Bahçeli’ye katılıyorum: 
“Herkesten cumhurbaşkanı olur, Erdoğan’dan olmaz.” 
Çünkü o post için gereken ilk özellik, kucaklayıcı olmaktır. 
Erdoğan’ın CV’sindeki en büyük eksiklik bu...

Kılıçdaroğlu’nun yumruklandığı gün Başbakan’ın grupta yaptığı konuşmaya bakın; orada beher cümleye nakşolmuş öfkeyi, nefreti, kindarlığı, ötekileştirmeyi göreceksiniz: 
Erdoğan, seçim zaferini hazmedip yeni bir balkon konuşmasıyla ülkedeki gerilimi düşürmesini bekleyenlere “Aklınızı kendinize saklayın” dedi ve o konuşmada, adeta dağarcığındaki sövgülerin toplu dağıtım törenini yaptı: 
“Vatan hainleri, ajanlar, casuslar, alçaklar, işbirlikçiler, ağzından salyalar akanlar,utanmazlar, ahlaksızlar, edepsizler...” 
Bir hiddet tsunamisinde bütün muhalif partilere, medyaya, köşe yazarlarına, cemaate, Anayasa Mahkemesi’ne teker teker giydirdikten sonra konuşmasının sonunu, (başka birinin metninden karıştığı intibaı veren) şu cümlelerle bağladı: 
“77 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının her birine samimiyetle sesleniyorum: Biz ayrıştırıcı olmadık, olmayacağız. Nefretin, kutuplaşmanın dilini asla kullanmadık. Bundan sonra da kullanmayacağız. Türkiye’yi bir olarak, beraber olarak kucaklamaya devam edeceğiz.” 
Şaka gibi değil mi?

Bu işlerin şakaya gelmediği, gazap seansından yarım saat sonra anlaşıldı. 
Meclis tarihinde ilk kez bir parti lideri Meclis’te yumruklandı ve yumruklayan, “Vatan hainiydi, ondan vurdum” dedi. 
Burada cezayı hak eden, oyuncudan çok, suflörüdür. 
Çünkü memleket, taarruz emrine kulak kabartmış meczuplarla doludur. 
17 Aralık’tan beri kendisini eleştiren herkese, CHP liderine, Gezi eylemcisine, Gülencemaatine, TÜSİAD Başkanı’na, kendisine soru soran muhabire, eleştiren köşe yazarına, medyaya, “vatan haini” yaftasını takmaktan çekinmeyen Başbakan, yükselen gerilimin olduğu kadar, Meclis’e sızan şiddetin de birinci dereceden sorumlusudur. 
Ülke menfaatı için acilen sakinleştirilmelidir.

Gezi Direnişi, bu toprakların gördüğü en kitlesel sivil itaatsizlik eylemiydi. 
Başbakan, bu barışçıl direnişi şiddetle kırmayı seçti. 
Dönemin telefon kayıtlarından da ortaya çıktı: 
İçişleri Bakanı Muammer Güler, Gezi’nin ilk günlerinde, “direnişçiler”in parkta bir basın açıklaması yapıp dağılmak üzre kendisinden izin istediğini söylüyor veBaşbakan’la konuşmasını şöyle özetliyordu: 
“Yalvardım, yakardım. Nuh diyor, peygamber demiyor.” 
Böyle olduğunu cumhurbaşkanı da, İstanbul valisi de biliyor. 
Gezi’yi ateşe veren de, yeni açıklanan İçişleri Bakanlığı raporundaki gibi zabıta filan değil, bizzat Başbakan’dır. 
Tahammülsüzlüğü, inadı, hışmıyla, ülkeyi ateşe verme pahasına yangına körükle gitmiştir. 
Gençleri kurşunlayarak öldüren polis için “Destan yazdılar” diyerek şiddete paye vermiştir. 
Polis kurşunuyla ölen çocuğun babasını, “Oğlunun mezarına bilye atarak neyin mesajını veriyorsun” diye suçlayabilmiştir. 
“Dik durduk, diklenmedik” diye diye diklenmenin siyasi getirisini gördükçe, her konuşmasını bir meydan okumaya çevirmiştir.

Öfke kontrolü uzmanları, kliniğe gelenlere, “Her sözü kişisel almayın, her eleştiriyi kötü niyete bağlamayın. İş yükünüzü hafifletin, farklı şeylere zaman ayırın” tavsiyesinde bulunuyorlar. 
Cumhurbaşkanlığı, o “farklı şeyler”den biri değil. 
Orada itfaiyeciye ihtiyaç var, Neron’a değil.