Sabah kahvaltısı ve oğlumun terapisinden sonra Bielefeld kentine gitmek için yolla çıktım.

İlkbahar havası yer yer yağmur döküldü gökyüzünden, yer yer güneş parladı gökyüzünde. İki gün önce başlayan Yumurta bayramı ve Pazar günü olması nedeniyle caddeler boştu. 
 

Değerli akrabamız, arkadaşım Metin Aksu’nun verdiği toplantı salonuna ancak yarım saat gecikmeyle varabildim.

İçeriye girdiğimde Metin'in konuklarına yemek dağıtılıyordu. Metin de kapının arkasına oturmuş elinde bir tabak yemek vardı. Görünce beni elindeki tabağı yere bıraktı. Ayağa kalktı sarıldık bir birimize ona dokuz ay önce yetirdiğim sevgili eşim, çocuklarımın annesine yazdığım şiirlerde oluşan ‘Yaşamdan Sevgi Şiirleri’ adlı eserimi verirken baş sağlığı diledim.

40 gün önce kız kardeşi Hüsniye’yi yitirmişti. Bu gün geleneksel olan kırkıncı gün yemeği sonsuzluğa yürüyen bireyin adına acılarını bölüşen, yakınlarına, dostlarına verilmektedir.
 

Salon doluydu. Yakınlarım, dostlarım vardı. Onlarla kucaklaştım. Uzaklardan gelenler yakınlarıyla dertleşiyorlardı. 

Pirinç pilavı, salata kavurma, baklava ardından çay ve kahve sunuldu konuklara. 

Kanserin genç yaşta ailesinde be biricik kızında kopardığı Hüsniye’nin annesi sakin sakin sabırla gelenlerin ve ayrılanların baş sağlığı dileklerini kabul ediyordu. Gözyaşlarını içine akıtıyordu. 
 

Hüsniye’nin Türkiye’den gelen ablası kız kardeşleri kardeşi Metin Aksu, yengesi bir yanda gelen ve giden konukların taziye dileklerini kabul ediyordu öbür yanda konuklara hizmet sunuyor onların dinlemesini sağlıyorlardı.

Yemekten sonra Cerrah Doktor ve Müzisyen Taner Bey ayağa kalktı “Hakka yürüyen Hüsniye’nin kız kardeşi benden Hüsniye’nin sevdiği iki türküyü söylememi rica etti.  Bugün ona hayır diyemem. Kabul ettim. Ancak bu iki türküden önce de benim yazdığım iki şiir var onları okuyacağım" dedi. Gürül gürül bir sesle savaşları, çatışmaları ret eden, barış dileğini içeren iki şiirini okudu. Onların ardından da Ruhi Su’dan iki ayrılık içerikli türkü sundu. Sesi Ruhi Su‘nun sesi ile bire bir benziyor. 

Yanıma Hüsniye’nin Ablası Sevinç Aksu Yıldırım geldi. Sarıldı bana. Gözleri dolu doluydu. Dokunsan gözlerinden biriken bulutlar yağmur olup dökülecekti. Geçen yıl eşi ve çocuklarının babası Selahattin Yıldırım’ı yitirmişti.

Bana sarılınca ”Ağabeyim, neden biz?” dedi.

Yanıtım kısaydı. “Güzel bacım, bu sorunun yanıtı yok. Ama halk arasında derler ki ‘kader’. Belki bu bizim kaderimiz.”

Oturduk yan yana. “Ağabeyim senin şiirlerin benim duygularımı anlatıyor. “ dedi. 

Sonra başladı anlatmaya. “Selahattin, sadece sıradan bir eş değildi. Çocuklarımın babası, yoldaşım, arkadaşım,

Her düşünceyi bire bir benimle bölüşen biriydi. Bazen o çocuklarıyla nasıl boğuşuyor şakalaşıyorsa, benimle de öyleydi. Sadece çocuklarımızla, benimle değil o bütün çocukları insanları seviyordu. Darda olan her insana yardım ederdi. İhtiyacı dolan bazı insanlara dostum yoldaşım dedi kimine beş bin Euro kimine on bin Euro senetsiz faizsiz borç verdi. O sağken, demokrat geçinen, adaleti, eşitliği savunanlar bu gün uğramıyorlar. Bize verdikleri onun çocuklarının hakkıdır, onlara ödememiz gerekir demiyorlar. Bize de görünmek istemiyorlar” dedi.

Bu bizim demokrat kesimin genel karakterini ve neden derlenip toparlanmadığı ve sağ tutucu radikal siyaset karşısında başarılı olamadığını da bir ölçüsü olarak düşündüm.

Selahattin Yıldırım gerçekten onurlu bir sendikacı, insanları hesapsız, çıkarsız seven, almadan vermeyi bilen, sevgi dolu fedakâr bir emekçiydi. Türkiye’deki tersane işçilerin ölümü ve kömür, maden göçüklerinde ölenlerin ardından süren mahkemeleri izlemek, işçi direnişlerini desteklemek için Almanya’daki sendikaları, Türkiye kökenli demokrat örgütleri, devrimci ve sosyalistleri bir araya getirerek Türkiye’ye gitmeleri için çalıştı. Ne yazık ki benim oğlum trafik kazasından sonra tekerlekli sandalyeye bağımlı kaldığı için gidemedim.

Ama gidenler döndüklerinde Selahattin Yıldırım’ın ne kadar başarılı bir organizatör ve başarılı, nerede duracağını ve nerede konuşan bir sendikacı olduğunu anlattılar.

Sevinç hanım önce babası Mehmet Aksu, sonra eşi, çocuklarının babası Selahattin’in peşinde, dert ortağı yoldaşı kız kardeşi Hüsniye’yi yitirmenin acısını yaşıyor. O acıları okuduğu şiirlerde, öykülerde romanlardaki kahramanların anlatımında buluyor onları tekrar tekrar okuyarak acılarını hafifletmeye çalışıyor.

Tabi ki çocuklarının başarısı onun direnci, sevinç kaynağı oluyor.

Her gün yaşadıklarını oda benim gibi mezarlığa giderek eşine anlatıyor, mezardaki çiçekleri okşuyor, konuşuyor bakımını yapıyor. O çiçeklerden sevdiğinin kokusunu alıyor. O çiçek kokuları nefesini açıyor.

Bu yemeğe gelenlerin hepsi kendi aralarında Türkiye’deki başkanlık seçimini de konuşuyorlardı. O salondakilerin beklentisi HAYIR’ın başarılı olmasıydı. Ancak bazı yaşlılar şöyle diyordu

“Erdoğan ne eder eder, bir yol bulur, seçimi kazanır. Yarın tarlalarda, çöplüklerde sandık sandık çalınıp atılan pusulalar bulunduğunda bu söylediklerimizin doğruluğunu görmüş olacaksınız. Sonra ne olur atı alan Üsküdar’ı geçmiş olur.”

Ayrılınca başta Metin Aksu ile Sevinç Aksu Yıldırım, Anneleri Dondul ablayı ve tüm yakınlarımı kucakladım.

Bielefeld’den çıkınca hava güzeldi ancak on beş dakikalık bir yolculuktan sonra bir yağmur peşinden dolu gökyüzünden dökülmeye başladı. Arabalar yavaşladı. Ağaçlardaki çiçekler dökülüyordu. Tıpkı yakınlarımızın bizden koptuğu gibi bir bir kopuyorlardı dallarından.

16 Nisan 2017