NEMRUT DAĞI

Nemrutdağı Adıyaman sınırları içinde, Ankar Dağları civarındadır.

Yolculuğumuz tarihi „İpek Yolu“ nda devam ediyor. Dağı taşı sanki özenle dokunmuş Anadolu'nun bu yöresinin doğası da büyülüyor insanı. Her tarafı tarihi kalıntılarla dolu. Zaman zaman gördüğümüz, geçtiğimiz tarihi köprüler tam anlamıyla birer şaheser.

Öğleden sonra küçük bir dinleme tesisinde çay molası veriyoruz. Burada bulunan heykelleri, sanki elle çakıl taşlarından örülmüş tepenin çevresini dolaşıyoruz. Uzaktan görünen heybetli haliyle Nemrut Dağı karşımıza dikiliyor. İkindi vakti Nemrut'un eteklerine park edip dağa tırmanmaya başlıyoruz. Oluk oluk insanlar dağa akın ediyor. 2150 m. yükseklikteki dağın tepesine çıkmak kolay değil. Çıkamayanların kimisi geriye dönüyor, kimi ise atla, katırla patika yoldan çıkıyor. Yolun büyük bir kısmı düzenlenmiş olmasına rağmen yoruluyoruz.

Nemrut'un zirvesine yaklaşırken önceden yapılan Tanrı'ların sıra sıra yerleştirilmiş heykellerini gözlemliyoruz. Güçlü insan Herkül canlandırılıyor. Koca dağın tepesinde oturacak yer bulunamıyor, insanlar buradan GÜNEŞİN BATIŞINI izlemek için bekliyor. Ve o güneş batarkenki muhteşem görünüm büyülüyor. Bu görünüm bunca yorgunluğa değiyor, güneş burada sanki başka türlü batıyor.

Ülkemizin Güneydoğusu uçsuz bucaksız bir ova. Tarihimizin sergilendiği Mezepotamya ovası „Gelin görün beni, gelin de geçmişinizden ders çıkarın ve de geleceğinize ışık tutun“ dercesine önünüze seriliyor. Sakin akan Dicle, çılgın akan Fırat neler sunuyor çevresine gelin de hele bir görün. Yüksek dağların ortasına doğru bu iki koca nehir yolalırken doğanın muhteşemliğini gösteriyor.

Turu düzenleyen Artvinli Arife Hanım güzel sesiyle ve yorumuyla Güneydoğu'nun türkülerini söyleyerek neşelendiriyor, Bir İbrahim Tatlıses hayranı olduğunu özellikle vurguluyor ama Karadeniz türküleriyle açılıyor telefonu! Karadeniz yöresinin türkülerini istediğimizde o yörenin insanlarına özgü hareketlilikle arabanın için de oynayarak, söyleyerek bir gösteri sunuyor. „Ben gittiğimiz, gezdiğimiz yerlerin türkülerini gezilerimde konuklarımla paylaşmayı seviyorum,“ diye de ekliyor. Arife Hanım, Güneydoğu'nun en iyi otellerinde ve restauratlarında ağırlıyor bizleri.

Gaziantepli rehberimiz Bekir üniversite mezunu, hayli donanımlı bir gencimiz. Tarihsel ve yöresel bilgilerini aktarırken geçmişi, bugünü yaşatıyor ve geleceğe ışık tutuyor. Masallar, öyküler ve güncel konularla tanıtımlarını anlamlandırıyor.
Gaziantepli Şoförümüz de otobüsü kullanırken arada bir konuşmalara özellikle kendi politik görüşüyle söze katılıyor. Nüfus artışı, işsizlik, gelecek kaygısı bu yörenin insanını daha da politikayla ilgilenmeye, daha da biliçlenmeye zorlamış izlenimini veriyor. Güneydoğu'nun tarihi ve ibadet yerleri, kentleri, ipek yolu boyunca fıstık bahçeleri, biber tarlaları gözümüzü ve gönlümüzü; acılı ve etli yemekleri, kebapları midelerimizi doyuruyor.

