SİBEL ÖZBUDUN

 

“İner şafağın alacasında

Karıncalar ordusu şehre

İner kenar mahallelerden

Yürüyerek ve trenlerle.”[2]

 

Bir gün önce Tayyibî hanedanının olası kurucusu I. Recep Erdoğan, partisinin grup toplantısında buyurdu: “Temenni ederim ki söylediklerimizden netice almış oluruz, aksi hâlde yarın orada İçişleri Bakanlığımız, bütün ekibiyle, vali, emniyet müdürüyle her türlü tedbiri alacağız, kesinlikle alana böyle bir girişin yapılmasına, alanda bu tür kutlamanın yapılmasına izin vermeyeceğiz.” I. Erdoğan öfkeliydi, çünkü sendikaların, sosyalist partilerin ve örgütlerin Taksim ısrarını “kişisel olarak üzerine almıştı”: “ 30 yıl bu ülkede 1 Mayıs törenleri yapılmazken sizin illa da Taksim Meydanı demeniz bana şunu hatırlatıyor, ‘AKP iktidarına karşı biz bunu yapıyoruz. Buradan bu anlaşılır, başka bir şey anlaşılmaz.’ dedim.” [Tabii 1 Mayıs’lar tüm dünyada işçilerin, emekçilerin iktidar partilerine alkış tuttuğu, onlara tezahürat yaptığı günlerdir, bu yüzden I. Erdoğan partisine karşı olunmasını anlayamıyor bir türlü!]

Elhak, “kapıkulları” kendilerine kaç gündür gönderilen işmarların hakkını verip üzerlerine düşeni yaptılar. İstanbul’da tüm otobüs, vapur, metrobüs, funiküler seferleri kaldırıldı, bütün belli başlı arterler trafiğe kapatıldı, Taksim’e yönelen bütün caddeler ve bu caddelere açılan bütün sokaklar polis barikatlarıyla bloke edildi. (Mecidiyeköy’e ulaşmak üzere Bostancı’dan bindiğimiz dolmuştaki bir yolcu cep telefonundan arkadaşına, “Karşıya vardık, salimen,” diyordu. “Buradan nereye gideceğimizi dolmuşta şöför dahil, hiç birimiz bilmiyoruz…”) İlan edilmemiş bir OHAL… Çelik zırhlı, kalkanlı, gazlı çevikler, her köşeyi tutmuş panzerlerle kent savaşa hazırlanıyor adeta… Olayların ardından Pyrrhus zaferi kazanmış bir ordunun komutanı gibi kameraların karşısına çıkacak olan İstanbul valisinin açıklamasına göre o gün Taksim’de (kendi rakamlarıyla) 3500 göstericiye karşı 21 000 polis “görev” yapmıştı. (Ordunun göreve çağrılmamış olmasını “demokratikleşme ve barış süreci”ne mi yormalı?)

“Görev ne” miydi? “Osmanlı’da da başkanlık sistemi vardı” diyen başbakan, geçmiş yıllarda sokak savaşlarıyla Taksim’in kazanılmasını bir türlü hazmedememiş olacak ki, bu yılki “soylulaştırma” çalışmalarını gerekçe göstererek 1 Mayıs Meydanı’nı emekçilere bir kez daha kapatıp “Kazlıçeşme”yi önerdi. Vali-Emniyet Müdürü, içişleri bakanı-vb. erkân bu amaçla sık sık inşaat çukurlarının önünde poz vererek, inşaat alanında gösteri yapılmasının sakıncalarını anlattılar. Maazallah, ya bir kişi bu çukurlardan birine düşüp bir yerini kırsaydı?

[Yürüyüş için belirlenen güzergâhlarda –Şişli ve Beşiktaş- bir tek çukur yoktu oysa. Kazılar sırasında dahi her gün yaklaşık 1 milyon kişinin geçtiği meydan, tümüyle açık olduğu gibi, eğer niyet gerçekten de kazaları önlemek idiyse, emniyet görevlileri, alanı ve alana açılan sokakları kapattıkları bariyerleri çukurların etrafını çevirmede kullanabilirlerdi pekalâ…]

Neyse ki kimse çukurlara düşüp bir yerini kırmadı.

