Almanya Federal Parlamentosu’nun Sol Partili milletvekilleri Jan van Aken ve Martina Rennar ile Hamburg Eyalet Parlamentosu Sol Parti Grubu Eşbaşkanı Cansu Özdemir, geçtiğimiz günlerde Diyarbakır'ı ziyaret ederek görüşmeler yapmıştı. Yeni Özgür Politika'dan Osman Oğuz'a açıklamalarda bulunan Jan van Aken, ilk kez Erdoğan için bir diktatör terimini kullandı.

Sol Partili Jan van Aken, karşılaştıkları durum için “Dehşet verici bir karmaşa” olarak tanımladı ve ekledi: Şimdiye kadar bir diktatörlükten bahsetmeyi reddettim fakat artık reddetmiyorum. Muhalefetinin yarısı cezaevine atılmış, fiilen bütün özgür basının kapatıldığı, yasaklandığı bir ülkedeki yönetimi, artık sadece bir diktatörlük olarak tanımlayabilirim.”  

Almanya’nın Türk devletinin baskı politikası karşısındaki tutumunu da eleştiren milletvekili, “Dışişleri Bakanı Steinmeier ve onunla birlikte tüm Federal Hükümet, Erdoğan’ı destekledi. Şimdi de sadece endişeli olduklarını ifade ediyorlar; ama bu artık yetmiyor” dedi.

İşte "Türkiye'de diktatörlük var" başlıklı o röportaj:

Daha önce de defalarca Amed’i ziyaret ettiniz. Son ziyaretinizde özellikle gözlemlediğiniz değişim neydi? Amed, ne haldeydi?

Dehşet verici bir karmaşa. Hem normal günlük yaşam hem de sıkı gözetleme, denetleme, kontrol. Şehrin içine yüzlerce yeni kamera yerleştirilmiş. Resmi daireler kuşatılmış.

Bu ziyaretimden önce, bu yılın Ocak ayında da Amed’i ziyaret etmiştim. O sırada Türk ordusunun Sur’a yönelik saldırıları çok yoğundu. Sürekli silah sesleri duyuluyordu. Ana caddeden panzerler gidiyordu. Bütün yan sokaklarda barikatlar kurulmuştu.

Bu sefer ise durum neredeyse sakindi; yan sokaklar demir parmaklıklarla kapatılmıştı. Demir parmaklıkların arkası bomboştu.

Sur’da binlerce ev buldozerlerle yıkılmış. Tarihi şehrin tam ortasında bir taş çölü.

Dönüşünüzden hemen sonra bir de, görüşmeler yaptığınız kurumlar da dahil olmak üzere neredeyse tüm demokratik kurumlar, OHAL kapsamında kapatıldı. Bu neye işaret sizce? Türk hükümeti, neye hazırlanıyor olabilir?

Evet, daha Salı günü Özgür Kadınlar Kongresi’ni (KJA) ziyaret ettik ve şimdi yasaklandı. HDP Milletvekili Ziya Pir’in danışmanıyla birlikte oturduk ve o da cezaevinde. Giderek daha belirgin oluyor ki, Erdoğan rejiminin planı Kürt direnişini komple yok etmek.

Hiçbir demokratik kurumun kalmadığı bir rejimi, artık yeniden ve daha net tanımlamak da gerekmiyordu? Sizce şu anda Türkiye, hangi rejimle yönetiliyor?

Şimdiye kadar bir diktatörlükten bahsetmeyi reddettim fakat artık reddetmiyorum. Muhalefetinin yarısı cezaevine atılmış, fiilen bütün özgür basının kapatıldığı, yasaklandığı bir ülkedeki yönetimi, artık sadece bir diktatörlük olarak tanımlayabilirim.

Peki şu halde Alman Parlamentosu’nun ve devletinin Türk hükümeti karşısındaki tutumunu nasıl buluyorsunuz? Önümüzdeki süreçte daha net bir tutum görebilecek miyiz?

Ben şu durumda Almanya Federal Hükümeti’nin halen politikasını değiştirmemesine ve söylediği bu kadar çok sözün ardında duran biçimde hareket etmemesine şaşırıyorum. Ne yazık ki son yıllarda Dışişleri Bakanı Steinmeier ve onunla birlikte tüm Federal Hükümet, Erdoğan’ı destekledi. Şimdi de sadece endişeli olduklarını ifade ediyorlar; ama bu artık yetmiyor. Yaptırımları ve Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin girip girmeyeceğini tartışmamıza bile gerek yok aslında. Hemen, ilk adım olarak Federal Hükümet, en azından Erdoğan’a aktif desteğini sona erdirmeli. İstihbaratların işbirliği, silah ticareti ve PKK yasağı... Almanya’da herkes PKK’nin terör örgütü olmadığını biliyor. PKK yasağının Türkiye hükümetini desteklemek amaçlı sembolik bir uygulama olduğunu da biliyoruz. Buna artık bir son verilmeli.

