MARDİN
Uzaktan sarımsı kaya yığını gibi görülen Mardin yaklaştıkça görkemini sergiliyor. Mardin,”Gündüz mezarlı, gece gerdanlık gibi görünüyor” şeklinde anlatılıyor ki gerçekten de öyle bir görünüm sergiliyor bu tarihsel kent. Mardin´de çeşitli etnik gruba ait insanlar yaşamaktaymış. Nüfusu, 788.999 ve son yıllarda az da olsa artmaya başlamış.

Dağın yamacına doğru kurulmuş tarihi Mardin'in ana caddesi iki tarafı sarı taştan, ikişer- üçer katlı yapılarla çevrilmiş, dar ama olağanüstü güzel. Burada yol boyunca açılan dükkanlar çeşit çeşit ürünlerle doldurulmuş. Özellikle burada gezilmeye doyum olmuyor. Tarihi zenginlikleriyle birlikte kentin yapısı görülmeye değer. Bu tarihi binaların giriş katlarına açılan dükkanların vitrinlerini şarap, sabun, kahve ve çok çeşitli baharatlar süslüyor. İnsanları sevgiyle, güler yüzleriyle karşılıyor „Turist“ denilen uzaklardan gelenleri, bizleri.

Eski camiler, kiliseler, hanlar, hamamların yanında tarihi mahzenler göz kamaştırıyor. Ne kadar emekle kurulmuş bu yerleşim yeri, nereye baksan tarihten sayfalar görülüyor, geçmiş sergileniyor. Aslına bakılırsa ANADOLU´nun her tarafını bir açık müze olarak adlandırılırsa yanlış değerlendirilmiş olmaz.

ANADOLU, KİMLERE VATAN KİMLERE MEZAR OLDU

Eski bir binada açılmış olan resaurant'ın içi müzeyi andırıyordu. Buranın meşhur yemeği olan kaburga dolmasını yiyoruz. Bu yemeği ilk kez yiyorum, tadının damağımızda, görünümü gözlerimizde iz bırakıyor. Restauranttan Mezopotamya ovasının uçsuz- bucaksız uzantısını seyretmek ise olağanüstü ayrıcalık taşıyor. Buradan bakarken insan geçmişin derinliklerine dalıp gidiyor. Bu verimli Anadolu toprakları kimlere vatan, kimlere mezar oldu diye düşünmeden geçemiyor insan.

Mardin Kalesi'ne “Kartal Yuvası” da deniliyormuş. MS. 330 yıllarında ateşe ibadet eden ve güneşe tapan Şad Buhari isimli kralın hastalığı buraya yerleşince iyileşiyor. Oniki yıl burada yaşıyor ve bu arada akrabalarını, yakınlarını Mısır'dan buraya getirip yerleştiriyor. Bu kale aynı zamanda sanki tarihi ipek yolunun kontrol altına almak için yapılan bir kaleymiş.

Yeni yapılaşma denilen ve Mardin'in eteğine doğru yayılmış yüksek, tüm kentleri kaplamış zevksiz beton binalar, ülkenin kentlerinde olduğu gibi Mardin'e de sıçramış ve o güzelim tarihi kentin sülietini bozmuş.

Mardin aslında bir günde gezilecek bir kent deği, çevresiyle birlikte haftalarca sindire sindire gezilmesi ve insanlarıyla sohbet edilmesi gerekiyor ama biz bu kez bir çok yeri on günde gezmek için yola çıktık. Yeme-içme, alış-verişten sonra kalan zamanda camilerden, kiliselerde, hanlardan birkaç tanesini gezip yola koyulduk.

URFA BALIKLI GÖL

Mardin'den Urfa'ya geçiyoruz. Önceden anlattığım güzellikleri bu güzergâhta da görüyoruz. Geç vakit, „Peygamberler Kenti“ olarak bilinen Urfa´ya geliyoruz. Yine tarihi yapı olan ve Balıklı Göl'e yüz metre uzaklıktaki eski ama restora edilmiş, hayli büyük olan otele yerleşiyoruz ve akşam yemeğimizi burada yiyoruz. Yemek sırasında „Küçük Ağa“ dizisinde rol alan ve oynayan sanatçılarla karşılaşıyoruz. Zeki Alasya ve bazı sanatçılarla sohbet edip fotoğraf çekiniyoruz. Sanatçılar bu otelde kalıyor ve dizinin kimi bölümlerini de burada çekiyorlarmış. Bizim gezi organizatörümüz Arife Hanım da bu arada kısa bir rol bile aldığını söyledi. İlkokul mezunu olan bu kadın çoğu eğitimlilere taş çıkartıyor becerileriyle. Gezi süresince yeri geldikçe kendisini anlattırdım,“Kendimi geliştirmek için ben çok çaba harcadım, hiçbir şey oturarak elde edilmiyor,” diye açıkladı.

