Umutlu olmaktan bahsediyor herkes. Özüne-sözüne, adımlarına yabancılaşmış bir yürüyüş içerisinde. Manüpilasyonların girdabında, hem de büyük bir farkındalıkla, kendisini ve başkalarını kandırmayı kanıksayarak.

Halbuki umut; bir susam gibi sulanmayı ister, Turgut Uyar’ın dediği gibi...

Hani mümkün olsaydı, güneş, ay ve yıldızlar gökten sökülüp dışarıya pazarlanabilseydi, kapitalistler orada bitiverir ve bunu gerçekleştirirlerdi...

Seçimler, yaklaşık üç hafta boyunca politikacıların ve parlamenter kahve falcılarının elleri yüreklerinde olduğu bir yönetim kriziyle sonuçlandı. Bütün büyük partiler ellerini yönetme iktidarının heyecanıyla ovuşturdular; ama tek bir tanesinin bile yönetim politikasının sorumluluğunu tek başına almaya cesareti yoktu. Hepsi sağ ya da sol partiler aracılığıyla kamufle olmak istediler”* –Clara Zetkin, 2 Temmuz 1920-.

Bu alıntı neredeyse yüz yıl önce, Haziran’da gerçekleşen bir seçimin ardından gelen, sıcak bir Temmuz gününden. Ne garip! Neredeyse tam yüz yıl sonra hâlâ nerelerdeyiz!

Bu “parlamento” hikâyesi atom tuvaletleri hikâyesine döndü, diyorum içim cız ederek.

“Aynı şeyleri söylüyorsunuz, umutlu olmak lazım” diyor etraftakiler. Öz değişmedikçe, sözümüz de değişmiyor. “Atom tuvaletlerinin asırlar boyu yayacağı radyoakif ışınlar gibidir tarih. Zaman zorlaştıkça, elimizi tarihsel hazinelere atıyoruz. Zınk oluyoruz her el atışımızda, ama böyle güçleniyoruz” diyorum gülümseyerek, etrafta futbol taraftarları gibi parti propagandası yapanlara.

Clara Zetkin’in o zamanlar tasavvur ettiği gibi güneşi, ayı ve yıldızları söküp birbirlerine pazarlayamadılar ama; yeri göğü birbirine kattılar. Teknoloji geliştikçe, aletlerin yenisi üzerine yenisi eklendikçe; bir küçücük evin enerji ihtiyacı bile yüzyıl öncesine göre yüzlerce kat arttı!!! Teknolojik gelişim atom enerjisinin, dönüştürülme uygunluğuna mahkum. Yani her gün kullandığımız enerji bu. Birçok Avrupa ülkesi nükleer santrallerin kendi topraklarındaki sayısını azaltsa da bizim Karadeniz’den Akdeniz’e uzanmakta bu santral zincirleri. Sızım sızım canlanıveriyor Kâzım Koyuncumuz’un “ben kanserim, gelecek kuşaklar için HAYIR diyelim” sözleri.

Son 60 yıl içerisinde 350.000 ton yüksek radyoaktif ışını taşıyan atom çöpleri şuraya buraya defnedildi. Ve eeeeen yetkili nükleer enerji uzmanına: “Bu çöpler, milyonlarca yıl geçse de ışınlarını etrafa saçma riski taşıyor. Bu çöpleri gömme işinde çalışanlar, ailelerinin geleceğini kurtarmak adına üç kuruşa ölümü göze almış vaziyetteler. Bu riski yok etmemiz imkânsız. Dünya yerle bir olacak. Yani tek çözüm atom enerjisi kullanmamak değil mi?” sorusunu yöneltiyor sınır tanımayan doktorlardan biri. Nükleer enerji uzmanı hiç ama hiç abartısız; eski Kara Murat filmlerinde ormanda bir hayvan avlayıp, ateşte pişirip dişlemenin sevincini canlandıran oyuncu gibi göbeğini kaşıyıp, dişlerini gösteren ilkel bir hareketle şu cevabı veriyor, kamera bu ilkel görüntüyü zumlayıp duruyor: “Eeee! Her evin bir tuvaleti var değil mi? Atom enerjisine de tuvalet şart”. “Ama sonradan yayılacak ışınları ve yerküreye verdiği zararları engellemek imkânsız” deyiveriyor doktor. “Neyi engellememizin imkânı var ki, önümüzdeki yüz yılın tuvaletini garantilemenin sevincindeyiz şimdi. Gelecek 3000 nesil garanti altında, ışınlar o kadar çabuk kapsüllerden yayılamaz” diyerek pis bir kahkaha atıyor kooooca uzman!!!!**