Kamışlı’da doğan Nazira Gewriye (Goreya olarak da yazılabiliyor), 2013’te kurulan Süryani Kadınlar Birliği’nin kurucularından. Cizir Kantonu Yasama Meclisi Eş Başkanı.

DKP (Alman Komünist Partisi)’nin düzenlemiş olduğu, “Türkiye’nin Rojava işgali ve süreç” gündemli toplantısına; tesadüfen Almanya’da bulunuşuna denk gelmesiyle katılan bir konuşmacı.

Nazira Gewriye’nin bu toplantıya katılabilme tesadüfü; hepimiz için sıcacık bir nefesti! Bizlerin sürekli okuduğu bilgilerin, takibettiği haberlerin üzerine canlı bir ses-yüz taşıdı o!

Toplantıda, Nazira Gewriye’nin şu anda bölgede yaşananları aktarmasının ardından; Akdeniz’deki enerji savaşları, bu savaşlarda ABD ve Rusya’nın payları-rolleri, Türkiye’ye biçilen misyon, NATO’nun 21. yüzyıldaki biçimlenişi, tüm bunların içerisinde Almanya’nın payı vd. gibi konular iyi bir hazırlıkla aktarıldı.

“Emperyalist işgal altında, özerk bir bölgeden bahsetmek mümkün müdür? Kürtler ABD ile işbirliği içerisindeyken nasıl bir bağımsızlıktan söz edilebilir? Şu anki ortak saldırılar karşısında, ‘Rojava’ olarak adlandırılan bölgede yaşamak dahi nasıl mümkün olabilir? Bölgenizdeki nüfus ne kadar?” gibi nice soru yöneltildi Nazira Gewriye’ye. ONUN AKTARIMLARININ ARDINDAN SORULAR SUSTU! BAŞLAR EĞİLDİ...

***

Ben şu anda sadece, onların kendi dillerindeki ifadesiyle Beyt Nahrin’den, Süryani kadınların sesinden canlı bir soluğu aktarma sorumluluğuyla sözü Nazira Gewriye’ye bırakıyorum:

“Ben Kürt değilim. Anlattığınız-sorduğunuz şeyleri yüz yıl öncesinde yaşamış bir halkın üyesiyim. Süryani’yim, hıristiyanım. Soykırım denen şeyi önce duyan, sonra yaşayan, o topraklardan gelenim.

Mezopotamya (nehirler arası), Beyt Nahrin (nehirler ülkesi) insanları hep ortak bir kaderi paylaştı. Soykırım! Rojava olarak adlandırdığımız bölgede yaşamaya başlayan insanlar, zaten yine bir savaş içerisinde canlı kalmayı başaranlardı. Arap, Kürt, Ermeni, Süryani...; hepimiz canlı kalmayı başaranlardık. IŞİD’e karşı kendimizi savunma yöntemleri geliştirdik. Bunun mekanizmalarını kurduk.

‘Demokratik Özerk Yönetim’ olarak adlandırdığımız bir yönetimle, bütün bu halklar birlikte yaşamayı öğrenmeyi denedik. Bunun basit bir deneme olmadığının farkındaydık. 2015’te başladığımız bu çalışmalardaki kadınlar; sürülmeyi, kaçırılmayı-satılmayı, tecavüz edilmeyi ninelerinden dinlemiş, ardından da kendileri yaşamış kadınlardı. Birbirimizin diline, dinine, taleplerine kulak vermeyi öğrendik. NEOLİTİK ÇAĞDI BİZİM YAŞADIĞIMIZ. Topraklarımızı ve insanımızı yeniden diriltme çağıydı. Bu yüzden kantonlar kurduk. Kendimiz ektik, kendimiz biçtik, kendimiz avladık, kendimiz pişirdik, kendimiz askerdik, kendimiz öğretmendik, kendimiz doktorduk..Ve dünyadaki tüm karanlıklara bir mum gibi ışık saçabileceğine inanarak bunu yaşadık. Önemli adımlar da attık. Bu ışığın büyümesine izin vermeyeceklerini tahmin ediyorduk. Ne yaptığımızın, ne yaşadığımızın farkındaydık.

Binlerce insanın yarasını sardık bu dönemde. Bir kez daha cesetlerimize dahi ulaşamadık. Bütün bunlar, o bölgenin insanına yabancı şeyler değildi. Tarih yeniden yinelendi. Neyle yüzyüze olduğumuzun farkındaydık. Farkında olduğumuz için güçlüydük.

Şu anda, zaten ağırlıklı olarak savaşta evinden-barkından edilmiş insanlarla kurduğumuz, IŞİD’e karşı mücade vererek kurduğumuz Özerk Bölge, yeniden darmaduman edildi. 20-30km.den bahsediliyor. Ancak Türkiye 50km.lik bir toprak parçasına girdi. ZATEN GÖÇ ETTİRİLEN İNSANLAR, YENİDEN GÖÇE ZORLANDI.

Koca bir savaştan bahsediyoruz. Savaşlarda insan sayamazsınız. Yeniden binlerce insanın yarasını sardık bu dönemde. Kaç insan kayıp. Nereye kadar gidebildiklerini, canlı olup-olmadıklarını takibetmemiz bile mümkün değil.

Emperyalistlerin enerji kaynakları savaşlarını bilenleriz. Bu yüzden böyle bir modeli kabul etmeyeceklerini bilendik, biliyoruz; hiç unutmadık! Bunun hayalini kurup, gerçekleştirmekten hiç vazgeçmedik, geçmeyeceğiz. Tekrar tarumar edildik ve bize hiç bir söz-temsil hakkı verilmedi. Şu andaki tek talebimiz; bölgenin inşa sürecinde, Suriye Anayasası’nın oluşturulma sürecinde, bizim halk temsilciliklerimize de temsil hakkı verilmesi. Bu temsil hakkının da çok şey ifade etmediğini biliyoruz. Ancak bunca saldırı altında öncelikle talep edebileceğimiz tek hak bu; TEMSİL HAKKI!

Değil insan; ağaçları, dağı-taşı dahi kurutacaklar o topraklarda. Ve bizim şu süreçte bildiğimiz tek bir şey var: DİRENMEYE DEVAM EDECEĞİZ!

Özelde kadınlar olarak; tarihimizin acılarını, kaçırılan-pazarlanan kadınlarımızın tarihini bırakalım okumayı, kulaklarımızla duyarak büyüdük. Bizden sonraki nesiller için; direnmekten başka hiç bir yolumuz olmadığını biliyoruz. Peki nereye kadar? Bu yol uzun bir yol olmaya devam edecek, farkındayız...”