Bunun yerine, alana ulaşmaya çalışan emekçiler, öğrenciler, kadınlar, gençler, polisin gözü dönmüş müdahalesiyle karşılaştı. Biber gazından soluğu kesilmiş, canını kurtarmak için kaçışan göstericilere karşıdan, tepeden gaz sıkmaya devam etti emniyet güçleri. DİSK binasını abluka altına aldılar… İçeriye gaz bombası yağdırdılar. Müdahale gazdan etkilenenler ve yaralananlar ambulanslara taşınırken de sürdü…

 Yalnız göstericiler mi? Beşiktaş’tan Mecidiyeköy’e tüm bir Beyoğlu yakası “dumanaltı” oldu gazdan. Şişli’nin arka sokaklarında soluk alabileceğimiz bir yer ararken evinden çıkmaya çalışan bastonlu bir ihtiyara köşedeki bakkal sesleniyordu: “Ali Amca, nereye gidiyorsun? Çabuk içeri gir! Dışarıda savaş var!…” Öylesine “orantılıydı” yani güvenlik güçlerinin şiddeti. [İnsan bir tuhaf, gerçekten… Soluğumuz tıkanmış, gözlerimiz yumulu, sis bulutu içerisinde yol almaya çalışırken durup “Bu partiye oy verenin…” küfürlerini savuran genç adama gülümsemeyi akıl edebiliyorsunuz yine de…]

* * *

Evet, bu kez giremedik Taksim’e… Ama “akîl medya”nın tüm nasihatlerine karşın –ilginçtir: “gaz maskeli” muhabirlerinin geçtiği görüntülere pek az yer verecekti kanallar. Anaakım medya, bunun yerine, “1 Mayıs’ın, güvenlik güçlerinin Taksim’e girmek isteyen bazı gruplara yönelik müdahaleleri dışında özlenen barış ve dinginlik içinde geçtiği” havasını çalmayı yeğledi…- Taksim’in, pek çok canını orada bırakmış bizler için ne denli önemli olduğunu, bizi biz yapan simgelerimizden ve değerlerimizden vazgeçmemekteki tarihsel ısrarımızın aynı zamanda bizim süregenliğimiz, yok sayılmaya ve yok edilmeye karşı direncimiz olduğunu ilan edebildik dosta düşmana…

Belki bir avuçtuk, çoğumuz kortejlere ulaşamadı bile… Ama Taksim’den, meydanı göstericilerden ebediyen “temizleyerek” (I. Erdoğan ve kapıkullarının son iki günde 20-30 kez “Kazlıçeşme”yi telaffuz etmeleri bir rastlantı mı sizce?) bir “finans ve ticaret cenneti”, bir Dubai, bir Sharjah yaratma, orayı insansızlaştırma, devasa bir AVM’ye dönüştürme hevesindeki “rantsal dönüşümcüler”in oyununa gelmediğimizi, gelmeyeceğimizi haykırdık… Emekçilerin, sosyalistlerin, devrimcilerin, öğrencilerin ahır zaman padişahlarının canı çektiğinde eve kapatacağı, keyfinin istediği yerde toplanıp canının çektiğinde dağıtacağı sürüler olmadığını gösterdik.

Bu nedenle Padişah namzedinin ve kapıkullarının kaç gündür estirdiği teröre pabuç bırakmadan 1 Mayıs Alanı’nı bir kez daha kazanmak için toplanan DİSK’liler, Kaldıraç’çılar, SDP’liler, ESP’liler, EHP’liler, Alıntericiler, Devrimci 78’liler, Devrimci Hareket’ciler, Söz ve Eylem’ciler, HDK’lılar, Partizan’cılar, DHF’liler, Halk Cepheliler, başkan dahil üyelerinin hanidiyse yarısı cezaevlerinde olan ÇHD’liler, Nor Zartonk’çular, Mücadele Birliği yandaşları, Anarşistler, Devrimci 1 Mayıs Platformu mensupları (Şişli); KESK’liler, TKP-1920’liler, Halkevciler, ÖDP’liler, EMEP’liler, TMMOB ve TTB (Beşiktaş) 1977 katliamıyla perçinlenen 1 Mayıs geleneğini bu yıl onurla omuzladılar; diğerleriyle birlikte…

Onlar, İstanbul Valisi’nin “kendilerine gösterilen Kadıköy Meydanı”nda 5 bin kişiyle “izinli” 1 Mayıs’ı “olaysız” kutlayan TKP’lilere gösterdiği teveccühe mazhar olmamakla ne kadar onurlansalar, azdır!

 

1 Mayıs 2013 23:56:39

 

N O T L A R

[1] Kaldıraç, No:143, Mayıs 2013…

[2] Behçet Aysan.