Irak'lı müslüman bir göçmenin oğlu olan bakan, Faslı bir imamın Belçika'da oturumunu "kamu güvenliğini tehlikeye düşürdüğü" gerekçesiyle yasakladı. Faslı müslüman bir milletvekili de bakanı Islamofobi yapmakla suçladı.

Kapanan haftada Türkiye'deki üç olay, yaklaşan genel seçimlerde islamo-faşist iktidarın yıkılması konusunda CHP'nin başını çektiği Millet İttifakı'na büyük umut bağlayanlar için herhalde hayli sarsıcı oldu.

İlki, cemaat evinde uğradığı baskılar nedeniyle genç yaşta yaşamına son veren Tıp öğrencisi Enes Kara'nın ölümü karşısında bu ittifakta yer alan partilerin suskunluğu ya da olayı küçümseyici tavrıydı.

Birleşik Gençlik Meclisleri, Barınamıyoruz Hareketi, Yurtsuzlar ve Boğaziçi Meclisi'nin de aralarında bulunduğu birçok gençlik örgütü, yurt sorunu devlet tarafından halledilmediği için öğrencilerin inanç duymadıkları cemaat ya da tarikat evlerinde kalmaya mecbur edilmesini haklı olarak Taksim'de ortak bir eylemle protesto ettiler, polisin gaddarca müdahalesiyle birçok genç göz altına alındı.

Buna karşılık "helalleşme" stratejisiyle cumhurbaşkanlığına aday CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, cemaatçi seçmenlerin oylarını çekebilmek için "Gençlerimizle ilgili canımızı yakan olgular söz konusu olunca, paylaşacağımız içeriklerde hepimiz sorumlu davranmak zorundayız. Bana kızanları anlıyorum ama etik sebeplerden dolayı paylaşım yapmayacağım" diyerek büyük bir sorumsuzluk örneği verdi.

Umut kırıcı ikinci olay, Kürt milletvekili Semra Güzel'in özel yaşamına ilişkin bazı fotoğrafların iktidar ve yalaka medya tarafından HDP'nin kapatılmasını haklı kılacak bir "terör suçu" kanıtı gibi kullanılmasına Millet İttifakı'nın ikinci büyük ortağı İYİP'in de destek vermesiydi. Partinin MHP kökenli genel başkanı Meral Akşener, HDP milletvekili Semra Güzel'in dokunulmazlığının kaldırılması fezlekesine kabul oyu vereceklerini tantanayla açıklamakta gecikmedi.

Üçüncü olay, Millet İttifakı'nın Meclis'te grubu bulunan iki büyük ortağının, Kazakistan Olayları karşısında o ülkede özgürlük mücadelesi verenlerden yana tavır koyacak yerde, Yenikapı ruhuna uygun olarak AKP ve MHP ile birlikte mevcut iktidarı destekleyen ortak bildiriye imza vermeleri oldu.

Tıpkı Suriye ve Dağlık Karabağ tezkerelerinde olduğu gibi Kazakistan konusunda da Tayyip'in buyruğuna uygun hareket eden CHP ve İYİP, ortak bildiride "Gazi Meclisimiz" ifadesini kullanarak 2016 çakma darbesini izleyen KHK'lar terörünü bir kez daha aklamış oldular.

Azerbaycan'ın, Türk ordusunun ve onun emrindeki islamcı teröristlerin de katıldığı bir saldırıyla Ermeni topraklarını işgal etmesine oybirliğiyle destek verdikleri için, Artı Gerçek'teki 1 Ekim 2020 tarihli yazımda AKP, CHP, MHP ve İYİP'yi "Mahşerin dört atlısı" diye nitelemiştim.

Görünüş o ki, gelecek seçimlerde CHP ve İYİP çoğunluğu elde etseler de, bu kafayla "Mahşerin dört atlısı"ndan ikisi olmaya devam edeceklerdir.

*

Türkiye'de Esen Kara'nın dramatik ölümü, ülkemizin devlet yönetiminde, siyasal yaşamda, ekonomik, sosyal ve kültürel planlarda islamist gericiliğin ne denli vahim boyutlara ulaştığını ortaya koyuyor.