SAKALLI ERKEKLER VE TÜRBANLI KADINLAR

Yemekten sonra biraz dışarıda, Balıklı Göl'ün çevresinde dolaşıyoruz. Rehberimiz Bekir Bey, Urfa, Balıklı Göl ve çevresiyle ilgili bilgiler veriyor. İbrahim Peygamber'in katledilmekten kurtuluşunu, göldeki balıkların kutsallığını ve bakımlarını vb. anlatıyor. Burası türbanlı kadınlarla, saçlı- sakallı erkeklerle tıklım tıklım dolu, hareket edilecek gibi değil. Özellikle Doğu ülkelerden gelen turistler çoğunlukta.

Geç vakit buranın meşhur eğlencelerinden „Sıra Gecesi” ne gidiyoruz. Beş-altı ellinin üstündeki sadece erkeklerden oluşan müzik grubu beni pek eğlendirmedi.

Ertesi günü birkaç yıl önce geldiğim ve gezdiğim bu kentin çevresini tekrar geziyoruz. Ana caddesi çevresine açılmış dükkanlarda, kapalı çarşısında aranan herşey bulunuyor ve oldukça kalabalık. Dükkan ve restaurantı olanların işlerinin iyi gittiğini tahmin etmek zor değil.

Urfa'da gezilecek o kadar çok yer var ki hepsini gezmemiz imkansız. Urfa Kalesi, Balıklı Göl, Tarihi Gümrük Hanı, Bakırcılar Çarşısı vb. Ayrıca ve alış-veriş derken zaman geçiverdi. Turizme yeni açılan 'Göbekli Tepe'ye gitmek istiyoruz ama ne yazık ki gerçekleştiremiyoruz.

Kenti gezerken konuştuğumuz kişiler, “Buralarda ticaret yapanlar, iyi para kazananlar burada kalmıyorlar, buraya yatırım yapmıyorlar, işyeri açmıyorlar. Burada kazandıklarını İstanbul'a, İzmir'e, Antalya'ya götürüyorlar. Onun için buralarda işsizlik çok yüksek,” diye yakınıyorlar. Aynı yakınmaları diğer illerde yaşayanlardan da duyduk.

Urfa'dan Harran'a doğru yöneliyoruz. Barajlardan gelen sular Urfa Ovası'na hayat verdiği yol boyunca görülüyor. Sadece buraya değil Güneydoğu'nun pek-çok yerini canlandırdığı, verimin katlanarak alındığını öğreniyoruz. Yol kenarlarında yeşil pamuk ve sebze tarlalarının arasında geniş alanları kaplayan kırmızı biber sergileri ve çalışanlar dikkat çekiyor. Elli derecenin üstünde sıcaklıkta çalışan işçiler emeklerinin karşılığını alabiliyorlar mı acaba!?

HARRAN

Tarihte ilk Üniversitelerden birinin kurulduğu yer olarak tanınıyor Harran. Buraya geldiğimizde kasabanın görünümü güneşin yakarak kuruttuğu bir harabe duygusuna kapılıyor insan. Harran Kalesi, Harran Höyüğü ve Kümbet Evleri MÖ. 1000 yıllarında Asurla, Sümerler tarafından yapıldığı ve Harran'ın, sümerce kervanların geçit yeri anlamına gelen Harran-u kelimesinden türetildiği analtılıyor.

Çevresi sebzenin ve meyve ağaçlarının verdiği yeşillikler görünse de kasabanın içi kupkuru. Çocuklar etrafımızı sarıyor; ezberledikleri tarihi öyküleri anlatıyorlar. “Para vermeseniz de olur, sadece dinleyin” diyerek yaklaşıyorlar gelenlere. Üniversitenin sahip çıkılmamış kalan yıkıntılarını ve eski toprak evleri (kümbet) anlatıyorlar. Çocuklar dinleyenlerden üç-beş kuruş alanlar seviniyorlar.

Buranın nüfusunun Arap kökenli vatandaşlarımızdan oluştuğu anlatıldı.

16 YAŞINDA EVLENMİŞ VE ÇALIŞIYOR

Harran'da dinlenme yeri çalıştıran bayanlarla sohbet etme olanağımız oldu. Gelen konuklara yöre giysilerini giydirip fotoğraf çekmelerini sağlıyorlar, kahve-çay gibi içeceklerini, yöre yiyeceklerini ikram ediyorlar, satıyorlar. Genç bayanlardan birisi 16 yaşında evlendirildiğini ve iki yaşında bir kızı ve hamile olduğunu ama bu haliyle çalışmak zorunda kaldığını anlattı. Kocası da bir devlet dairesinde güvenlik görevlisiymiş.

