Emir Kıolayı gerçekten ormanı gizleyen bir ağaç… Asıl hesap vermesi gerekenler, göçmenleri devlet terörünün alkışçısı olmaya zorlayan Ankara iktidarları ve Türk oylarını çekebilmek için o iktidarların hizmetindekilere koltuk sağlayan Belçika partileridir

Geçen haftaki yazımda, Saint-Josse Belediye Başkanı Emir Kır’ın Türkiye’den MHP’li belediye başkanlarını makamında ağırlamasıyla Sosyalist Parti içinde başlayan krizi ve nedenlerini ayrıntılı verdikten sonra şöyle demiştim:

“Avrupa başkentinde Ermeni soykırımını inkardan AKP-MHP islamo-faşizmini desteklemeye varan ‘sosyalist’ etiketli Türk siyaseti ilk kez tartışılıyor. Sosyalist Parti’nin sadece soykırım inkarcılarına karşı değil, aynı zamanda Belçika’da ‘sosyalist’ geçinip Türkiye’deki AKP ve MHP gibi islamo-faşist örgütlere destek veren, Kürt ulusal hareketini DAEŞ’le özdeş göstermeye kalkışan herkese karşı alacağı tavır bu partinin ne denli ilerici ve demokrat olduğunu net şekilde ortaya koyacak.”

Evet, Sosyalist Parti’nin Brüksel Bölgesi Disiplin Kurulu, savunmasını da dinledikten sonra Emir Kır’ın “aşırı sağ örgütlerle ilişki kurma yasağını ihlal ettiği” gerekçesiyle parti üyeliğinden uzaklaştırılmasına karar verdi.

Yıllarca sadece Emir Kır’ın değil, federal parlamento ile bölge ve belediye meclislerindeki diğer birçok Türk kökenli üyesinin, MHP ile ilişkileri ve de TC lobisinin hizmetindeki faaliyet ve beyanları karşısında sırf Türk seçmenlerin oylarını kaybetmeme hesabıyla suspus olan Sosyalist Parti’den böyle bir karar çıkması farklı yorumlara ve tepkilere yol açtı.

Sosyalist Parti’nin aşırı sağ karşıtlığı ve laikliği koruma konularında asla ödün vermemesi gerektiğini savunan partililer kararı alkışlarken, Türk seçmenlerin oylarını yitirme endişesiyle hareket eden bir kanat Türk kökenli belediye başkanına karşı ayrımcı davranıldığını ileri sürerek ihraç kararını eleştirdi.

Bu gelişmede hiç kuşkusuz, Türk kökenli diğer seçilmişlerin de Kır’la dayanışma için istifası halinde, son seçimlerden zaten önemli bir oy ve sandalye kaybıyla çıkmış olan Sosyalist Parti’nin, halen kuruluş pazarlıkları süren federal hükümete ortak olma şansını yitireceği gibi Brüksel bölge hükümetinde de başbakanlığı elinden kaçıracağı endişesi büyük rol oynuyor.

Ayrıca, son seçimlerden bu yana, diğer partilerde olduğu gibi Sosyalist Parti’de de lider düzeyinde önemli kadro değişiklikleri yaşanmakta… Partinin genel başkanlığını üstlenen Paule Magnette, Brüksel Federasyonu Başkanı Ahmed Laaouej ve Brüksel Anakent Belediye Başkanı Philippe Close’un da dahil olduğu bir kesim, son seçimden büyük oy artışıyla çıkan radikal sol PTB’ye ve yeşil ECOLO’ya önümüzdeki seçimlerde de oy kaptırma endişesiyle daha sol, daha laik ve daha anti-faşist bir dil kullanmakta… Bu nedenle de aşırı sağa karşı “sağlık kuşağı”nı çiğnediği gerekçesiyle Kır’ın ihracı kararına sahip çıkıyorlar.