Aslında varılan bu noktadan sadece 20 yıllık AKP iktidarı mı sorumlu? 

Bizim kuşak, islamist gericiliğe teslimiyetin 1945 sonrasında nasıl adım adım yoğunlaştığının tanığıdır. Kuşağımızdan değerli bilim insanımız Fikret Başkaya, 12 Ocak'ta İnfo-Türk'ün de paylaştığı "Dini gericilik gemi azıya almışken" başlıklı yazısında bu vahim gelişmeyi şöyle açıklıyor:

"Türkiye hiçbir zaman laik olmadı. Siz anayasaya, kanunlara bakmayın. Laiklik, kesin olarak dinin devletin dışına taşınmasını gerektirir. Laik bir rejimde Diyanet İşleri Başkanlığı diye koskoca bir kurum olmaz. Zorunlu din dersi hiç olmaz… Laikliğin bir tanımı yok mu? Hem devletin göbeğinde Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurum olacak ve hem de laiklikten söz edilecek… Zaman zaman ‘Türkiye laiktir, laik kalacak’ sloganları atılıyor… Laikliğin ne olduğunu bilselerdi, o sloganı atarlar mıydı?

....

"1945 sonrasında adım adım dinci gericiliğin önü açıldı. Süreç 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleriyle daha da hızlandı. 20 yıllık AKP iktidarında da devlet aygıtını ve toplumu ‘kuşattı’… İmam Hatip Okulları münhasıran imam yetiştirmek için kurulmuş değildi… 'Din kadını' imam olamadığına göre, kızların İmam Hatip Okulları'na alınmaması gerekirdi. Oradaki amaç, dinci ideolojik hegemonyayı büyütmek, toplumu dincileştirmekti… 

"Toplanan vergiler, yurttaşlık esasına göre kamu hizmetleri için harcanması gerekirken, mezhep esasına göre harcanıyor… Vergilerle dini finanse eden bir rejimin laiklikle ne kadar ilgisi olabilir? Rejim, anayasal vatandaşlık bağıyla değil, din, mezhep ve etnik milliyetçilik üzerinden yurttaşlarla ilişki kuruyor. Sünnî Müslüman olmayanları dışlıyor, düşmanlaştırıyor… 

"Siz hiç bugüne kadar Ermeni bir bakan, Yargıtay başkanı bir Yahudi, Genel Kurmay Başkanı bir Süryani, Komünist bir vali, Rum bir üniversite rektörü gördünüz mü? 

"90 bin kadar Hanefi Camisi, 5.138 Sünni İmam Hatip Okulu, 125 İlahiyat Fakültesi devlet bütçesinden finanse ediliyor… Dolayısıyla, dine harcanan kaynak sadece Diyanet bütçesiyle sınırlı değil. Yaklaşık 20-25 milyar TL’nin dinin finansmanında kullanıldığı tahmin ediliyor… Sağlık Bakanlığının bütçeden aldığı pay %6,6… İnsanlardan toplanan vergilerle bir mezhebin beslendiği-büyütüldüğü rejimin laiklikle ne kadar ilgisi olabilir?"

Başkaya'nın bir de çağrısı var, katılıyorum:

"Şimdilerde Alevi Çatı Kurumları, Demokratik Kitle Örgütleri, Siyasî Partiler ve Sendikalar, Siyasetçiler, Sanatçılar, Akademisyenler, Gazeteciler ve Yazarların destek verdiği, 'Laik Bir Eğitim İstiyoruz! Zorunlu Din Eğitimi, Çocuğun Yararı İlkesine Aykırıdır' temalı bir kampanya yürütülüyor.  Bu kampanyayı büyütmek, dayatılan sefil saldırıyı püskürtmek hayati önem taşıyor… Analar-Babalar çocuklarınıza sahip çıkın…"

*

Türkiye'de bu vahim gelişmeler olurken, Tayyip Erdoğan 13 Ocak'ta AB üyesi ülkelerin büyükelçilerini karşısına dizmiş, "AB'nin sorunlarını ancak Türkiye çözer" diye yüksek perdeden konuşurken,"İslam karşıtlığı, Avrupa'da yaşayan 6 milyona yakın insanımızın güvenliğini tehdit etmenin yanı sıra Avrupa değerleri açısından da büyük bir kara deliğe dönüşüyor" diye uyarmış bulunuyor.

