Toplumsal yaşama her gün biraz daha vahşilik ekliyorlar. Açıkçası daha kötüsünü yapamazlar, diyebileceğimiz hiçbir şey kalmadı. Çünkü akla, mantığa sığmayacak vahşet örnekleri birbirini izliyor. Kimi doktorlar hastalarına haberleri izlemeyin önerisi yapmaya başladılar. Çünkü, aynı merkezde hazırlanan haberler şiddet eksenli. Kadınlara, çocuklara ve diğer kesimlere yönelik şiddet, taciz, tecavüz hareketleri sıradan vakalar haline getirildi. İktidarın terörist olarak nitelemediği hiçbir kesim kalmadı.

Sözünü ettiğimiz sadece haberler ile sınırlı değil. Televizyon dizileri, filmler, internet oyunlarının her sahnesi ölüm ve şiddet eksenli. Bu tür programların önüne “Şiddet/Korku” işareti konmasının hiçbir anlamı yok, çünkü toplum şiddet/korku içeren programlara alıştırıldı.

1998 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi José Saramago'nun (1922-2010), dünya edebiyatında ses getiren “Körlük” eserinde, toplumsal yaşamın nasıl bir vahşete dönüştürülebileceği sergilenir. Bir şehirdeki insanların birer birer körleşmesi sonrasında yaşanan vahşetin anlatıldığı eserde, örgütsüz bir halkın, kendilerine karşı uygulanan vahşet karşısında içine düştüğü çaresizlik anlatılır. O toplulukta yaşayan bir kadın, içindeki umut kırıntılarıyla dayanışmayı ve direnişi örgütlemeyi başarır.

Dünyanın neresine ve hangi döneme gidersek gidelim, toplumsal uyanışın yaşandığı her yerde, devlet mekanizması baskı mekanizmalarını harekete geçirir. Egemen sınıfların sömürü sistemini kalıcılaştırmak isteyen devlet baskı, terör, işkence, imha, sürgün, soykırım... politikalarını uygular. Devletin baskı mekanizmaları, körlere veya “körlerin en kötüsü artık görmek istemeyen körler”e karşı, tüm gaddarlığıyla uygulanır.

Egemen devletler Machiavelli'nin (1469-1527), "Amaca ulaşmak için her araç mubahtır" ve “Din, ahlak ve hukuk devlete bağlıdır. Amacı gerçekleştirmek için gerektiğinde devlet bunları alet olarak kullanmalıdır,” anlayışını temel alırlar.

Gerek ülkemizde, gerek dünyada, kapitalist/emperyalist sistemin sonsuza dek ayakta kalması uğruna, din, ahlak ve hukuk ayaklar altına alınarak, 'Demokles'in kılıcı' gibi kullanılmaktadır. “Güçler Ayrılığı İlkesi”nin 'Yasama-Yürütme-Yargı' ayaklarının yok edildiği ülkemizde, belirli bir yandaş kesim, her türlü alçaklık, hırsızlık, yolsuzluk, ötekileştirmeyi normal karşılayabilmektedir. 18 yıllık iktidarları döneminde ülkenin hemen her konuda uçuşa geçirildiğini söyleyebilecek kadar pervasız iktidar, yarattığı tüm olumsuzlukları terörist olarak nitelediği “ötekilere” yüklemektedir.

Sarayda belirlediği gündemin peşine taktığı “sözde muhalefeti,” ülkenin gerçek gündeminden uzaklaştırmayı da başarmaktadır. Gerçek muhalefetin işsizlik, yoksulluk, enflasyon, devalüasyon ve kriz gündemini esas alarak sokağa çıkmasını engellemek için, her türlü faşist baskıyı uygulamaktır. “Beraber yürüdük biz bu yollarda”, “ne istediniz de vermedik” dedikleri Fetöcüler dahil, kendi içlerinden çıkanlar bile silahlar ve sopalarla, gözdağları ve tehditlerle hizaya sokulmak istenmektedir.

Bir hükümdar gaddar, zalim, cimri ve yalan söylüyor olabilir fakat aynı zamanda bunları yaparken insanlara merhametli, cömert ve sözünün eriymiş gibi görünmelidir ve iktidar daima kötü yanlarını başkalarına yıkmalı iyi olanları kendisine ait gibi göstermelidir.” (Machiavelli)

İktidarda bulunan egemen sınıflar, binlerce yıllık birikimi kullanmaktadır. Sınıflı toplumlar tarihinin binlerce yıllık dersleriyle donananlar, tüm olumsuzlukların, krizlerin faturasını karşıtlarının omuzuna yıkma becerisini gösterebilmektedir.

Ülkemizde, sınıflar mücadelesi tarihinde en başarılı olduğumuz 68'li, 78'li süreçlerde ezilen halklarla iç içeydik. İçinde bire bir yaşadığımız sorunların, sıkıntıların nasıl çözümlenebileceğine yönelik yaratıcılığımız azımsanmayacak derecede yüksekti.

12 Eylül cuntası fiziken yenilgiye uğrattığı solun, güçlü olduğu alanlara örgütlü sağ güçleri soktu. Sol kendi tabanından uzaklaştırılmak istendi. Gerici/faşist güçler işçi emekçi kesimlerin yaşadığı alanlarda örgütlenirken bizim yöntemlerimizi uyguladılar.

Gelinen noktada, insanlığı yakından ilgilendiren tüm sorunların çözüm platformlarında yer almalıyız. Doğanın korunmasından çevreye sahip çıkmaya; kadına, çocuklara şiddet/taciz/tecavüzden Kürtlere ve azınlıklara yönelik zulme, sürgüne, şiddete; LGBTİ'lerin herkesle eşitliğinden, engellilerin engelsiz yaşamına; işçinin/emekçinin sınıfsal istemlerinden köylülerin topraklarının ve traktörlerinin haczedilmesine kadar... tüm sorunların çözümlenmesine yönelik örgütlenmeler sınıf mücadelesinin asli birer parçası olarak ele alınmalıdır.

En geniş kitleler arasında dayanışmanın, direnişin ve örgütlenmenin gerçekleştirilmesinin yolları, yöntemleri tartışılmak zorunda. Yerelden ulusala, ulusaldan uluslararası düzeye çözüm yöntemleri tartışmasının içinde yer alınmalı. Çünkü bu sorunlar sadece ulusal sınırlar içerisinde çözümlenebilecek kadar dar kapsamlı değil.

En iyi öğretmen yaşam olduğuna göre, pratik yaşamdan öğrenerek devrimci yürüyüşümüzü sürdürmeliyiz.

Tartışılması gereken ana nokta, “artık görmek istemeyen körlerin”, bakar körlükten nasıl kurtarılacağıdır?