Ancak bu radikalleşme tavrı sadece Kır’ın, belki de onunla dayanışama için kazan kaldıracak diğer seçilmişlerin tasfiyesiyle mi sınırlı kalacak, yoksa Belçika siyasetini Ankara’daki iktidar sahiplerinin kapris ve dayatmalarına endeksleyen oportünist tutum da kökünden tasfiye edilebilecek mi?

Kır’ın tasfiyesiyle Belçika siyasetinde ve medyasındaki polemikler yeni bir kelimeye odaklandı: Communautarisme… Lügatlarda bu Fransızca kelimenin Türkçe karşılığı olarak komüniteryanizm, cemaatçilik, toplumculuk gibi kelimeler yer alıyor. Ancak Belçika’daki tartışmalarda bu kelime siyasal partilerin ülkedeki belli bir ulusal ya da dinsel grubun oylarını alabilmek için ödün vermeleri anlamında kullanılıyor.

Belçika’nın en büyük Fransızca iki gazetesi, Le Soir ve La Libre Belgique’in 20 Ocak 2020 tarihli başyazıları da bu anlamda aynı başlığı taşıyordu: “Emir Kır, komüniteryanizm ormanını gizleyen ağaç!” Başyazılarda meclislere seçilmiş olan yabancı kökenlilerin Belçika demokrasisinin değerlerine değil, gelmiş oldukları ülkelerin çıkarlarına öncelik veriyor olmalarına karşı uyarıda bulunularak Emir Kır olayının da bu tavrın bir ürünü olduğu vurgulanıyordu.

LA LIBRE BELGIQUE GAZETESİNDEKİ AÇIKLAMALARIM...

La Libre Belgique gazetesi 22 Ocak 2020 tarihli sayısında aynı konuyu ön plana çıkartarak Tartışma sayfalarında “Belçikalı seçilmişler Türk makamlarının esiri mi?” sorusuna iki farklı yanıt yayınladı.

Sol sayfada İnfo-Türk yayın yönetmeni olarak benim “Evet”, sağ sayfada ise Türk avukat Selçuk Demir’in “Hayır” yanıtı yer alıyordu. Benim yanıtlarım “Türkiye büyükelçiliği ve onun kurduğu islamcı Diyanet Vakfı Türk kökenli adaylar ve seçilenler üzerinde tamamen etkilidir. Bunlara Ermeni soykırımın ve Kürt halkının istemlerinin tanınmasına karşı mücadelede Ankara lobisini destekleme görevi dayatılmıştır” alt başlığıyla verilmişti.

Gazetenin soruları ve verdiğim yanıtlar şöyleydi:

Soru – Emir Kır olayı, Belçikalı seçilmişlerin sırf oy hesabıyla potansiyel bir seçmen kitlesini pohpohlayıp Türkiye gibi başka bir ülkenin (veya başka bir ülkenin partisinin) menfaat ve değerlerini savunup yücelttiği komüniteryanizmi mi çağırıştırıyor?

CEVAP - Dediğiniz gibi, Emir Kır olayı, içinde oportünizmin her türünün cirit attığı komüniteryanizm ormanını gizleyen bir ağaç gibidir. Bu, bir yandan, Avrupa demokratik değerleriyle uyumlu bir entegrasyon politikasının uygulanmamış olmasının, diğer yandan da göçmenlerin geldikleri ülkelerdeki baskıcı rejimlerin onlar üzerinde kurmuş oldukları tahakkümün kaçınılmaz sonucudur.

70’li yıllarda, İspanya, Yunanistan, Türkiye ve Portekiz gibi faşist diktatörlüklerle yönetilen ülkelerden gelen göçmen ve siyasi mültecilerin kurduğu derneklerin uğrunda mücadele verdikleri istemlerden birisi de bu ülkeye yerleşmiş yabancı kökenlilere de seçme ve seçilme hakkının tanınmasıydı.

