Avrupa semalarında bir heyula dolaşıyor.” 

Komünist Manifesto yeniden yazılsa, herhalde bu cümleyle başlardı. Korkular ülkesi Türkiye’den Avrupa’ya gelip daha büyük korkularla karşılaşmak şaşırtıcı... 

İşsiz kalma korkusu, IŞİD korkusu, “Mülteciler akın edecek”, “Müslümanlar çoğunluğa geçecek”, “Paramız değer kaybedecek” korkusu... Yaşlı kıtanın üstünde bu korkulardan bir bulut asılı... O bulut nedeniyle ileriyi görememenin şaşkınlığı her yerde karşınıza çıkıyor.

Erdoğan’ı tanıdılar

Türkiye’de basın özgürlüğü sorununu anlatmak ve hapisteki meslektaşlarıma dikkat çekmek için Avrupa turundayım. Aldığım davetleri peş peşe ekleyip yola çıktım. Geçen hafta Brüksel’de Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ve tüm partilerin temsilcileriyle görüştüm. 

Dün de Berlin’de Meclis Başkanı Norbert Lammart, Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier,Merkel’in dış politika danışmanı Christoph Heusgen, Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert ve meclisteki partilerin yetkilileriyle buluştuk. 

Gözlemim şu: 

İngiltere’nin kararı, şok etkisi yaratmış durumda. Alman Parlamentosu derhal çalışmalarına ara verdi, gruplar toplandı.

Avrupa’nın geleceği tartışılıyor. Herkesin çıkmaya çalıştığı birliğe girmek için uğraşan Türkiye’ye gelince... Erdoğan’ın niyetinin “bağcı dövmek” olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Mülteci anlaşmasını eskisi kadar hararetle savunamıyorlar. 

Ankara ile görüşen müzakereciler, “Anlaşma şimdilik buzdolabında” diyor. Erdoğan’ın kritik fasılları açma, anti-terör yasasını demokratik kurallara bağlama konusundaki isteksizliğinin ve giderek daha da otoriterleştiğinin farkındalar. Karşılığında serbest vize vaadini donduruyorlar. Tam bir kilitlenme söz konusu...

Batı’nın B planı yok

Öte yandan Erdoğan’ın Alman Parlamentosu’na çıkışırken vekillere “kanı bozuk” demesi, Merkel’in Türkiye politikasının giderek destek kaybetmesi, bizim baştan beri “utanç verici” dediğimiz ve yürümeyeceğini söylediğimiz anlaşmayı çıkmaza soktu. 

İyi de şimdi ne olacak? 

“Anlaşma gerçekleşmezse, Erdoğan
 da kapıları açıp mültecilere Hadi Avrupa’ya’ derse, Batı ne yapacak?” 
Bu soru, burada şaşkınlık yaratıyor ve Avrupa’nın bir B planı olmadığı anlaşılıyor. 

Soru direkt size dönüyor:  “Ne yapmalıyız sizce?”

Şaşkınlık hali

Söylediğimiz şu: 

Türkiye’nin hakkı olan serbest dolaşımı, mültecilere karşılık koz olarak kullanmak yanlıştı. 

Avrupa birkaç bin mülteci için gürültü koparırken Türkiye, büyük bir insani yükün altına girerek 3 milyona yakın mülteciye kapısını açtı. Bu fedakârlığı bir mecburiyete çevirmek, mültecileri Türk hükümetinin rehinesi haline getirmek, onlar üzerinden para ve vize pazarlığı yapmak ayıptı. Avrupa’da giderek daha fazla politikacı bunu anlıyor. 

Vize serbestisinden vazgeçmenin ya da müzakereleri kesmenin Erdoğan’ı değil, Türkiye yurttaşlarını cezalandırmak olacağını da görüyorlar. Soykırım kararının, ırkçı şiirlerin, izolasyon politikasının da nihayette Erdoğan’ın elini güçlendirmeye yaradığını fark ettiler. 

Şimdi ne yapacaklarını şaşırmış haldeler. Bir yandan Yunan adalarını hazırlıyor, bir yandan Balkanlar’da ve Ege’de barikatları güçlendiriyorlar.

Öteki Türkiye

Israrla söylediğim şu: “Mültecileri koruması karşılığında hükümetin baskı politikalarına göz yumdunuz. Muhalefete kulak tıkadınız. Karşılığında Erdoğan’ı kendi ülkenizin etkili politikacılarındanbiri haline getirdiniz. Oysa Türkiye, Erdoğan’dan ibaret değil. Bir başka Türkiye var. Avrupa’ya rağmen Avrupa’nın bir zamanlar sahip çıktığı değerleri, demokrasiyi, insan haklarını, laikliği, basın özgürlüğünü savunan, ağır baskı altında tutulan bir Türkiye... 

O Türkiye’ye sahip
 çıkmaz, dayanışmazsanız, kaybeden sadece Türkiye olmaz, Almanya ve Avrupa da kaybeder. 

Biz, 
Trump, Putin, Le Pen, Erdoğan’ın temsil ettiği, korkunun hâkim olduğu, içine kapalı dünya mı istiyoruz? İstemiyorsak, onlara karşı ortak değerleri savunan insanların, toplumların, örgütlerin, partilerin dayanışması ve yeni bir Avrupa yaratması şart.” 

Dilerim panik yatışınca bu ihtiyaç daha iyi görülecektir.