SÜRYANİLER, TÜRKLER, KÜRTLER VE ARAPLAR BİR ARADA

Midyat'a akşam yemeğini zamanı geliyoruz. Midyat tabelasını görünce aklıma "Midyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olma!” sözü geliyor. Yemeği geceleyeceğimiz güzel bir beş yıldızlı otelde yiyoruz. Yemekten sonra otelde yapılan eğlenceyi izliyoruz. Bizim Arife Hanım'ı tanımayan yok yol boyunca, burada da onu sevgiyle karşılıyorlar. Otelde konuklar için düzenledikleri eğlenceyi Arife Hanım türküleriyle, oyunuyla reklendiriyor. Ayrıca otelin bahçesinde yapılan görkemli düğünü de izleme olanağı buluyoruz. İstanbul plakalı lüks arabalardan ve sohbet ettiğim görevlilerden gelin ve damat'ın buraya düğün için geldiğini öğreniyoruz.

Bir tarafta karın doyurma mücadelesi veren, diğer tarafta da düğünlerinde böyle inanılmaz zenginlik sergileyen insanlarımız… Bizim ülkemiz işte böyle tezatlar ülkesi demeden geçilmiyor! Mardin'in Midyat ilçesini geziyoruz ertesi günü uzun uzun.

Midyat „Matiate“ Aramice/ Süryanice bir isim ve „köyüm“, „vatanım“, „memleketim“ demekmiş. Buraların çoğu Süryanilerin toprağı deniliyor. Söylentilere göre Süryaniler göç ederken götüremedikleri mallarını Türk komşularına bırakmışlar. Son yıllarda hem ziyarete hem de mallarını almaya gelenler oluyormuş.

SÜRYANİ GENÇ: TÜRK ARKADAŞLARIM TARAFINDAN ÇOK DIŞLANDIM

Midyat'ta dört ayrı etnik grup birarada yaşıyormuş, gezerken doğruluğunu görüyoruz; Türkler, Kürtler, Araplar, Süryaniler. Buranın gümüşü meşhur. Gümüşün ince ince işlendiği Midyat'ta alış-veriş yapıyoruz. Duyduklarımı öğrenmek amacıyla girdiğim mağazaların sahipleriyle sohbet ederken ortamını bulunca hangi etnik gruba ait olduğunu sordum. Türk'ten gümüş küpeler, Arap'tan gümüş saatlar, Kürt'ten de duvar tabağı aldım.

Süryaniler'in Pazar günü mağazalarını açmadıkları söylenmişti. Çarşının yan sokağına doğru gezelim, eski Midyat'ı görelim diye dolaşırken küçük bir mağazanın vitrininde hoşuma giden takı gördüm. İçeriye girip ederini sordum, uygun bulduğum için almaya karar verdim. Sahibi genç, sempatik ve kibar birisiydi. Ona da etnisitesini sorunca, Süryani olduğunu söyledi. Süryanilerin Pazar günü dükkanlarını açmadıklarını anımsatınca, „Evet ama ben bugün özel bir amaçla geldim ve dikkat ettiyseniz kapım kapalıydı, „dedi. Sohbeti uzattık. Güzel bir Türkçe konuştuğunu söyleyince; „Ben İstanbul'da büyüdüm ve orada okula gittim,“dedi. Merakımdan neden buraya geldiğini, eğitim durumunu sordum. „Ben ilkokul mezunuyum“ deyince inanamadım. Bende yüksekokul eğitimi alan biri izlenimi bıraktı. Sorularımı “Ben okula giderken Türk arkadaşlarım tarafından çok dışlandım, küçük düşürüldüm. O nedenle okula devam etmedim. Burası benim atalarımın toprakları olduğu için döndüm. Şu an burada huzurlu ve mutluyuz. Böyle devam etmesini diliyoruz. Komşularımızla da hiç bir ayırım gözetmeden barış içinde yaşıyoruz,“ dedi. Barışın ve huzurun kalıcı olması dileğiyle oradan ayrıldık. Midyat´ın eski, tarihi yerlerini gezdik. İnanılmaz tarih kokan bir yerleşke burası.

TARİHİ MOR GABRİYEL KİLİSESİNE ZİYARET

Midyat'a çok yakın olan “Mor Gabriyel” kilisesine otobüsümüzle gittik. Çevresi kapatılmış kilisenin ve arazisinin, giriş kapısının önü çok değişik yerlerden gruplar halinde gelen ziyaretçilerle dolu. Kapalı kapıyı görevli açıyor. Geniş bir arazi üzerine kurulmuş görülmeye değer tarihi, görkemli bir yapı. Önceden basından okuduğumuz ve buradaki anlatıldığı üzere kilisenin yeni açıldığı ve bu toprakların Süryanilere geri verildiği bilgisi alıyoruz. Burası Vakıf olarak nüfusları çok az kalan Süryanilerin ibadet, eğitim verdikleri, kültürlerini yaşattıkları, mezarlarını sakladıkları yerleri. Manastırda yaşayan altmış kişinin yanında çevrede yaşamakta olan ve boş zamanlarında buraya gelen Süryanilere eğitim ve kültür etkinlikleri yapılıyormuş. Gelen konukları bilgilendiren rehber öğretmen verdiği bilgilerle, ses tonuyla ve de tavrıyla dinleyenleri etkiliyor.

Organizatörümüz Arife Hanım, Rehberimiz Bekir bey, Şoförümüzün anlattıklarını değerlendiriyoruz. Gezi grubumuzla gördüklerimiz ve de yaşadıklarımız karşısında şaşkınlığımızı dillendiriyoruz. “Güneydoğunun böyle olduğunu bilmiyorduk; taşıyla, toprağıyla yani doğasıyla tek kelimeyle harika. İyi ki gelip görmüşüz!” diyoruz. Ey bana kim bilir kimlerden yadigar kalan Anadolum ne kadar da güzel ve verimli ama bu bu sevgi dolu insanlarımız neden yiyecek ekmeğe, huzura muhtaç!?

'TEKRAR GELİN' DİYE KUCAK AÇANLARIN SEVGİSİ YÜREĞİME SAPLANIYOR

Otellerde, alış-veriş yerlerinde, restaurantlarda hatta hatta tarımda çalışan vatandaşlarımız saygıda, sevgide kusur etmiyorlar, gelenlere ”Tekrar gelin,” diyerek kucaklarını açıyorlar, konukseverliklerini sergiliyorlar. Duyduklarımı, basında okuduklarımı bir kenara atmak zorunda kalıyorum; yaşadığım ilgiler ve gördüğüm sevgiler yüreğime saplanıyor.

Yolculuğumuz Mardin'e doğru devam ediyor, gözümü çevreden ayıramıyorum. Bu ipek yolu, yani ticaret yolundan kimler geçti kimbilir!? Dün bu yollarda insanlar dinine, ırkına bakmadan karın doyurma pahasına yerine göre aç-susuz günlerce, km.lerce yol yürümüşler. Kimileri gidemeyip yerleşmişler uygun buldukları yerleri vatan seçmişler. Birinin diğerine olumsuz bakmaya hakkı var mı!? Bugün de ekmek parası için değişik ulaşım araçlarıyla diyar diyar gitmiyorlar mı? İnsanların birbirlerini kucaklaması, hoşgörmesi varken neden dışlıyorlar, dışlanıyorlar akıl karı değil!

DEVAM EDECEK...