Göçmen İşçi Örgütleri Bağlantı Komitesi (CLOTI) bünyesinde beraber olduğumuz Yunanistan, İspanya, Portekiz ve Fas çıkışlı yoldaşlarla birlikte, bu ülkelerden gelen insanların Avrupa demokratik değerlerine bağlı birer yurttaş olarak ülkenin sosyal, kültürel ve siyasal yaşamında yer almalarını sağlamak için siyasal partileri tarafından sahiplenilip eğitilmelerini ve de ülkenin siyasal yaşamına aktif katılımlarının sağlanmasını ısrarla talep ediyorduk.

Maalesef, bu talebimiz hiçbir zaman ciddiye alınmadı. 90’lı yıllarda seçme hakkı elde edildiğinde, Yunanistan, İspanya ve Portekiz’den gelmiş olan göçmenler faşist diktatörlükler yıkıldıktan sonra zaten Avrupa vatandaşı olmuşlardı. Türk ve Faslı göçmenler ise, ülkelerinin Belçika’daki diplomatik ve siyasi misyonlarının denetimindeki dernekler ve camiler aracılığıyla hâlâ geldikleri baskıcı rejimlerin tahakkümü altındaydı.

Avrupa başkentinde Türk lobisini güçlendirebilmek için Ankara bir süredir bu ülkedeki Türk göçmenlerini Belçika vatandaşlığını da almaya teşvik etmekteydi. Belçika seçimleri Türk göçmenlerinin de katılımına açıldığında, Türk Büyükelçiliği ve onun islamcı Diyanet Vakfı, Ermeni soykırımının ve Kürt halkının demokratik istemlerinin tanınmasının önlemek için, Türk kökenli adayları ve seçilmişleri Ankara lobisinin her daim hizmetinde olmaya zorluyordu. Suriye krizinden sonra buna yeni bir “milli görev” eklendi: İslam Devletine karşı mücadele veren Kürt ulusal hareketini Belçika’da her yola baş vurarak karalamak.

Bu bağlamdadır ki, Belçika siyasal partileri, sırf Türk kökenli seçmenlerin oyunu alabilmek için Türk adayların saptanması konusunda milliyetçi ve islamcı örgütlerle pazarlıklara girdiler, onların komüniteryanist dayatmalarını kabullendiler.

Bu adayların seçim kampanyaları, Belçika’nın resmi dilleri yanı sıra, Türk seçmenlerin milli duygularını okşayacak vaatlerle Türkçe olarak da yürütüldü.

Soru – Belçika’da Türk hükümetinin, Erdoğan’ın partisi AKP’nin, hatta MHP’nin etkisi altında bulunan seçilmişler var mı?

Tabii ki var… Çifte vatandaşlık sayesinde Türk kökenli seçmenler Türkiye’deki yasama ve başkanlık seçimlerinde de oy kullanabiliyor. Türkiye’deki son üç seçimde, Belçika’daki seçmenler yüzde 70 oranında Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığı ve onu destekleyen siyasal partiler lehinde oy kullandı. Buna paralel olarak da, aynı seçmenler Belçika seçimlerinde oylarını iktidardaki AKP-MHP koalisyonuna destek veren Türk adaylara oy verdiler.

Soru – Sizce bu seçilmişler konusunda Belçika siyasal partilerinin bir aymazlığı var mı?

Bu aymazlık bittabi mevcut ve sadece Ankara rejimine yakın Türk adaylara destek veriliyor. Oysa, Türk göçmenler dışında bu ülkede Ermeni, Asuri ve Kürd diasporaları da mevcut. Onlara ait dernekler ve işyerleri defalarca saldırıya uğradı, hatta Saint-Josse’da Türkçü-İslamcı gruplar ve özellikle de MHP’nin Bozkurtları tarafından ateşe verildi. Belçika siyasal partileri kendilerini bir an önce Türk lobisine teslimiyetten kurtarmalı ve Belçika’da diğer kökenlerden insanların ve de mevcut Ankara rejimine muhalif Türklerin de bulunduğunu göz önünde tutmalıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki, her şeye rağmen, Belçika’daki Türk vatandaşı seçmenlerden yarısı protesto olarak sandık başına gitmemiş, gidenlerin ise yüzde 30’u oylarını muhalefet partilerine vermiştir.

