Bir bakanın tüm gerçekleri yok sayarak MHP’yi ve yandaş kuruluşlarını aklaması, bir diğer bakanın yüksek mahkeme kararını hiçe sayarak Kürt ulusal direniş hareketini hâlâ “terörist” diye nitelemesi iki perdelik bir gaflet oyunudur

Brüksel’de gün geçmiyor ki Belçika yöneticilerinden Türkiye konusunda birbiriyle çelişkili açıklamalar duyulmasın… Bu garabetin başlıca iki nedeni: Bir yandan Ankara’daki yöneticiler ne yaparlarsa yapsın Türkiye’nin NATO ve AB için ekonomik, ticari ve askeri bakımdan tamamen dışlanamayacak bir müttefik olması, öte yandan Belçika’da çifte vatandaşlık sahibi seçmenlerin yüzde 70’inin Türkiye seçimlerinde Tayyip ve onu destekleyen partiler lehinde oy kullanması… 

Yenilerde bir üçüncü neden daha var… Son yıllarda güney ülkelerden gelen yeni mülteci kitlelerini para karşılığı Türkiye’de bloke eden Erdoğan’ın her sıkıştığında “Üstüme fazla gelmesinler, kapıları açarım” şantajını tepe tepe kullanıyor olması…

Çelişkili açıklamaların en son örneklerinden biri, Belçika Yargıtayı PKK’nin “terörist” olmadığına hükmetmişken, federal dışişleri bakanı Philippe Goffin’in “Belçika hükümetinin tavrı açık. PKK bir terör örgütüdür. Yargıtay kararı, PKK ve destekçilerinin Belçika’da yargılanamayacağı anlamına gelmez” diyerek Kürt diyasporasına aba altından sopa göstermesi oldu.

Üzerinden bir hafta geçmeden, bu kez de Belçika Adalet Bakanı Koen Geens, Türk kökenli Saint-Josse Belediye Başkanı Emir Kır’ın MHP’lilerle ilişki sürdürdüğü için Sosyalist Parti’den ihraç edilmesi konusunda federal parlamentoda kendisine yöneltilen bir soruya 7 Şubat 2020’de verdiği yanıtta, MHP’yi de, onun Avrupa’daki yan örgütlerini de bir kalemde temize çıkarttı.

Flaman hristiyan demokrat parti CD&V’nin önde gelen yöneticilerinden biri olan, üstelik hâlâ sürüp giden hükümet krizine çözüm bulması için önceki hafta Kral Philippe tarafından kendisine özel misyon verilen Adalet Bakanı Geens, Türkçe medyada alkışlanarak yansıtılan yanıtında şöyle diyor:

“Belediye Başkanı Emir Kır’ın PS’den ihracı Bozkurtlarla ilişkilendirilse de, Bozkurtlar olarak bilinen oluşumun Belçika siyasetine sızma gibi herhangi bir gizli faaliyeti bulunmamaktadır. Bozkurtlar 70’li yıllardan itibaren Belçika’da kültür merkezleri adı altında faaliyetlere başlamışlar ve daha sonra Belçika Türk Federasyonu (BTF) adı altında bir çatı örgütü kurmuşlardır. Ancak bu oluşumun üyeleri bir paramiliter ya da bir terör örgütü şeklinde değerlendirilemez. BTF kendi imajını zedeleyebilecek şiddet eylemlerini de belli bir  kontrol  altında tutmaya ve engellemeye devam etmektedir.”

Tayyip Erdoğan diktası tarafından Suriye’de tehlikeli şekilde tırmandırılan işgalci ve terörist operasyonlara MHP’nin ve onun yurt dışındaki yan örgütlerinin tam destek verdiği bir dönemde böyle bir açıklama yapılması Belçika yönetimi açısından gerçekten affedilmez bir hata…

İslamcı teröristlerin yanında saf tutarak Suriye krizini körükleyen, üstelik bu komşu ülkenin topraklarını işgal ederek Kürt direnişçileri yok etmeye kalkışan, son olarak da İdlib’i işgal etmiş cihatçıların hamisi kesilerek Batı ülkelerinden sonra Rusya ve İran’ı da karşıya almayı başaran Tayyip’in kanka’sı Devlet Bahçeli provokasyonlarını dün "Gerekirse Şam'a girmeyi planlamalı ve zalimler yerle yeksan edilmelidir. Zulüm şatoları yıkılmalıdır. Yansın Suriye, yıkılsın İdlib, kahrolsun Esad" demeye kadar vardırdı.