Erdoğan'ın bu uyarısı Belçika medyasında yankı bulmadı ama, aynı gün, günlük gazetelerde ve televizyonların haber programlarında İslamist gericiliğin Avrupa başkentinde nasıl büyük bir tehlike oluşturduğuna dair iki önemli haber yer aldı.

İlk haber, 2015 Kasım'ında Paris'te ve 2016 Mart'ında Brüksel'de yüzlerce insanın ölümüne ya da ömür boyu sakat kalmasına yol açan İslamcı terör eylemlerinin başlıca planlayıcılarından Mohamed Abrini'nin Paris'te kurulan özel mahkemede sorgulanmasına ilişkindi.

Sorgulamanın Türkiye'ye ilişkin bir yanı da vardı... Mohamed Abrini katliam eylemlerinden önce 23 Haziran 2015'te Brüksel'den İstanbul'a gitmiş, orada dört gün kalıp lojistik bağlantılar kurduktan sonra Suriye'ye geçerek IŞID saflarındaki diğer Belçikalı İslamist teröristlerle buluşmuştu. Daha sonra İngiltere'ye giderek oradaki teröristlerle de bağlantı kuran Abrini, Paris ve Brüksel katliamlarının planlamasında ve icrasında aktif olarak yer almıştı.

İkinci önemli haber ise, Paris ve Brüksel katliamlarını gerçekleştiren İslamcı teröristlerin bu olaylardan önce yaşadıkları ya da sık sık bir araya geldikleri Brüksel'in Molenbeek Belediyesi'ndeki El Halil Camii başimamı Mohamed Toujgani'nin Belçika'da oturma izninin, kamu güvenliğini tehlikeye düşürücü vaazları ve faaliyetleri nedeniyle iptal edilmesiydi.

İptal kararı kendisi Fas'ta bulunduğu sırada alındığı için Belçika'ya yeniden girmesi de mümkün olmayacaktı.

Aynı zamanda çok eşli olarak ün yapan Faslı Mohamed Toujgani, 40 yıla yakındır Belçika'da yaşadığı halde bu ülkenin resmi dillerinden hiçbirini öğrenmemiş, tüm dini faaliyetlerini Arapça sürdürmüştü. Belçika İmamlar Birliği'nin başkanı olarak yeni yetişen genç imamlara da yine Arapça dinsel eğitim vermekteydi.

Bu olayın ilgi çekici bir yanı, oturma iznini iptal kararını alan İltica ve Göç İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Sammy Mahdi'nin kendisinin de, Iraklı müslüman bir göçmenin oğlu olmasıydı. 1988'de Belçika'da Flaman bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen Sammy Mahdi, Belçika Özgür Üniversitesi'nde master yaptıktan sonra De Morgen gazetesine yazılar yazarken Flaman partisi CD&V'nin saflarına katılmış, 2019 seçimlerinde milletvekili seçilmiş olup 1 Ekim 2020'den beri de federal hükümette devlet bakanlığını üstlenmiş bulunuyor.

Sammy Mahdi'nin imam Mohamed Toujgani'nin oturma iznini iptal etmesi Fas ve Türk müslümanların bir kesiminde olduğu gibi, Brüksel'de müslüman seçmenlerin oylarını alabilmek için her türlü ödünü veren bazı siyasetçilerin de tepkisine yol açmakta gecikmedi.

Bunların başında da, Frankofon parti cdH'nin Brüksel Bölge Parlamentosu'ndaki milletvekillerinden Fas kökenli Ahmed El Khannouss geliyor. 