Soru – Emir Kır kendisini aleyhinde ırkçılığın kurbanı olduğunu söylüyor. Katılıyor musunuz?

Eğer ırkçılığın kurbanı olmak söz konusu ise her şeyden önce Türk Devleti ırkçılığının Ermenilere, Asurilere, Kürtlere ve Erdoğan rejimine muhalif yüzbinlerce muhalife uyguladığı baskıların kurbanı olanlardan söz etmek gerekir. Belçika seçilmişlerinin bu zulmü protesto etmeleri gerekir… Üç gün önce, katledişinin yıldönümünde Ermeni gazeteci Hrant Dink’i andık. HDP’nin iki lideri, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, uluslararası ün sahibi iş insanı ve sanat dostu Osman Kavala yıllardır Erdoğan’ın zindanlarında yatıyor. Belçika’daki Türk kökenli seçilmişlerden, Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa Birliği adayı ülkedeki utanç verici baskılara karşı tek eleştiri duymadık.

Soru – Size göre sadece Türk toplumunu temsil edecek bir parti kurulabilir mi?

Hollanda ve Almanya gibi ülkelerde Türk toplumunu temsil edecek parti kurma girişimleri görüldü. Fakat hedefledikleri Türk toplumunun içinde dahi büyük bir destek bulamadılar. Eğer Belçika’da da benzer bir girişim olursa, mevcut seçilmişlerin çoğu gelecek seçimlerde koltuklarından olmamak için yine Belçika partilerinin listelerinden seçime gireceklerdir.

SİYASAL HAKLAR MÜCADELEMİZİN UNUTULMAZ İSMİ: YVONNE JOSPA

Bugün Emir Kır, iki MHP’li belediye başkanını ağırladığı için Sosyalist Parti’den uzaklaştırıldı. Ama Avrupa ülkelerini yönetenlerin MHP’li bakanlar, milletvekilleri ve belediye başkanlarıyla ortak toplantılara katılmaları çirkinliği onyıllardır sürüyordu, İnfo-Türk bültenlerinde, basın toplantılarında bu acı gerçeği sık sık teşhir etmiştim.

La Libre Belgique gazetesine söyleşi verdiğim gün, Belçika tarihinde ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı ve de göçmenlere seçme ve seçilme hakkı tanınması için mücadelenin öncülerinden biri olan Yvonne Jospa’nın 20’nci ölüm yıldönümüydü.

70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda tanınması için birlikte mücadele ettiğimiz seçme ve seçilme hakkının Türk Devleti’nin faşizan baskılarıyla nasıl kötüye kullanıldığına onun 20. ölüm yıldönümünde bir kez daha tanık olmak benim için son derece üzücü...

O acı kayıp üzerine tam 20 yıl önce dönemin muhalif gazetelerinden Özgür Bakış’ın 30 Ocak 2000 tarihli sayısında yayımlanan Bataklık Askerleri başlıklı yazımı, üzerinden 20 yıl geçtikten sonra, bir ibret dersi olarak paylaşıyorum.

“Avrupa dehşet içinde... Ya eğrisi doğrusuna denk gelir de Avusturya’da aşırı sağcı Haider’in partisi FPÖ hristiyan ÖVP’yle birlikte bir koalisyon kurarsa... Açıkça AB düşmanı, yabancı düşmanı ve Yahudi düşmanı bu parti iktidara gelirse... Avrupa Parlamentosu’nda zaten beş üyeyle temsil ediliyor. Bir de iktidar partisi olarak AB’nin gerçek patronu Bakanlar Konseyi’ne ve de onun uygulayıcısı Avrupa Komisyonu’na katılırsa?

