaktadır. Denklemi değiştirecek olan olgu, halkların örgütlü gücüdür. Halkların örgütlü gücünü ve mücadelesini, özellikle de Kürt halkının direnişini yeterince dikkate almadan hesap yapanlar, bu sorularla, yanıltıcı, karamsar ve umutsuzluk üreten sonuçlara varmaktadırlar.

Lakin sadece motive etmek için değil, objektif ve gerçeğe uygun cevaplar verebilmek için de bütün bu, türevi yada benzeri sorular tartışmaya dahil edilmelidir.

Devletin olanakları var ve devlet, ezme, yok etme politikasını pratikleştirmeye çalışmakta, bu politikayla sonuç almak istemektedir. Tespit doğrudur ve yaşanan gerçek budur.Ancak devlet ve Erdoğan her istediğini yapabilecek güce sahip midir? Öncelikle bu sorunun doğru cevaplandırılması lazım. Devlet ve Erdoğan izledikleri politikalarla, bütün olanaklarına rağmen, hem genel teorik anlamda, ama daha çok güncel siyasal anlamda, sonuç alma güç ve olanağına sahip değildirler.

Herşeyden önce Kürt halkının örgütlü gücü buna engeldir. Kürt halkı, bundan önce, hem örgütlülük düzeyi itibarıyla, hem de örgütlülük gücü ve bilinci itibarıyla bu gün sahip olduğu olanaklara sahip değildi. Tarihte kalmış dönemlerde, örgütsüzlük, Kürt halkının kısa sürede yenilmesine yol açıyor ve her defasında Kürt halkı, biraz daha asimile oluyor, kimliğinden uzaklaşıyordu. Ancak şu anda durumun böyle olmadığı herkes tarafında en net biçimde görülmektedir. Kürt halkının mücadele eden büyük bir örgütlülüğü ve onu destekleyen milyonlar bulunmaktadır. Öyle ki, Kürt halkının mücadelesi, bugün, dünya halkları ve devletleri tarafında meşruiyeti kabul edilmiş sosyal-siyasal bir realitedir.

İkincisi, Kürt halkı dışında Aleviler de bu devletin mağdurları olarak, mevcut politikalara karşı en kitlesel, en etkin biçimde ve netleşmiş olarak karşı durmaktadırlar. Özellikle Erdoğan'ın dayattığı Türk-İslam devleti, Alevilerin kararlı karşı koyuşlarının temel nedeni olmuştur.

Üçüncüsü Erdoğan, uluslararası alanda meşruiyetini yitirmiştir. Erdoğan ve Türk devleti, dünyanın belli başlı güçleri tarafından ciddiye alınmayacak bir duruma düşmüştür. Bu nedenle, Erdoğan'ın yönetme kabiliyeti de olanakları da sınırlandırılmıştır.

Dördüncüsü, Emekçilerin mücadelesi ve ülkede yaşanan ekonomik gelişmeler de Erdoğan'ın geleceğini karartmaktadır. Doların yükselmesi, emekçilerin ve yoksulların yaşamlarının giderek çekilmez bir hal alması, Erdoğan'ın zor, rüşvet, rant ve demagojiyle elde ettiği toplumsal desteği zayıflatacak gelişmelerden birisidir. Her ne kadar Erdoğan, bunu önlemek için islamı yöntemleri kullanarak toplumu köleleştirmeye çalışsa da bunun mümkün olmayacağı açktır.

Beşincisi, demokrasi güçlerinin kararlı direnişi de ayrıca Erdoğan diktatörlüğüne rahat verdirmeyecek bir mücadele dinamiği olarak ortadadır.

Bütün bunlar ve daha başka gelişmeler bir arada değerlendirildğinde, Erdoğan'ın kaybedeceğini anlamak zor olmayacaktır.

Tecavüz yasasına karşı kadınların ortaya koydukları direniş. referandumla açığa çıkan güç ve en son 1. Mayıs'ta alanlara akan kitlelerin enerjisi, Erdoğan'ın yönetme yeteneğinin ciddi biçimde darbe aldığını, alınan hasarın telefisinin mümkün olmadığını göstermektedir.

Aslında belirtilen kaygılı yaklaşım, daha çok meseleyi dış güçlerin çözeceğini sanan, bunu bekleyen anlayışın bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda halkımız, bugün, başka zamanlarda hiç olmadığı kadar dış politikayı yakından izlemektedir. Dış politkada yaşanan gelişmelere bakılarak geleceğin analizi yapılmaktadır. Böyle olunca dış devletlerin zik-zak çizen, Erdoğan'ın da sürekli gerilim yaratan politikalarına bakılmakta ve buradan kaygılar üretilmektedir.

Dış güçler, ne Türkiye'ye demokrasi getirirler, ne Kürt sorununu demokratik bir tarzda çözebilirler, ne Alevilerin veya ezilenlerin haklarının verilmesini sağlayabilirler. Dış güçler, sen bir güç olursan, yararlanabileceğin olanaklar yaratabileceğin bir zemin olurlar. Yoksa, sen güç olmadığın sürece dış güçlerden her hangi bir beklenti içine girmek gerçekçi bir yaklaşım değildir.

Bu anlamda bugün Kürt hareketinin dış güçlerle olan ilişkisi, dış güçlerin kendiliğinden veya demokratik duyarlılıklarından değil, mücadeleyle elde edilmiş bir sonuçtur.

Kazanmak, doğru politikayla, emekle ve kararlılıkla sürdürülen bir mücadeleyle mümkündür. O nedenle, inanarak 'mutlaka kazanacağız' deniyorsa, bunlar bilindiği ve gerekleri yerine getirildiği içindir. Yoksa kimsenin kof sloganlarla motive olmak istemesi değildir, söz konusu olan. Halkların örgütlü iradesi Erdoğan'ın öncellerini nasıl yenmişse Erdoğan'ı da yenecek, halklar kazanacaktır.