Bu işletmenin sahibinin kızı Nurten üniversitede Çocuk Eğitimi bölümünde okuyor, yazları da burada çalışıyormuş. Yine orada çalışan Seval kulağıma eğilip “Sevgilim Urfa'da Telekom'da çalışıyor, onunla evlenmek en büyük dileğim, ona kaçmak istiyorum,” diye fısıldıyor.

Üniversite de okuyan Nurten'e gelecekte ne yapmak istiyorsun? diyorum. „Buradaki insanların haklarını aramak için çalışacağım,“ diye yanıtlıyor.

ÜÇ EŞLİ 18 ÇOCUKLU İŞLETME SAHİBİ


İşletme sahibi Ali Kızıl 1956 doğumlu, yani 58 yaşında ama 70-80 yaşında görünüyor. Kendisi ve yanındaki elemanları ile konuşuyoruz. İlk dikkatimi çeken ağzındaki dişlerinin yok denecek kadar azalmış olması.

1600-1700 dönüm arazisinin olduğunu, çocuklarının arazilerle ilgilendiğini anlatıyor. Sorumuz üzerine,“ Üç eşliyim. 1. eşimden 10, 2. eşimden 4, 3.eşimden de 4 çocuğum var. ve 1. eş hanımağadır, öbürleri onu dinlemek durumundadır,“ diyor. Söze türkülerden ve kullandığı sözcükleri açılamakla devam ediyor ve bir de türkü söylüyor.. „Hamdi-sevdiğim, aşkım Habibi-yarim demektir“ diye açıklıyor ve devam ediyor:

DUVARLAR MAVİYE BOYANIR, AKREP MAVİYE GELMEZ

„Harran'ın halkı Araplardan. Kürtlerden ve Türklerden oluşur. Harran ovasında üç kez mahsül alınır. Meşhur Atatürk barajından kanallarla getirilen suyla sulanır. İlk buğday, mısır, yemlik-yağlık, Eylül-Ekim aylarında pamuk toplanır. Yazın sıcaklık 54 dereceleri bulur. Geceleri evlerin önüne kurulan RAHAT denilen köşklerde yatarlar. Evlerin, bu köşklerin duvarlarının özellikle alt kısımları mavi renge boyanır. Çünkü, akrep çok olur. Akrep maviye gelmez“diyor.

ŞAHMARAN EFSANESİ

Bu çevrede Şahmaran Efsanesi'ni dinlemeden geçilmezmiş. Bekir Bey bize kısaca Şahmaran Efsanesi'ni anlatıyor. Mezopotamaya topraklarından doğmuş bir Efsane. Özellikle Mardin-Adana arasında bulunan yılanlık bölgede efsaneleşmiş. Efsaneye göre çok güzel yüzlü, yılan gövdeli bir kadın. Şahmaran,“Şimdi size bir sırrımı verceğim, kim ki benim kuyruğumdan bir parça koparıp yerse o bütün dünyanın sırrına ve gizemine vakıf olacak. Her kim ki benim kafamdan bir parça koparıp yerse o anda öte dünyayı boylayacak,“ dermiş.

Efsaneye göre Anadolu'da yaşadığı düşünülen yılan gövdeli kadın adına Ceyhan'a onüç km. mesafede E-5 karayoluna üç km. uzaklıktaki tepe Yılanlı Kale olarak anılır. Bu tepe çok sarp bir yerde Ceyhan ovasına tamamen hakim olan bu kale Bizanslılar tarafında yaptrırıldığı sanılırmış. Yöre halkı tarafından „Şahmaran Kelesi“ olarak da adlandırılırmış.

ATATÜRK BARAJI VE EKMEK PARASI İÇİN CAN VERENLER

Fırat nehri üzerine kurulan Atatürk Barajını görmek üzere yola devam ediyoruz. Barajı ve çevresini geziyor ve kenarında kurulan tesiste dinleniyoruz. Demirel döneminde 1983'de başlanan baraj 1992 de bitiriliyor. Çevreye kurulan bu barajların çevreye hayat verdiğini biliyoruz.

Atatürk barajının yanında çevrede pek çok baraj kurulur. Keban, Batman, Birecik, Devegeçidi, Dumluca, Göksu, Ilısu, Kazacık vb. pek çok baraj çevrenin sulama, hidro elektrik, ulaştırma gibi alanlarda Türkiye için çok önemlidir.

Barajı gözlemlerken her büyük yapıt karşısındaki duyduğum bu görkemli yer için de „Bu da insan eseri,“ demeden geçemiyorum! Çevresinde kurulan tesiste dinleniyoruz. Baraj yapılırken hayatlarını kaybedenlerin anıtındaki isimlerini okurken Karadeniz, Akdeniz, İçanadolu yani, ülkenin değişik yerlerinden ekmek parası için buralara gelip can verenleri anıyoruz.