MHP’nin Belçika da dahil Avrupa ülkelerinin büyük bölümünde kurdurup Avrupa Türk Konfederasyon (ATK) çatısı altında bir ara getirdiği Bozkurt örgütleri, gerçekten Bahçeli’nin bu faşizan histerilerini paylaşmaktan uzak, Adalet Bakanı Geens’in toz konduramadığı türden barışçıl kuruluşlar mıdır?

Çok değil, daha on gün önce, 2 Şubat 2020’de, çeşitli ülkelerden ATK üyesi Türk Federasyon’ların tüm yöneticileri Ankara’daki MHP genel merkezinde Devlet Bahçeli tarafından kabul edilerek beyin yıkamasına tabi tutuldular.

Hem ATK Genel Başkanı, hem de MHP Merkez Yürütme Kurulu üyesi ve İstanbul Milletvekili olan Cemal Çetin başkanlığındaki heyette, Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya, İsviçre, İngiltere, ABD, İskandinavya ve de Belçika’daki Türk Federasyon’ların genel başkanları ve yöneticileri yer almaktaydı.

Ankara’da MHP’nin kurucu başkanı Alparslan Türkeş’in mezarını da ziyaret eden heyete hitaben yaptığı konuşmada Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin Türkiye üzerinde oynanan oyunları bozacağını belirterek şöyle diyordu:

“Avrupa Türklüğünün, yüce Türk milletinin Batı Avrupa coğrafyasındaki temsilcileri olarak sizler de bu konuda önemli sorumluluklar üstlenmektesiniz. Bu vazifenizde kendinizi yalnız hissetmeyiniz. Her türlü çalışmalarınızda sizleri destekleyeceğimizi biliniz.  Aynı zamanda Türk milletine ve Türk devletine karşı düşmanlık besleyen fitnecilere fırsat vermeyeceğinize yürekten inanıyorum.” 

Aynı zamanda Milli İstihbarat Dairesi sorumlusu olan Adalet Bakanı Koen Geens’in, Devlet Bahçeli’nin MHP genel başkanı olarak 21 Mayıs 2012’de, Belçika Türk Federasyonu’nun Liège’deki 12. Büyük Kurultayı’nda yapmış olduğu konuşmayı bilmiyor olması düşünülemez. Düşünülemez çünkü, o konuşmanın Fransızca çevirisi Belçika’nın en etkin haftalık siyasi dergisi Le Vif’in 8 Kasım 2012 tarihli sayısında “Türk Bozkurtlarının Gerçek Söylemi” başlığı altında yayımlanmıştı.

O sırada TBMM Başkanvekili olan MHP milletvekili Meral Akşener’in de hazır bulunduğu toplantıda yaptığı konuşmada Bahçeli, partisini Ermeni Soykırımı’nı inkar etmekle suçlayan, bu nedenle Kurultay toplantısı için salon vermeyi reddeden Belçika yöneticilerine şöyle saldırıyordu:

“Geçmişlerinde kan, hıyanet ve cinayet bulunan bir zihniyetten bizim alacak ve öğrenecek hiçbir şeyimiz yoktur. Milletimize saldıran ve katillikle suçlayan sözde soykırım şebekesi ille de soykırım faili, katliamla örtüşmüş sicil arıyorsa, bilsin ki kendisi ve niyeti, Nazi zihniyetine bile fazlasıyla taş çıkartacaktır. Yok, ırkçının kim olduğunu ve faşistin yüz hatlarını merak ediyorsa aynanın karşısına geçmeli ve baştan aşağıya kendisine ve nefret saçan emellerine acele yoldan bakmalıdır.”

 “Ne mutlu Türküm diyene” demekten yorulmayacaklarını ve Türkiye’nin Türklüğü koruması uğrunda mücadelede sonuna kadar kararlı olduklarını vurgulayan Bahçeli, Belçika’daki Türklere de bulundukları ülkede ulusal kimliklerini koruma talimatı vererek şöyle diyordu:

“Türk topluluğu Belçika demokrasisi içinde kendi geleneklerini olduğu gibi yaşatmaya devam etmeyi başarmıştır. Türkler Belçika’nın ticari, siyasal, ekonomik ve sosyo-kültürel yaşamına önemli katkı sağlayıcı bir konuma ulaşmışlardır. Ancak burada kalmayıp bir üst aşamaya sıçramaları gerekir. Nasıl mı? Bu ülkenin tanıdığı tüm sosyal, siyasal ve ekonomik haklardan yararlanabilmek, her daim dikkate alınması gereken bir ‘sosyolojik güç’ olabilmek için sürekli mücadele vererek istemlerinizi yüksek sesle dile getirmelisiniz. Bu ülkenin yerel ve ulusal seçimlerinde Türk ulusunu temsil etmelisiniz.”