Anti-faşist örgütler haklı olarak uyarı üstüne uyarı yayınlıyor.

Yol bir açıldı mı, diğer ülkelerdeki faşist ve ırkçı partiler de ‘demokratik’ yoldan iktidara sızıp sadece kendi ülkelerinin değil, koskoca Avrupa Birliği’nin yazgısına hükmedecek duruma gelmezler mi? Üstelik, Fransa’daki Front National ve Belçika’daki Vlaamsblok da zaten sırada bekliyor.

En ilginç olanı da, Avrupa’da yayınlanan Türk gazetelerindeki telaş... Bu ırkçı, yabancı düşmanı parti iktidara ortak olursa Avrupa’daki Türklerin akıbeti ne olacak?

İkiyüzlülüğün böylesi görülmüş değil.

Evet Avusturya’da böyle bir tehlike var ve de faşistlerin iktidar olması ne yapıp edip önlenmeli. Bu her anti-faşistin, her demokratın görevi.

Ama, daha dün AB’nin bekleme odasına alınan bir başka ülkede, Türkiye’de, bırakın yabancı düşmanlığını, Anadolu’nun gerçek sahibi Kürtlere, Ermenilere, Rumlara bile düşman Türk faşistleri aylardır iktidarda değil mi, başbakan yardımcılığını, birçok kilit bakanlığı elde tutmuyor mu?

Kimse anayasası ve tüm mevzuatı hâlâ militaro-faşist maddelerle dolu, üstelik faşistliği müseccel bir partinin de iktidar ortağı olduğu Türkiye’nin Helsinki’de AB adaylığına nasıl kabul edilebildiğini sorgulamıyor.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Başkanı Cohn-Bendit, Paris’te Türk gazetecilerine verdiği akşam yemeğinde Türk faşistlerinin iktidar ortağı olmasından hiç de rahatsız görünmüyor. ‘MHP de seçimle iş başına gelen bir parti olarak elbette muhatabım. Elbette görüşür, konuşurum!’ diyor. Sanki sadece MHP seçimle işbaşına gelmiş de, Avusturya’da FPÖ seçimsiz, darbeyle iktidara el koyuyormuş gibi...

Faşist bakanlar, Türkiye’yi bölgede yedi bela ‘süper güç’ kılma hesabıyla nükleer santraller tezgahlıyor. Ve çevreci AP üyesi Cohn-Bendit işte bu partiyi muhatap alıyor! Ölüm makinesi Hizbullah’ı Kürt direnişine karşı kullananların hâlâ ‘devlet zirvesi’nden ahkâm kesebilmesini sineye çekiyor.

Türkiye konusunda AB çifte standart mı uyguluyor? Alın işte dört dörtlük bir çifte standart. Ama bizim kaşarlanmış insan hakları düşmanlarının iddia ettikleri gibi Türkiye aleyhine değil, Türkiye’deki faşist ortaklı iktidar lehine çifte standart.

Çünkü, insan hakları, demokrasi v.s. bir yana, Türkiye artık bütün sektörlerini Avrupa sermayesinin yağmasına açıyor. IMF’nin mutemedi Ecevit, yanında bir kapitalistler ordusuyla, Davos’ta tezgah kurmuş, uluslararası tekelleri savaş sanayii başta olmak üzere Türkiye’nin tüm sektörlerinde katmerli vurguna çağrıyor.

Haider’in Hristiyan ÖVP ile iktidar pazarlığı haberleri Brüksel’e düştüğünde Belçika’nın en kıdemli anti-faşist savaşçılarından birini, değerli ve sevgili dostumuz Yvonne Jospa’yı 90 yaşında son yolculuğuna uğurluyorduk.

Kendisini Belçika’ya göçün yasaklandığı 1974’te tanıdım. O tarihten sonra ırkçılığa, yabancı düşmanlığına karşı bir çok komitede, örgütte ve eylemde birlikte olduk, göçmenlerin politik hakları için birlikte mücadele verdik.