Federal Parlamento, bu konuda daha iyi hareket ediyor. “Parlamenterler Parlamenterleri Koruyor” projesine milletvekilleri katılıyor ve böylece tutuklanan HDP’li vekilleri destekliyorlar.

Siz Alman devletinin Türk devletiyle ortaklığını sık sık eleştiriyorsunuz. Bu ortaklık hangi motivasyona, çıkarlara dayanıyor?

Açıkçası yıllardır Almanya hükümetinin özellikle Erdoğan’ı neden desteklediğini anlamıyorum. ABD ve Fransa, en azından Rojava’da PYD’yi destekliyor. Almanya’nın bu tutumu içinse açıklamaların hiçbiri -ister ekonomik çıkarlarla ilgili olsun ister SPD’nin Türk kökenli seçmenleriyle ilgili- beni ikna etmiyor.

Peki bu ilişkinin önümüzdeki süreçte bozulması ihtimali görüyor musunuz?

Doğrusu, kötüleşeceğine pek inanmıyorum. HDP parti başkanlarının tutuklanmasından ve Cumhuriyet’e yapılan saldırılardan sonra bozulmadıysa, daha fazla ne olabilirdi ki?

Avrupa’nın Türkiye’ye tepkileriyle ilgili genel olarak ‘yaptırımsızlık’ eleştirisi yapılıyor. ‘Yaptırım’ ne olabilir mesela?

İlk adım olarak hemen aktif destek sonlandırılmalı. Özellikle de güvenlik alanında. İstihbarattan tutalım, polise ve orduya kadar...

Bazı kişiler, Türkiye’de bugün yaşananları Ermeni Soykırımı öncesine benzetiyor. Siz de böyle bir tehlike görüyor musunuz?

Hayır, şu anda öyle bir durum görmüyorum. Soykırım tanımlamasında anlatılan, bir etnik grubun kasten ve komple yok edilmesidir. Türkiye hükümetinin bunu hedeflediğini düşünmüyorum. Daha çok Kürtlerin yetkisizleştirilmesini ve bastırılmasını istiyorlar.

Peki, son soru kişisel hissiyatınıza ilişkin olsun: Türkiye’de sizin de tanıştığınız çok sayıda politikacı, hukukçu, gazeteci, bugün cezaevinde. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Çok zoruma gidiyor. Tabii ki yıllardır binlerce insanın cezaevinde olduğunu biliyorum. Ama daha Salı günü birlikte oturup akşam yemeği yediğin kişinin üç gün sonra cezaevinde olması, insana çok dokunuyor. Bu yüzden de özellikle Muhammed Kaya’yı ve KJA’lı kadın arkadaşları selamlıyorum.

Tüm kurumlarda muhatabımız kadınlardı

Hamburg Parlamentosu Milletvekili Cansu Özdemir: Dikkatimi çeken şöyle bir şey oldu: Hangi kurumla görüştüysek, ister DTK, ister GABB olsun, temsilcilerin hepsi kadındı. Kadın rengi çok net biçimde görülüyordu, hissediliyordu. Avrupa'daki kadınlar, bu açıdan çok şey öğrenebilir Kürt kadınlarından.

Hamburg Eyalet Parlamentosu Sol Parti Grubu Eşbaşkanı Cansu Özdemir, devletin Kürdistan’da özellikle kadınlara mesaj verdiğini, ancak buna rağmen ziyaret ettikleri bütün kurumlarda temsilci olarak onları kadınların karşıladığını anlattı. 

Öncelikle, son Amed ziyaretinizin sebebi neydi? Neler yaptınız orada?

En başta, AmedSpor futbolcusu Deniz Naki’nin mahkemesine katılmak için planlanan bir ziyaretti. Fakat Amed Belediyesi Eşbaşkanlarının ve HDP milletvekillerinin tutuklanmasından sonra ziyaretimizin anlamı da farklılaştı. Deniz Naki’nin mahkemesi olmasaydı da giderdik bu süreçte. Heyetlerin böyle süreçlerde gitmesi, özellikle basın yayın organlarının kapatılmasından sonra, çok önemli.

Birçok görüşme yaptık. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, bize tüm zorluklara ve engellemelere rağmen halen devam eden çalışmaları aktardı. Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği (GABB) temsilcileri, kayyumların atanmasından sonra özellikle kadın, kültür ve dil çalışmalarına ağır yönelimler olduğunu anlattı. Ayrıca Özgür Kadın Kongresi (KJA), HDP Milletvekili Ziya Pir ve tutuklu olan Eşbaşkan Selahattin Demirtaş’ın avukatı Mehmet Emin Aktar ile görüşmeler yaptık.

