Uzun yıllar Sahel Bölgesi’nin demokratik gelişime “modeli” olarak gösterilen Mali, Fransa’nın askeri müdahalesiyle gene dünya gündemine oturdu. 1960 yılında bağımsızlığını (!) kazanan ülke, 67 yıl Fransa’nın sömürgesiydi. Bölgeye örnek olarak gösterilen ülke, bugün yeni bir savaşın sahnesi hâline geldi. Neden?

Aslında Fransa’nın askerî müdahalesi beklenmedik bir gelişme değil, çünkü uzun zamandır planlanmaktaydı. Ekonomik ve toplumsal açıdan kurulduğu günden bu yana bölünmüş olan Mali, 2012 Ocak’ında ülkenin kuzeyinde çoğunluğu oluşturan Tuareglerin kalkışmasıyla haberlere konu olmuştu. Başkent Bamako’nun bulunduğu güneyde çoğunluğu oluşturan tarım ekonomisine bağımlı Bamtaraların elitleri, ülke yönetimini ellerinde tutuyorlar. Tuareglerin kalkışması nedeniyle, bir darbe ile iktidara getirilen geçici hükümet BM’den yardım istedi.

Gerçi Kuzey’in ayrıldığını seküler Tuareg hareketi olan “Anzawad’ın Bağımsızlığı İçin Ulusal Hareket” (MNLA) ilân etmişti, ancak kısa süre sonra “İslamî Mağrip El Kaidesi” (AQIM) ile ittifaka giren islamist Tuareg “Ansar Dine”, MNLA’yı marjinalleştirdi ve Kuzey’i kontrolü altına aldı. Bu gelişme nedeniyle AB, BM’in 2071 nolu kararı temelinde bir kriz konsepti geliştirdi. Bu konsept 20 Aralık 2012 tarihli ve 2085 nolu BM Kararı temelinde Afrika Ülkeleri Ekonomik Birliği (ECOWAS) askerleri ile birlikte “teröre karşı mücadele”nin nasıl yönlendirileceğini belirliyordu.

Müdahalenin, Mali’deki “sorunun” Sahel Bölgesindeki diğer bir sorun tarafından çetrefilleştirilmesi nedeniyle geciktiğini söylemek gerekiyor. Sahel hâli hazırda devletlerin kontrol altına alamadıkları büyük bir kaçakçılık bölgesi. Ayrıca Libya savaşı da Mali krizini hızlandıran bir etken oldu. Tuaregler, Gaddafi’nin alaşağı edilmesiyle en önemli destekçilerini kaybetmişlerdi.

Fransa, müdahalesini üç gerekçe ile meşrulaştırmaya çalışıyor: 1) Mali devletinin güvenlik ve savunma güçlerinin yeniden yapılandırılması, 2) Ayrıldığını açıklayan bölgelerin yeniden devlet kontrolü altına alınmasıyla teröre karşı etkin mücadele ve 3) İstikrar tedbirlerinin uygulamaya sokulması.

Fransa zaten uzun zamandan beri eski sömürgeci güç sıfatıyla bölgede askerlerini konuşlandırmıştı. Diğer yandan her zaman “Fransa’nın koruma sorumluluğu olduğu” vurgulanıyordu. Fransa başkanı Hollande’ın askerî müdahale başlar başlamaz “Fransa özel çıkarlar peşinde değildir” demecini vermesi, her ne kadar bir “güvence” gibi görünse de, aslında bir itiraftan başka bir şey değil.

Ekonomik arka plana baktığımızda, Fransa’nın müdahalesinin çok açık ekonomik çıkarların korunma tedbiri olduğunu görebiliriz. Mali ekonomisi, ABD’nin kendi pamuk üreticisine verdiği sübvansiyonların pamuk alım fiyatlarının dünya çapında düşmesi nedeniyle hayli zora girmişti. Bamtara elitleri ülke tarımını pamuk ihracatına yönelttiklerinden, ihracat gelirlerinin düşmesi halkın daha da yoksullaşmasını körükledi. Ülkenin altın madenlerini uluslararası tekellere devretmesi nedeniyle, altın ihracatından da gelir elde edilmesi pek olanaklı gibi görünmüyor. Diğer taraftan ülkenin kuzeyinde, yani “ayrılıkçıların” kalkışmada bulunduğu bölgelerde, aynı Nijer’de olduğu gibi büyük uran kaynakları var.  Bu açıdan “Fransa’nın koruma sorumluluğunu” uran kaynaklarını Fransız tekelleri için “koruma sorumluluğu” olarak okumak doğru olacaktır. Zaten Fransız nükleer enerji tekeli Areva’nın doğrudan Fransa kamuoyunda askerî müdahale lehine çalışmalar yapması da bu bakış açısını doğruluyor. Öyle ya, toplam 58 Fransız nükleer santralinin uran gereksinimi nasıl karşılanacak?

Mali’den haber yapan bağımsız haber kaynakları, aslında ihtilafın Mali ordusunun islamistlerin kontrolündeki Duentza kasabasına baskın yapmaları ile sertleştiğini ve islamist güçlerin bunun üzerine karşı saldırılara başladıklarını bildiriyorlar. Öyle ya da böyle, savaş çıkması/çıkartılması için neden çok kolay bulunabilir. Hele hele, Mali gibi ülkelerin bulunduğu bölgelerde.

Fransa’nın Mali’deki askerî müdahalesi, klasik tanımıyla söylersek, emperyalist müdahaleden başka bir şey değil. Ve burada da şunu çok iyi görmekteyiz: Mali’de radikal vahabizm taraftarları “terörist” olurlarken, aynı radikal vahabizmi savunan ve Suriye’deki Esad Rejimine karşı savaşan islamistler ise “müttefik”!  Aynı güçleri bazen “teröristimiz”, bazen “müttefikimiz” diye tanıtmak zaten emperyalizmin bilinen tavrı değil midir?

19 Ocak 2013