***

Kendisini bozkurt sembolüyle özdeşleştirenlerle ilk karşılaşmam 40’lı yılların ikinci yarısında Ankara Atatürk Lisesi’nin orta kısmında okuduğum döneme rastlar… Köy enstitülerini kurduran, dünya klasiklerini Türkçeye kazandıran, eğitimin her alanında aydınlık ufuklar açan Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı’ndan uzaklaştırılıp yerine faşistlerin hamisi Reşat Şemsettin Sirer’in getirildiği günler… Lisenin büyük konferans salonunda Nihal Atsız başta olmak üzere dönemin namlı faşistlerine konferanslar verdirtiliyor, biz öğrencilere “Moskof desin bazı bazı, eyvah yine Türkler geliyor!” türünden sloganların haykırıldığı edebiyat matineleri izlettiriliyordu.

Lise yıllarında, yüksek öğrenim döneminde, genç yaşta başladığım gazetecilik yaşamımda ve de yedek subayken orduda, 60’lı yılların ilk yarısında Türkiye İşçi Partisi’nin örgütlenme günlerinde farklı etiketler taşıyan bozkurtlarla çok karşılaştım, tartıştım, kavga ettim. 

Türk faşist hareketinin partileşmesi 60’lı yılların ikinci yarısına, partinin Avrupa’da örgütlenmesi ise 70’li yılların ikinci yarısına rastlıyor.

27 Mayıs 1960 Cuntası içinde etkin durumdayken tasfiye edilerek sürgüne gönderilmiş olan Emekli Albay Alparslan Türkeş, 1963 yılı başında Hindistan’dan döner dönmez 14’ler diye bilinen arkadaşlarıyla birlikte faşist bir parti kurma ya da mevcut partilerden birini içten fethederek faşistleştirme çabasındaydı. Bu amaçla Türk Ocakları'nda konferanslar vermeye başlamışlar, Türkiye Huzur ve Yükseltme Derneği adında bir de dernek kurmuşlardı. 

Tarihsel lideri Osman Bölükbaşı’nın istifasından sonra hızla kan kaybetmekte olan CKMP’ye sızan Türkeş’çiler bu partinin 23 Şubat 1964’te yapılan kongresinde 70-80 kişilik bir grup oluşturdular. Bir yıl sonra da Türkeş ve 14'lerden Muzaffer Özdağ, Ahmet Er, Dündar Taşer ve Rıfat Baykal törenle CKMP’ye üye oldular. 

Muzaffer Özdağ ve Rıfat Baykal’ı MBK üyesi oldukları dönemde şahsen tanımıştım. Alparslan Türkeş’le ise şahsen çok sonraları karşılaştım. Darbeden önce kendisi Genel Kurmay’ın NATO Dairesi başkanı idi. İzmir’de Milliyet Gazetesi temsilcisi iken NATO Karargahı’nda görevli Türk subaylarından açık görüşlü olanlar, 27 Mayıs darbesinin örgütlenmesinde Türkeş’in birinci derecede rol oynadığını anlatmışlardı. Gerçekten de darbe sabahı Türkiye radyolarında darbeci cunta adına konuşurken ısrarla “NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız” vurgulaması yapan Alparslan Türkeş’ti…

1965 genel seçimleri yaklaşırken 1 Ağustos 1965’te Adana’da yapılan büyük kongrede CKMP tamamen faşistlerin kontrolüne geçmiş ve Alparslan Türkeş de genel başkanlığa seçilmişti. 

Bir gün Akşam’ın Anadolu baskısının sayfalarını bağlarken Alparslan Türkeş’in gazeteye geldiği ve yayın yönetmeni olarak benimle görüşmek istediği bildirildi. O yıl Türkiye İşçi Partisi ilk kez genel seçimlere katılmaya hazırlanıyordu. Akşam gazetesinde haber ve yorumlarla, TİP İstanbul listesinden bağımsız milletvekili adayı olan Çetin Altan’ın fıkralarıyla açıkça Türkiye İşçi Partisi’ni destekliyor, aşırı sağ akım ve örgütlenmeleri, ister milliyetçi, ister İslamcı olsun, sürekli eleştiriyorduk.