ADIYAMAN

Adıyama'a akşam yemeği sıraları geliyoruz. Geniş caddeli güzel ve ışıl ışıl bir kent. Son sayımlarda nüfusunun 597.835 olduğunu rehberimiz söyledi. İlk anda çok daha büyük bir kent izlenimini veriyor insana ama en büyük caddesi ve en büyük oteli bizim kaldığımız olarak anlatıldı. Otele gitmeden akşam yemeği için bir restauranta gidiyoruz. Yolculukta ne yapılırsa bizde onu yapıyoruz; geziyoruz, gözlüyoruz, gidilen yöreye ait yemeklerle, tıklım tıklım dolu bir lokantaya giriyoruz. Acılı, baharatlı leziz et yemekleri ile (köfte, kebap) güzel ve temiz restaurantta karnımızı doyuruyoruz. Aslında bu saatte böyle yemekler yenmemeli diye konuşan bizler bu gezi süresince söylediklerimizi uygulayamıyoruz.

Güneydoğu deyince akla gelen acılı, salçalı ve biberli et yemekleri, kebapları yiyeceklerimiz oldu on gün boyunca. Otelimiz belediye binasının karşısında oldukça temiz tesis. Görevliler yaptıkları işin hakkını veriyor. Yerli eti üretmek için beslenen koyun, keçi sürülerini yol boyunca gördük. Göçler nedeniyle bu büyük köylerde ne kadar insan yaşıyor bilemiyoruz. Kireç taşı ile yapılmış çatısız evler dikkatimi çekiyor, uzaktan görünümleri kaya yığınlarını andırıyor.

Düz bir arazi üzerine kurulmuş Güneydoğu'nun bu ilinin çevresi Fırat'ın suları ile yeşeriyor. Kanallarla sulanan arazinin son yıllarda daha da artış gösterdiği anlatılıyor. Bir yetkili „Devlet son on yılda buralara çok yatırım yaptı ve daha da yapıyor,“ diyor. Adıyaman'daki otelimiz merkezde, sıradan büyük Belediye binasının karşısındaydı. Otelin çevresini geziyoruz. İnsanlar geç vakitlere kadar sokaklarda. Kimileriyle konuşuyoruz; “Ne yapalım, iş yok vakit geçirmeye çalışıyoruz. Sizin anlayacağınız zamanı öldürüyoruz“ diyor kırklı yaşlarda genç ama yaşlı görünen Cemal. Kahveler işsiz, güçsüz erkeklerle dolup taşıyor, kadınlar ise sokaklarda pek görünmüyor.

Sabah kahvaltısını otelde yapıyoruz. Otelin odalarının, salonlarının yeni yapısı, temizliği ve bayanlı, erkekli çalışanlarının sempatikliği dikkatimi çekiyor. Meraktan soruyorum ve hepsinin bura kökenli eğitimli insanlarımız olduğunu öğreniyorum.
Adıyaman Gaziantep arasını iyi ki gündüz gözüyle geçiyoruz. Bu iki güzel kentin arasındaki Mezepotamya ovası ve ovaya yayılan FISTIK tarlalarının sınırları görülmüyor. Çatısız toprak evlerde yaşayan insanlar batıya göre daha bilinçli ve bakımlı bir izlenim bırakıyor.

BİRECİK


Biritro- yüksekli demekmiş. Birecek'te bu nitelemeden geldiği söyleniyormuş. Birecik- Patlıcan kebabı ve Kelaynak kuşlarıyla ünlenmiş. Fırat kenarında Kelaynakları yetiştirme ve çoğaltma yerindeyiz.

Rehberimiz Bekir ve bu Kelaynak kuşlarının çiftliğininin sorumlusu anlatıyor.“Göçmen Kelaynak kuşları Temmuz- Ağustos aylarında Mısır´a göçüyor, ondört şubattan itibaren geriye geliyorlar. Bu kuşlar tek eşlilerdir. Sekizli-onlu yaşıyorlar. Hasat zamanında zararlı böcekleri yerler. 2-3 yumurta yaparlar. Evlendiklerinde saçları dökülür“ diyorlar.