Amed’e daha önce de defalarca gittin. Bu gidişinde senin özel olarak dikkatini çeken değişim neydi?

Bu kez gördüklerim bana Avrupa’da, uzaklarda görmediklerimizi anlattı. Sur’un yıkılmış halini görünce sarsıldım açıkçası. Orada olup bunu orada görmek, farklı bir duygu.

Önceden var olmayan kontrol noktaları yerleştirilmiş, sokakta yürüyen gençler polisler tarafından durdurulup kontrol ediliyor. Belediye binası, valilik ve diğerleri, cezaevi gibi kuşatılmış. Belediye çalışanları ve sivil insanlar, kontrol edilmeden binalara giremiyor. Her sokağın başında ağır silahlı güçler, silahlı sivil polisler geziyor. Karanlıkta dışarı çıkmak, halen çok güvenilir değil. Bu yüzden de akşamları halk, fazla sokağa çıkmıyor. Devlet, halka gece gündüz, “Sizi yakarız, yıkarız, bitiririz” hissi vermeye çalışıyor. “Vekilini de, belediye başkanlarını da alırım; sana hayatı zindan ederim” mesajı veriyor.

Kayyumun belediye çalışmalarına etkisi ne olmuştu?

GABB temsilcileri, özellikle kadın, kültür ve dil çalışmalarına ağır yönelimler olduğunu aktardı. İlk icraatları, çok dilli belediye tabelalarını indirmek olmuş. Diğer icraat ise kadın çalışmalarını ve kadın çalışanları hedef alıp tasfiye etmek. Kadın Danışmanlık Merkezleri kapatılıyor, arşivlerine el konuluyor. Belediyedeki kadın çalışanların işine son veriliyor.

Son yıllarda bu kadar emekle, fedakarlıkla kurulan kurumlar, meclisler, yani hayata geçirilen demokratik düzen, şu anda antidemokratik, hukuksuz uygulamalarla yıkılmaya çalışılıyor.

Görüşmeler yaptığın KJA da, sen döndükten sonra OHAL kapsamında kapatıldı. Ne hissediyorsun?

Çok öfkeliyim. Daha birkaç gün önce kadın arkadaşlarla kurumda oturup meclis yapılarını, baskıları ve perspektifi konuştuk. Sonra kadın arkadaşlarımı haberlerde, mühürlü bina önünde gördüm.

Tanıştığım, takdir ettiğim arkadaşlarım cezaevlerine atıldı. Çok zoruma giden bir durum bu. Her kadının da zoruna gitmeli. İster Kürt olsun, ister Alman, herkes KJA’nın ve kadın çalışmalarının durdurulmasını kendisine, iradesine yapılmış bir saldırı olarak algılamalı. Bunları bireysel saldırılar olarak değil tüm kadınlara yapılmış saldırılar olarak anlamamız gerekiyor.

Bunlar tesadüf de değil zaten, bir konsept bu. Kadını köleleştirmeyi, eve kapatmayı, susturmayı hedef alan zihniyet var bunun ardında. Bu zihniyete göre kadının eşit olması, konuşması bile engellenmeli! Cinsel şiddet, erkek egemen devlet tarafından bir silah olarak kullanılıyor. Kadın gerillaların cenazeleri çıplak halde teşhir ediliyorsa, bu da bize, kadınlara verilen bir mesaj. “Boyun eğmezsen, sana biçtiğim rolü kabul etmezsen, öldürürüm” mesajı veriyorlar. Bu yüzden de bence başta Kürt kadınları olmak üzere tüm kadınlar, kazanımlara sahip çıkmalı, en ön safta yürümeli ve kadının rengini hissettirmeli.

Peki kimlerle görüştün KJA’da? Onların hissiyatı, durumu nasıldı?

Ayşe Gökkan’la ve diğer üyelerle görüştük. Dikkatimi çeken şöyle bir şey oldu: Hangi kurumla görüştüysek, ister DTK, ister GABB olsun, temsilcilerin hepsi kadındı. Kadın rengi çok net biçimde görülüyordu, hissediliyordu. Avrupa’daki kadınlar, bu açıdan çok şey öğrenebilir Kürt kadınlarından.

Kadınların morali iyiydi ve kesinlikle kazanımlarına sahip çıkacaklarını ifade ettiler. Avrupa’da sokağa çıkan ve sahiplenen insanlardan da çok moral aldıklarını ifade ettiler. “Kurumlarımızı kapatabilirler ama irademizi teslim alamazlar” diyorlardı.