Sevgili okuyucular,

AKP devleti, son günlerde yine yazılı, görsel basın ve medya kurumlarına yönelik saldırılarına devam etmektedir.

AKP devleti, basın medya kurumlarını, AKP ile özdeşleşmiş havuz medyası ile aynı kefeye koymakta, tüm basın ve medya kurumlarına yandaş muamelesi yamayı öngörmektedir.

AKP devletinin bu istemleri ve öngörüleri karşısında, itiraz eden AKP’nin iktidar anlayışına muhalif olan, basın ve medya kurumlarına, akreditasyon uygulamasında, saf dışında bırakma işlemleri devam ede gelmektedir.

AKP devleti Türkiye’si, 13 yıla yakın iktidarı süresince, basın üzerinde baskı ve sansür alabildiğince ağırlaştırılarak devam etmiştir. On’larca gazeteci ve medya mensubu tutuklanmış, işinden olmuş ve haksızlığa uğramışlardır.

Türkiye de, basın özgürlüğü yine tehdit altında. AKP devleti, İstanbul Çağlayan Adliye Sarayında yaşanan, Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın, ‘rehin’ alınması ve sonrası yaşanan, ‘infazlarla’ ilgili olarak, yazılı basını ve görsel medyayı suçlamaktadır. Amaç, zaten bir avuç kalan, ‘özgürce’ davranmayı kendine ilke edinen basını susturmak ve iki seçenekten birine zorlamak istiyorlar.

AKP devleti, görsel medya’ya, yazılı basına dayatmalarla, ‘ya bizdensin’ veya ‘bizden değilsin’ öyleyse, ‘bizden değilsen, sizlere yaşam, ‘hakkı’ yoktur. Bu zihniyet basının, doğru haber alma ve okuyucularına, izleyicilerine aktarmasını engellemektedir.

Çağlayan Adliye Sarayındaki, olayları bahane ederek, muhalif basını köşeye sıkıştırmaya çalışan, AKP, Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan ve Başbakan A. Davutoğlu kendine yakın basın ve kanalları korumak, rakip basını susturmak için, ‘atağa’ geçtiler.

Arada sırada, duygu sömürüsü yaparak, muhalif basına karşı linç kampanyasına girişiyorlar. Bu linç kampanyasına, ‘havuz medyası’ ve yandaş basında çanak tutunca, eh ne yapalım, ‘işler yolunda’ demektir.

Başbakan Ahmet Davutoğlu katıldığı cenaze töreninde konuşmasın da; " Açık yüreklilikle söylüyorum bu akreditasyon uygulamasıyla ilgili talimatı ben verdim. Hiçbir şekilde de bundan, ne eleştiri gelirse gelsin göğüslemeye de hazırım" dedi.

Bir başbakanın, basın mensuplarına, ‘akreditasyon uygulaması’ dünyanın hangi demokratik ülkesinde görülmüştür?

Peki, O zaman, basın özgürlüğünden dem vurmanın anlamı nedir? Neden insanların aklı ile alay ediyorsunuz, her gazetenin, işitsel veya görsel yayın yapan kurumların başına birer hükümet komiseri koyun, (tıpkı havuz medyalarına yaptığınız gibi) yayın ilkelerini, neler yapacaklarını, devletin hizmetinde nasıl çalışacaklarını da belirleyin, olsun bitsin her şey.

Başbakan konuşmasının devamın da; ‘’ Medyanın bir kesimi, daha ailenin acısı dururken o resimleri yayınlama ahlaksızlığını göstermiştir.’’

Söz konu olan resimlerin basın ve medya kuruluşlarında yer alması, basın etiği açısından, ‘sakıncalı’ olabilir. Ama buna kara verecek olan, iktidarlar veya başbakanlar değildir. Basın ve medya kurumunun kendisi değerlendirir ve karar verir.

Başbakan; "Gazetecilere akreditasyon talimatını ben verdim. Bir daha olsa bir daha veririm. Basın özgürlüğü kadar önemli olan insanların matemine saygıdır. Bundan sonra herkes dikkat edecek. O basın organlarının bu cenazeye katılma hakkı yoktur. Bazı basın organlarında insani duyarlılık bile göremedim. Şu anda bunu yapmam teröristlere yarar diye düşünmeleri lazım. Yayın yasağı kalkınca, direkt yasak kalkar mı."

Olamaz böyle bir anlayış; esas bu yapılan, basın ahlakına aykırı bir davranıştır. Basına ve basın özgürlüğüne açıktan bir saldırıdır. Basın ve medya kurumlarının bir cenazeye katılmasını engellemek, ‘akreditasyon uygulayarak’ görevlerini yapmalarını engellemek, bırakın demokratik ülkelerde gündeme gelmesini, başbakanda olsa, yargılanmasını veya istifasını kamuoyunda tartıştırır.

Açıkça basın özgürlüğünü, sıradanlaştıran, önemsemeyen, keyfi bir davranışı, aklı başında olan insanlarımız nasıl kabullenir.

Halkın, toplumsal katmanların haber alma ve basın mensuplarının haberleri yayma ve ulaştırma hakkının engellenmesi, keyfi bir davranışla nasıl alenen beyan edilebilir.

Sınır tanımayan uluslar arası basın kurumlarını, Türkiye’de basın özgürlüğü konusunda açıklamaları okuduğumuzda, duyduğumuzda, utanası tavırlar için girmememiz elimizde değil.

‘’Uluslar arası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, 2014 Dünya Basın Özgürlüğü Sıralaması’nda Türkiye’yi, 180 ülke içerisinde 154. sırada gösterdi.

Basın özgürlüğünü savunan Paris merkezli uluslar arası örgüt, bugün yayınladığı İndeks’inde Türkiye’yi, 2013 sonunda 60 civarında medya çalışanını cezaevinde tutan, Gezi eylemleriyle 153 habercinin polis şiddetine uğradığı ve editoryal bağımsızlığın ağır saldırı altında olduğu bir ülke olarak tanıttı.’’

Zaten basın özgürlüğü konusunda, kötü bir karne’ye sahip olan Türkiye, başbakanın son açıklaması ile birlikte daha gerilere gideceği ve basın, medya kurumları üzerinde baskıların yoğunlaşacağına işaret etmektedir.

Umarım Türkiye yazılı ve görsel medyası, baskılar karşısında boyun eğmez ve kendine yakışır bir tarz izler.

Mutlaka, basının özgür olduğu, kalem, tuşlar ve kameraların, yaşamı ve realiteyi yansıttığı bir Türkiye, uzak değildir!

Bir sonraki yazımda buluşmak üzere,

03 Nisan 2015

Face:aliekber.pektas

Twitter: @AliekberP