Türkeş’in görüşme talebinden Çetin Altan’ı da haberdar ettim, birlikte görüşmeye karar verdik. Legal bir siyasal partinin genel başkanı olarak son derece dikkatli konuşuyor, Akşam’ın TİP’i desteklediğini bildiği için de, CKMP’nin sosyal sorunlar ve demokratik haklar konusunda en az TİP kadar dikkatli ve yapıcı olacağını söylüyordu. 

Çetin her zamanki alaycı ifadesiyle “Halep ordaysa arşın burada” dedi, “CKMP’nin bundan böyle ne olacağını Meclis’te görürüz, kısmetse ben de orada olacağım” diyerek kesip attı.

1961 seçimlerinde yüzde 13,95 oyla 54 milletvekili çıkartmış olan CKMP, Türkeş’in başkanlığı altında girdiği 1965 seçiminde oyların ancak yüzde 2,24’ünü alarak 11 milletvekili çıkartabildi. Seçilenler arasında Türkeş ve Baykal da vardı. 

CKMP’nin 1967 kongresinde, Türkeş’e eski Türk hakanlarının unvanı olan, "Başbuğ" adı verildi. 8-9 Şubat 1969 tarihleri arasında Adana'da toplanan kongrede de CKMP’nin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi ve eski amblem yerine kırmızı zemin üzerine beyaz olarak işlenmiş "üç hilal" den oluşan yeni bir amblem, partinin gençlik kolları için de "hilal ve bozkurt" amblemi kabul edildi.

Türkeş’in CKMP’sine karşı Türkiye İşçi Partisi ve diğer sol yayınlar gibi Akşam’da da, 1967’de yayımlamaya başladığımız Ant’ta da sürekli mücadele verdik. Türkeş Meclis’e girdikten sonra demokratik mücadeleyi rafa kaldırarak aşırı sağı silahlı vurucu bir güç haline getirmek üzere seferberlik başlattı. MBK üyesi Dündar Taşer'in komutasında Bozkurt'ları "komando" olarak yetiştirmek üzere kamplar açıldı. Bu kamplardan birinin yerini tesbit ederek 3 Eylül 1968 tarihli Ant'ta fotoğraflarıyla açıkladık. Bozkurt’ların devrimci gençlerin birer birer öldürülmesindeki, Kanlı Pazar’daki rolünü 12 Mart 1971 darbesine kadar sürekli belgeledik.

***

Sürgünde Bozkurt’larla karşı karşıya gelmemiz 42 yıl öncesine uzanıyor.

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, 70’li yılların ilk yarısında Türkiye’nin yanı sıra İspanya, Portekiz ve Yunanistan’ın da faşist diktatörlükler altında bulunması nedeniyle Belçika’da göçmen örgütlenmelerinde sol eğilimli siyasal sürgünler etkin rol oynuyor, göçmen işçilerin üye olduğu sendikalar da göçmen kitlesi içinde faşizan örgütlenmelere gidilmesine olanak tanımıyordu.

1975’ten sonra MHP’nin Demirel başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe hükümetlerinde yer alması, Türkeş’in başbakan yardımcısı olmasından sonra MHP, yurt dışındaki göçmen işçiler arasında milliyetçi duyguları tahrik ederek hızla örgütlenmeye başladı. 

Belçika’daki gelişmeleri İnfo-Türk’ün Nisan 1978 tarihli aylık bülteninde “Faşist komandolar Belçika’da da örgütleniyor” başlığı altında şöyle duyurmuştuk:

“Faşist komandoların Türkiye’deki kanlı provokasyonları, bir savcının, ardından ‘NATO’ya hayır’ afişi asan TİP’li bir militanın kurşunlanarak öldürülmesine, üniversite öğretim üyesi Server Tanilli’nin vurularak felç edilmesine ve bilinçsiz kitlelerin kışkırtılıp bir içsavaş ortamı yaratılmasına varırken, yurt dışındaki faşist örgütlenme çalışmaları Almanya ve Hollanda’dan sonra Belçika’ya da sıçramıştır.

“Özellikle MC Hükümeti zamanında Belçika’ya tayin edilen din hocaları ve diğer görevliler genellikle MSP sempatizanı veya AP’li oldukları için MHP’lilerin örgütsel bir çalışması görülememişti. 

“Geçen ay ilk olarak bir sinemada Belçika’daki MHP sempatizanları bir araya getirilerek kendilerine örgütlenme gereği anlatılmış, bunun hemen ardından da Brüksel’de, Schaerbeek’teki Rue Verte, N°30’da Brüksel Türk Kültür Derneği Ülkü Ocağı adı altında bir dernek faaliyete geçirilmiştir. 

