Emperyalist güçler arasında Alman burjuvazisinin en rafine egemen sınıf olduğunu defalarca vurgulamıştık. Gene de kamuoyu görüşünü manipüle etmedeki ve halkın ezici çoğunluğunun çıkarlarına ters düşen politikalar için toplumsal rıza üretmedeki ustalığına tanık olduğumuzda her defasında şaşırmamak elden gelmiyor. Bu ustalığı militarist politikalar konusunda yine görüyoruz. Barış hareketinin ve SSCB’nin »barış içinde yan yana yaşama« politikasının etkisiyle savaş sonrası Alman toplumunda kökleşmiş olan nükleer silah ve savaş karşıtlığı Alman egemenlerini her zaman rahatsız ediyordu. Toplumda yerleşik olan bu karşıtlığı demonte etmek için uygulanan uzun vadeli stratejiler artık meyve vermeye başladı.

Meyvelerin ne denli zehirli olduklarını 22 Ocak 2021 tarihinde yürürlüğe giren BM Nükleer Silah Yasaklama Sözleşmesi çerçevesinde yürütülen tartışmalar kanıtlıyor. Bu bağlamda Alman sosyal demokrasisi için değişen bir şey yok. SPD zaten 1914’ten bu yana emperyalist saldırganlık cephesindeki yerini bir milim dahi terk etmedi. Bu biliniyor.

Ancak Almanya’daki toplumsal muhalefetin, sendikal hareketin ve barış taraftarlarının önemli bir kesimi üzerinde hâlâ etkisi olan reformist sol ve Yeşiller partisinde SPD’nin meşum izlerini takip edenlerin belirleyiciliği artmaya başladı. Gerçi reformist DIE LINKE partisinde bu rota değişikliğine karşı çıkanların sayısı hiç de az değil, ancak hükümet ortağı olabilmek için partinin barış politikalarına dair pozisyonlarını törpülemekte olanların gerek parti aparatında gerekse de meclis gruplarında kilit noktalarda oturdukları düşünülürse, antimilitarizmi izafileştirme ve egemen siyasete yamanma adımlarının hızlanacağını öngörebiliriz. Bilhassa Federal Seçimlerin de yapılacağı bu yıl içerisinde.

Bu adımların reformist solu nereye taşıyacağını görmek için Yeşiller Partisine bakmak yeterli. Nükleer enerji karşıtı hareket içinden doğan Yeşiller bu pozisyonları terk edip, çoktan egemen siyasetin parçası oldular. Anketlerin büyük olasılıkla muhafazakârların iktidar ortağı olacaklarını gösterdiği Yeşiller, Alman emperyalizminin yayılmacılık politikalarına toplumsal rıza sağlamada son otuz yılda önemli katkı sağladılar – özellikle barış hareketi içindeki bazı kesimleri yanlarına çekip, siyaseten nötralize ederek.

Şimdilerde ise açıktan NATO üyeliğini ve nükleer silah sahibi olunmasını savunuyorlar. Partiye yakın olan Heinrich-Böll-Vakfının internet sitesinde geçenlerde yayınlanan bir çağrıda, Almanya’nın askeri bütçesinin »önemli ölçüde artırılması« ve ABD’nin nükleer silahlarının »Almanya’da konuşlandırılmasına devam edilmesi« talepleri yer alıyor. Nükleer katılımın »ABD ve Federal Cumhuriyet arasındaki stratejik bağlantının çekirdek unsuru« olduğu iddia edilen çağrının altında Vakıf Başkanının yanı sıra, emekli bir NATO Korgeneralinin de imzası bulunuyor.

Bir zamanların pasifist Yeşillerinin militarizmin ve emperyalist yayılmacılığın (elbette çevreci yakıt kullanan tanklarla!) savunuculuğu yapmaları yeni bir şey değil. Dikkatli okur anımsayacaktır: 1998’de SPD-Yeşiller hükümeti kurulmadan aylar öncesinde Federal Ordunun bir konferansına katılan Joseph Fischer, »Biz yeşil değil, Alman dış politikası yapacağız« diyordu. Ve 1999’da bu »Alman dış politikasının« ne anlama geldiğini Yugoslavya Savaşında, hem de »yeni Auschwitz’ler olmasın« demagojisiyle göstermişlerdi.

Alman muhafazakârları bu konuda hiç değilse dürüstler. Nükleer katılımın Almanya’nın stratejik ve ekonomik çıkarlarına yaradığını söylüyor ve nükleer silahların yasaklanmasına karşı çıkıyorlar. Kimi reformist Alman solcusu ve Yeşiller Partisi ise »barış« diyerek emperyalizm savunuculuğu yapıyorlar.