Geçen hafta geldim hastaneye. Çekap ( Check up) yaptılar. Neden?

Ben buraya geçen yıl ve yedi yıl önce kalp damarlarına yerleştirilen Stentleri kontrol için geldim. Hastanede bir sürü işlem yaptılar. Üç cepheden Röntgen aldılar. Kan aldılar ve laboratuvara gönderdirler. Orada kan değerleri belirleniyor. Tansiyonu, kalbin çalışma ritmini, nabzını hepsini kontrol ettiler. Bu sürede üç ayrı doktor geldi beni muayene etti. Ahiret soruları denir halk arasında işte öyle sorular sordular.

“Anne ve baba tarafında kalp hastalığı veya başka önemli bir bilinen hastalık var mıydı?”

Bu soruya şöyle bir yanıt veremiyorsun:

“Bana ne yahu var mı veya yok muydu, bana benim canım gerek.”

Hani dememiş olsalardı “Avukatına yalan söyleme, davayı kayıp edersin, doktoruna yalan söyleme canını kayıp edersin” hiç bir soruya yanıt vermezdim.

Bazen bu yüz yıllardan akıp gelen deyimler insanın elini, kolunu bağlıyor sanki.

Bu ön hazırlıklar bittikten sonra eve geldim. Tam bir hafta sonra sabah saat sekizde hastahaneden içeri girdim. Kapıda ağzı maskeli, elleri eldivanlı, siyah giysili zebella gibi biri karşıladı. Eliyle işaret ederek gösterdiği masaya yöneldim. Masada bir genç bayan elinde bir aletle “ateşini ölçeceğiz” dedi. Yanıtımı beklemeden elindeki çekiç görümlü aletin sivri ucunu soktu kulağımın içine. Gülerek “çok yiyi” dedi.

Daha önceden altıncı katta ayrılan odaya gittim. Ben altıncı kata odaya girmeden güler yüzlü bir hasta bakıcı karşıladı. “Hoş geldin Sayın Demirel” dedi ve çekip aldı elimdeki çantayı. Sonra ekledi “seni bekliyorduk. Prof. Oldenberg’in katında da seni bekliyorlar” dedi. Oysa ben onların verdiği saatten tam on dakika önce gelmiştim. “Demek ki herkesin birbirinden haberi var burada” diye mırıldandım.

Dizlerime güvenemedim Asansörle indim birinci katta. Orada bir hafta önce benden kan alan, tansiyonumu ölçen, EKG (Elektrokardiyografi) cihazı ile kalbimin ritim grafiğini yazıcıdan basan doktor yardımcısı Monika. “Bu kez ayni işlemleri istemem” dedim gülümseyerek.

Bir kahkaha attı sanırım bütün binada duyuldu.

“Hepsine değil ama gene de biraz isteklerimize razı olacaksın” dedi.

“Bak kolumda senin geçen hafta vurduğun mühür mü, yaptığın gül mü daha duruyor.”

Söylemiştim sana bu kan alma işinde zorlanıyorum. Bak bir haftadır beni unutmamış oldun. Beceriksizliğimin böyle güzel bir anısı da var” dedi. Girdik odasına

Sadece tansiyonumu ölçtü. Bir orta yaşlı doktor geldi. Göğsümde ve sırtımda kalp atışımı dinledi. Daha önceden yardımcısının hazırladığı kâğıtları imzaladı.

Bana doktor yardımcısı” hadi birlikte gidiyoruz” dedi.

Doğrudan gittik ameliyet odasının bitişikteki odaya soyundum ve uzandım bana gösterilen yatağa. İki genç güler yüzlü hastabakıcısı hanım geldi kendilerini tanıttılar. Beni meslektaşlarından aldılar. Ameliyat odasına girdiğimizde insan boyundaki ameliyat cihazlarına bağlı ekrana baktım. “Bunda kalbimin nasıl çalıştığını göreceğim” diye düşündüm.. Orada doktor yardımcıları daha beni ameliyat masasına yatırmadan Baştabip Bayan Dr. Constanze Beller geldi. Önce iş arkadaşlarını kucakladı, saçlarını okşadı, sonra gelip elimden tuttu, okşadı.