“Ülkü Ocağı’nın 19 Nisan 1978’de Belçika’daki Türkiyeli işçilere hitaben yayımlanan ilk duyurusu ‘Değerli Müslüman Türk işçisi’ hitabıyla başlamakta, daha sonra ‘Malumunuz olduğu gibi memleketimiz komünizm rejimi tehlikesiyle karşı karşıyadır’ denilerek ‘Sizlere düşen vazife, Brüksel’de bulunan Leninci ve Maocu komünistlerin gazetelerini okumamak, fikirlerini benimsememek, imkanlar dahilinde bunlarla sohbet etmemektir’ çağrısında bulunulmaktadır.

“Başlığında bir ay-yıldız ve ay-yıldızın iki yanında da birer hilalli Bozkurt bulunan bildirinin dağıtımından hemen sonra, Türkiyeli işçilerin yoğun bulunduğu Schaerbeek semtindeki Türk kahvelerine silahlı, sopalı, demir çubuklu topluluklar halinde giderek terör havası yaratmaya başlamışlardır.

“22 Nisan 1978 Cumartesi günü aynı saatte bir kahvehanede bildiri dağıtmak isteyen bir siyasi grubun elemanlarıyla önce sözlü, daha sonra sopalı çatışmaya girmişler, birisini hastanelik olacak kadar ağır şekilde dövmüşlerdir”.

1978’de başlayan bu örgütlenme, 12 Eylül sonrasındaki kısa bir duraklama döneminden sonra, Türk Federasyon çatısı altında daha da yaygınlaşarak, sadece Türkiyeli ilerici kuruluş ve kişileri değil, Belçika’nın çoğulcu siyasal ve sosyal yapısını da tehdit eden bir tehlikeye dönüştü.

Almanya’dan özgürlük yürüyüşüne çıkan bir Kürt grubu 1993’ün son günü Brüksel’e vardığında MHP’lilerin kışkırttığı Türk gençleri yürüyüşçü Kürtlere saldırarak Türk toplumunda körüklenen aşırı milliyetçiliğin ne tehlikeli boyutlara ulaştığını ortaya koyacaktı. Yüzlerce genç Bozkurt işareti yaparak, “Saint-Josse Türk mahallesidir!”, “Burada Kürtlere yer yok!”, “Kahrolsun PKK!” diyerek Kürt lokallerine ve Kürt işyerlerine saldırdılar.

Abdullah Öcalan’ın İtalya’da bulunduğu dönemde de, 7 Kasım 1998 gecesi Bozkurtlar ellerinde, göğüslerinde, sırtlarında üç hilalli bayraklar olduğu halde Saint-Josse mahallesindeki Brüksel Kürt Enstitüsü’ne, Avrupa Kürt Dernekleri Federasyonu üyesi Kürdistan Kültür Derneği’ne ve bir Asuri işyerine saldırdılar, Belçika polisinin gözleri önünde iki dernek lokalini ateşe verdiler.

Kürt lokallerine ve işyerlerine bu vahşi saldırıların ardı arkası daha sonraki yıllarda da kesilmedi. 17 Kasım 2016’da da Türk bayraklarıyla donatılmış onlarca arabayla faşist sloganlar atarak Saint-Josse’a gelen Bozkurtlar Brüksel Kürt Enstitüsü’ne yine yangın bombalı saldırıda bulundular.

Belçika federal hükümetindeki Adalet Bakanı’nın tüm bu gerçekleri yok sayarak MHP’yi ve onun yandaş kuruluşlarını aklayan, hatta öven açıklamalarda bulunması, gafletin bir perdesi.

Aynı hükümetin Dışişleri Bakanı’nın da yüksek mahkeme kararını hiçe sayarak Kürt ulusal direniş hareketini hâlâ “terörist” diye nitelemesi ve Kürt sürgünleri tehdit edici ifadeler kullanmış olması da gafletin bir diğer perdesi. 

Ünlü aktör Kevin Kostner’in hem yönettiği, hem de başrolünü oynadığı unutulmaz bir film vardır: Kurtlarla dans…

Evet Avrupa başkentindeki bu iki perdelik gaflet oyununa da benzer bir ad gerek: Belçika’da Kurtlarla dans!

Bir bakanın tüm gerçekleri yok sayarak MHP’yi ve yandaş kuruluşlarını aklaması, bir diğer bakanın yüksek mahkeme kararını hiçe sayarak Kürt ulusal direniş hareketini hâlâ “terörist” diye nitelemesi iki perdelik bir gaflet oyunudur.

(Artıgerçek, 13 Şubat 2020)