Sekiz yıl önce, Yahudilerin İspanya’dan kovulmasının 500. yıldönümü dolayısıyla Brüksel’de ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı bir dizi etkinlik düzenlemiştik. İstanbul’dan davet ettiğimiz Jak ve Janet Esim’in Sefarad Müzik Topluluğu da bu etkinliklere katılmıştı. O tarihte 82 yaşında olmasına rağmen nasıl özveriyle ve militanca çalıştığını unutamıyorum.

Jospa 20’li yıllarda, şimdiki adı Moldavya olan Besarabya’daki Yahudi düşmanlığından kaçarak Belçika’ya sığınmış. Burada eşi Herz Jospa ile birlikte komünist partisi saflarında sömürüye ve ırk ayrımcılığına karşı mücadeleye katılmışlar. 1942’de eşi Naziler tarafından tutuklanarak ünlü Buchenwald Toplama Kampı’na gönderilince Yvonne Jospa gizli bir örgüt kurarak binlerce Yahudi çocuğunu Nazi zulmünden kurtarmış.

Savaş sonrası eşiyle birlikte eyyamcı tutumunu onaylamadıkları Belçika Komünist Partisi’nden ayrılmışlar, ancak ‘eşitlikçi’ bir toplum için mücadeleye daha hırslı sarılarak Irkçılığa, Anti-Semitizme ve Yabancı Düşmanlığına Karşı Mücadele Örgütü’nü (MRAX) kurmuşlar.

Bugün BKP fiilen yok, ama MRAX sadece Belçikalıları değil, göçmenleri de bünyesinde toplayarak mücadelesini tüm cephelerde sürdürüyor.

Brüksel’de gökyüzü her zamanki gibi kurşuni... Yvonne Jospa’yı son yolculuğuna uğurlayacağımız salonda 300 kişi kadarız. Aramızda toplama kamplarından geçmiş 80’likler de var, Jospa’nın Nazi’lerin pençesinden kurtardığı, bugün 60’lara merdiven dayamış olanlar da, günümüzdeki anti-faşist kavganın başını çeken 20’lik, 30’luk gençler de... Yahudi, hristiyan, müslüman, budist, laik ve de dinsiz...

Ne dua, ne âyin!

Jospa’nın müstesna kişiliğini anlatan konuşmalardan sonra salonda hep bir ağızdan yürekleri dağlayan bir ezgi yükseliyor. Türkiye’de 60’lı yıllarda Pete Seeger’in 33’lüklerinden dinleyip belleklerimize ve yüreklerimize kazıdığı­mız o acı ve hüzün, ama aynızamanda azim ve umut dolu ezgi:

Wir sind die Moorsoldaten! (Bizler, bataklık askerleriyiz!)

İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin kadın erkek, genç ihtiyar demeden ellerine kürek tutuşturarak bataklıklara sürdüğü Yahudi’lerin direniş türküsü!

Direniş kazanıyor, Nazizm çöküyor.

Ne ki tam 55 yıl sonra, 25 Ocak 2000 tarihinde Avrupa’da yine alarm çanları çalıyor. Avusturya’da faşistler yine iktidara yürüyor. Fransa’dakiler, Belçika’dakiler, Almanya’dakiler günlerini bekliyor.

Daha da önemlisi, Avrupa Birliği’ne aday bir başka ülkede, faşistler çoktan iktidar olmuş, Demirel’in, Ecevit’in, ordu şeflerinin, postallı Türk medyasının, dönek solcuların ortak vaftiziyle devletin tüm kademelerine yerleştikçe yerleşiyor.

Anti-faşist Jospa son yolculuğuna çıkarken Türk faşistleri Brüksel’deki Firavun saraylarında ayaklarının altına kırmızı halı döşenerek ağırlanıyor.

Ve de ‘bataklık askerleri’, siyaset bataklığında yeni kavgalara hazırlanıyor!"  (Artıgerçek, 24 Ocak 2020)