Kökü kesilmek üzere olan kuşlara bu çiftlikte sahip çıkılmış ve sayıları hayli artırılmış. İki dağın arasına kurulmuş bu çiftlikte yaşlarına göre kuşların kümesleri ayarlanmış ve ona göre bakımları yapılmaktaymış. Büyük bir park şeklindeki dinlenme yeri ve hediyelik eşya satan buradaki sorumlu kişi; „Doğudaki,Güneydoğu daki terör olayları yok oldukça buralara ilgi artıyor, gezenler de buraya muhakkak uğruyor. Böylelikle hem kuşları tanıma olanağı buluyorlar hem de buraların turizmi gelişiyor,“ diyor.

Bilindiği gibi şiddet ve terör insanları o çevrelerden uzaklaştırırken çevredeki insanların geçimini de çok olumsuz etkilemiş. „Çözüm süreci olumlu sonuçlanır da insanlar biraz olsun rahata kavuşur inşallah,“diyor tesiste çay ikram eden kişi. Ğarson demiyorum, çünkü bu genç aynı zamanda bu işletmenin sahiplerinden biri olduğunu söylüyor.

HALFETİ


Hey gidi Halfeti hey…

Dağların ortasındaki çukura kurulmuş Halfeti'nin yerini masmavi sular doldurmuş. Halfeti su altında kalan bir kasaba. Çevresi yüksek dağlarla kaplı, kenarları muhteşem görünümlü. Halfeti Barajı'nın üzerinde tekneyle dolaşıyoruz. Çevresinde çok büyük mağaralar gözüme ilişiyor. Kaptan'a içinde yaşayan var mı diye soruyorum: „Eskiden insanlar hayvanalarıyla oralarda barınıyormuş, birara teröristler var dendi ama şu anda kimseler barınmıyor,“ diye yanıtladı. Biraz ileride ki koyda dizi çekildiği söyleniyor. Suyun olduğu yer neşeli oluyor ama bir zamanlar bu suyun altında bir kasabanın olduğu, orada insanlar yaşadığını anımsayınca bir hüzün kaplıyor insanın içini! Hasankeyf geliyor aklıma, orası da mı böyle olacak diye düşünüyorum!

Halfeti'ninin eski durumunu bilmediğimiz için duygular çabuk değişiyor; Müzik, eğlence derken tekne gezisini neşeyle tamamlıyoruz. Kenarında kurulan restorauntı Ankara Büyükşehir Başkanı Melih Gökçek'in amcasının işlettiği söylendi. Burada balık yiyoruz, çevreyi dolaşıyoruz. Güneşin pırıl pırıl aydınlattığı gündüzün sokak ve yerleşim yerlerinde lambalar yanıyor. Karşılaştığım kişilere sorduğumda, „Bizim lambalar hiç sönmez, gece gündüz yanar,“ diye yanıtladılar.

Burada yaşayan halk da değişik etnisitelere aitmiş. Özellikle Ermeni kökenlilerden olanlar başka ülkelere göç etmişler. Kızlar değişik ülkelere gidip evlenmişler. Bir kısmı burada kalmış ve fıstık üreterek geçimlerini sağlıyorlarmış.Halfeti, Birecik ve

G. Antepliler aralarında;

„Para,
adı para,
soyadı dolar
bilmezsin uğruna
ne canalar yanar
elinde olursa sepetler dolar
olmazsa karnın doymaz solar
en sonunda sen de olacaksın yer
” diyor oradaki küçük bir büfe çalıştıran esnaf.

Halfeti'ye baraj yapılırken toprağın dönümüne göre mal ve toprak sahiplerine ederinden çok daha fazla para verilmiş. Aldıkları paralarla insanların bir kısmı yüksek kesimlerden toprak almış, yöredekileri yetiştirmeye devam etmiş, bir kısmı da büyük batı illerine göçetmiş. Tarihi “İpek Yolu”nda yolculuk yapmak ve çok değişik duygulara kapılmak da varmış kaderde! Böyle güzel anıları yaşamak herkese nasip almaz! Ne yalan söyleyeyim, ben şanslı insanlardan biriyim.