Sammy Mahdi'yi bu kararından dolayı islamofobiyle ve aşırı sağcılarla aynı çizgide olmakla suçlayan El Khannouss, yedi yıl önce de Parlamento'nun 1915 Ermeni Soykırımı'nı tanıma kararına şiddetle karşı çıkmış, onu "İslamofobi'nin yeni bir türü" olarak nitelemişti...

Geçen yıl da, Azerbaycan'ın Türkiye desteğiyle Kafkaslar'da Ermeni topraklarında yaptığı askeri fütuhatın neden olduğu yıkımı yerinde inceleyerek Belçika Parlamentosu'nda Azeri ve Türk yönetimlerine sert eleştirilerde bulunan, Suriye ve Irak'a da giderek Kürt ve Ezidi toplumların istemlerini saptayıp Belçika kamuoyuna yansıtan cdH milletvekili Roger Lallemand'ın partiden atılması için kampanya başlatanların başında da Ahmed El Khannouss yer almaktaydı.

Belçika başkentinde patlak veren bu imam krizinin, genel seçimlerin yaklaştığı, sol ve yeşil partiler de dahil tüm partilerin Müslüman seçmenlerin oylarını çekmek için her türlü ödünü vermeye hazır oldukları önümüzdeki dönemde ilginç pazarlıklara ve manevralara yol açacağında hiç kuşku yok.

Bu vesileyle bir hatırlatma: 2018 verilerine göre Belçika’nın toplam nüfusu 11.322.088… Bu nüfus içinde 2.318.807 kişiyle yabancı kökenliler yüzde 20,48’i oluşturuyor. Onların da 311.772’i Fas, 155.488’i Türkiye kökenli… 

Dahası, Fas kökenlilerin 229.186’sı, Türkiye kökenlilerin ise 119.321’i Belçika vatandaşlığını da aldıkları için bu ülkenin yöneticilerinin seçiminde oy sahibi oldukları gibi, tercihli oyun yoğun kullanıldığı seçimlerde kendi memleketlilerinin tercih oylarıyla federasyon, bölge ya da belediye meclislerine seçilebilmekte, hattâ bakan olabilmekte…

Örneğin TC'nin halen Cezayir'deki büyükelçisi Mahinur Özdemir... Türk seçmenlerin tercihli oyları sayesinde 2009'da cdH listesinden rahatlıkla seçilen Özdemir’in “ilk tesettürlü milletvekili” olarak Brüksel Bölge Meclisi’ne girmesinden Recep Tayyip Erdoğan da son derece duygulanmış, 30 Kasım 2010 tarihinde Hidiv Kasrı’ndaki düğününe tüm aile efradıyla birlikte katılıp kendisini “manevi kızı” ilan etmişti. 

Mahinur Özdemir 2015 yılında Ermeni Soykırımı’nı inkar ettiği için cdH'tan ihraç edilecek, ancak Erdoğan bu inkarcılığının mükafatı olarak kendisini 12 Eylül 2019 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin Cezayir Büyükelçiliği’ne tayin edecekti.

Son gelişmeler yaşanırken Belçika medyasına dün yansıyan bir haber daha var ki, özellikle Müslüman göçmenlerin yoğun bulunduğu Avrupa'nın başkenti Brüksel'in siyasal ortamında etkisi hayli büyük olacak.

Belçika İstatistik Kurumu'nun resmi verilerine göre, geçen yıl Brüksel'de dünyaya gelen erkek bebeklerden 18.430'una Mohamed adı verilmiş bulunuyor. Hristiyan adı verilenler ondan hayli uzakta... Jean olarak adlandırılanlar 6.089, Philippe adı verilenler 4.060 ile ancak ikinci ve dördüncü sırada yer alabiliyor... Üçüncü sıra 4.166'la Ahmed adına ait...

Haberi Anadolu Ajansı ve Türkçe gazeteler büyük bir kıvançla verdiler.

İslamofobi'yle kalkıp islamofobi'yle yatan Tayyip ve benzerlerinin gönlü rahat olsun!