Türkiye’de seçmenlerin, iktidarı boyunca her seçimde oylarını artıran Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı 12. Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü‘ne seçip seçmeyecekleri bir tartışma konusu değil. Uluslararası siyasi gözlemcilerin tartıştığı nokta Erdoğan’ın, 10 Ağustos’ta yapılacak olan seçimlerin ilk turunda sandıktan zafer ile çıkıp çıkmayacağı. İlk turda oyların yeterli olmaması durumunda muhafazakar Erdoğan, NATO üyesi Türkiye’de en yüksek makama çıkmak üzere 24 Ağustos’taki seçimin ikinci turunu beklemek zorunda kalacak. Cumhurbaşkanlığına aday olan ya da bu makama yeni seçilen kişilerin verdikleri ilk mesaj, bu işin adabı gereği her zaman, „halkın tamamının Cumhurbaşkanı olmak“ üzerine kurulur. Erdoğan’ın, çağdaş değerlerden çok İslamî değerlere bağlı yandaşları içindeki popülaritesi muazzam. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002 yılında ilk defa katıldığı genel seçimlerden sürpriz bir şekilde yüzde 34 oy alarak iktidara gelmesinin ardından, üç yıl önce yapılan son genel seçimlerde bu oy oranı yaklaşık yüzde 50’ye dayandı.

Fransa örneği

Tam da bu seçim başarıları ve muhalefet kanadının etkili ve karizmatik bir lider çıkaramayışı Recep Tayyip Erdoğan’a adeta hatasız ve kusursuz olma hissi verdi. Yaptığı tüm yanlışlar, pot kıran açıklamalar, hakkındaki, gerek ailesinin içine karıştığı, gerekse hükümetinin üyelerini kapsayan yolsuzluk suçlamaları koskoca bir toplum tarafından görmezden geliniyor ve hiç konu edilmiyor. Suriye’de yaşanan iç savaş ile ilgili baştan aşağı yanlış öngörülerinden Irak’taki gelişmeler ile ilgili hatalı değerlendirmelerine, ya da ülke içindeki hükümet karşıtları ile gazetecilere karşı takındığı tavır göz önüne alındığında, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı görevinde daha da fütursuz bir kişiliğe bürünebileceği endişesi –ister istemez- doğuyor.

Gücü tamamen ele geçirecek bir Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı görevini, parlamento ve hükümet tarafından kendisine gönderilen tasarıları imzalamaktan başka birşey yapmayan tıpkı bir noter edası ile yerine getirmeyeceği aşikâr. Şu an yasalarla sabit olan yetkilerini sonuna kadar kullanacak ve aynı zamanda, ülkeyi tam anlamı ile kontrolüne almak için Fransa‘da uygulanan merkezî başkanlık sistemine benzer bir yapıya geçmeyi deneyecektir.

Rakiplerin cılız umutları

Tüm bunlar olurken Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi kaderine terk ediliyor. Şu an Cumhurbaşkanlığı görevinde olan Abdullah Gül’ün genel başkan ve başbakanlık koltuklarına oturması durumunda bile parti içinde bir bölünme kaçınılmaz görünüyor. Büyük bir oy oranı ile tek başına iktidar olan tüm siyasi partiler, genel başkanları Cumhurbaşkanlığı makamına çıktıktan sonra önemsizleşmiş ve güçlerini yitirmişlerdir. Bunun olması durumunda ise barışın ve huzurun pamuk ipliğine bağlı olduğu Türkiye, sonunun nereye varacağı kestirilemeyecek bir iç kaosa sürüklenebilir. Erdoğan’ın iç politikadaki rakiplerinin tek umudu ise, Başbakan’ın ilk turda Çankaya Köşkü’ne seçilmesine engel olmak. Gerek Cumhuriyet Halk Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin ortak adayları Ekmeleddin İhsanoğlu, gerekse Halkın Demokratik Partisi adayı Selahattin Demirtaş, Erdoğan’a karşı hiç şansları olmayan, sadece oy hesabı ile ortaya çıkarılmış isimler. Ancak bu da, Erdoğan’ın bugüne kadar kendi çıkarları uğrunda kullandığı demokrasinin bir parçası. Avrupa Birliği’nin tüm bu süreci alkışladığını, desteklediğini ve bu yolla Türkiye’nin artık pek uzak bir ihtimal olarak görünmeyen olası parçalanışından sorumlu olduğunu da burada vurgulamakta fayda var.