“Biz birbirimizi tanıyoruz değil mi Sayın Demirel. Gerçi ben senin ön adınla sana hitap ediyordum ama bu arkadaşlar seni tanımadıkları için soyadınla hitap ettim.”

Ben bu cümlelerin peşinden güldüm. “Doğru söylüyorsun, bu hasta bakıcılarının, hastalarının gönlünü çalan, bu güler yüzlü Melekle tanışıyoruz” dedim.

Prof. Dr. Olaf Oldenberg bunlar seni yedinci kattan atsalar sen gene kedi gibi ayakların üstüne düşer posta arabasına binmezsin” dedi. O cümlelerini bitirmeden iki Dr. yardımcısı beni kapıp bir yaprak gibi ameliyat masasına uzattılar ve boynuma kadar gelen yeşil örtüyle üstümü örttüler.

“Madem beni uykuya yatıracaksınız sırayla biriniz çocuk masalı anlatın, biriniz türkü söyleyin” dedim.

"Bakalım sen türkü veya masal mı dinleyeceksin yoksa başka şeyler mi” dedi..

Kafamın ve göğsümden yarım metre uzaklıkta bir cihaz dolaşıp dururken, aradan bir Bayan Dr. Constanze Beller “derin nefes al, nefesini bırak, iyi çok iyi “ cümlelerini sık sık tekrarladı. On beş dakikada bitirdiler işimi. Ameliyatta Doktor hanıma yardım eden bir genç bayan yatağa götürdü beni. Bu Kardiyoloji bölümünde oldukça candan ve arı gibi çalışan harika bir ekip oluşmuş.

Sonra bana bir taze kahve getirdiler ve Prof. Dr. Olaf Oldenberg ile Korona - Covid 19’u konuştuk.

“Biz her gün bakanlıktan onlarca sayfalık yazı alıyoruz. Bu Korona konusunda doğrusunu söyleyecek olursam hiç birimiz tam anlamış değiliz. Gerçekten bu nasıl bir virüs, ne kadar yaşayacak, hangi hızla ve nasıl yayılıyor, öldüremediği insana ne kadar zarar verecek? Biz bu sorulara inandırıcı bir yanıt bulamıyoruz. Günümüzde bu sorulara inandırıcı yanıt verecek birinin olduğunu ve gerçekten tam olarak bu virüs olayının ne zaman, nasıl sonuçlanacağını bildiğini sanmıyorum. Çin, İtalya, Fransa ve Amerika'daki bu alanda yoğun çalışan meslekdaşlarımı takip ediyorum. Onların da dün söyledikleri ile bugün söyledikleri uyum içinde değil. Bu alanda ne kadar tıp araştırma bilgisi var, ne kadar ilaç üreten firmaların etkisi var ve ne kadar politik güçlerin etkisi var? Bu sorulara inandırıcı açık bir bilgi ve belge yok. Bunların hepsi iç içe geçmiş, birbirine dolaşmış, bir ip yumağına benziyor. Bu kargaşa içinde bizim yani TIP Bilimcilerinin de sağlıklı bir analiz yapmamız çok zor.” Elbetteki bu alanda çalışan her bireyin bir tahmini var. Ancak kanıtsız bir tahmini açıklamak da doğru bir davranış olmaz” dedi.

Oradan benim kalacağım odaya götürdüler. Oldukça güzel bir oda ve hazır sofrada bekleyen bir kahvaltı tabağı ve bir meyva tabağı vardı. Ayrıca çevresi çiçeklerle süslenmiş bir Kart koymuşlardı masaya üzerinde “Hastanemize hoş geldiniz Sayın Molla Demirel” yazılmıştı. Okuyunca güldüm. “Altı yıldızlı bir otelde dinlenmek için mi geldim…” diye mırıldandım.

Kim bilir, belki giderek bu sistemde hastanelerde yıldızlı otellere dönüşüyordur…

23 Nisan 2020