Süheyla Kaplan- Berlin

 

 

İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel dünyanın ekonomik krize ‘sağ, liberal bir ekonomi modeliyle’ çözüm araması Merkel’in başarısını mı getirdi?

 

Avrupa Birliği ülkelerinde işsizlik, ekonomik kriz, Yunanistan’la ekonomik kriz sürecinde Merkel ve bürokratlarının işsizliğe geçici çözüm bulmaları, 5 milyondan daha fazla olan işsiz sayısının Almanya’da geriye çekilmesi ve bu krizin ‘göreceli olumlu’ olarak atlatılması Merkel’in başarısı olarak adlandırılabilinir.

 

Ancak, ekonomik büyümenin de o denli azaldığı Almanya’da ‘vahşi kapitalizmin’ simgesi ve ‘gücünü büyük sermayeden alan’ Alman Hür Demokrat Parti (FDP) ile koalisyon ortaklığı dönemde işçi, emekçi dolayısıyla göçme sınıflarının gittikçe yoksullaşması hatta yoksulluk sınırında yaşaması gözden ve dkkatten kaçmamalı.

 

Ekonimik krizle birlikte Hartz IV dediğimiz işsizlik parası, emeklilik ücreti, asgari ücretin düşüklüğü, devletin tüm organlarının özelleştirilmesi, yoksul ile fakir arasındaki uçurumun gittikçe artması, Almanya’da halkın da gittikçe yoksullaşmasını beraberinde getirdi.

 

Hatta CDU/ CSU’nun koalisyon ortağı FDP’nin göçmen kökenli Başkanı Rösler, seçim kampanyası çerçevesince miting alanlarında 4 avro ile geçinmek yeterli şeklinde ‘vahşice’ açıklamada bulunmuştu.

 

Ya dış politika?

 

Eski Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ile Almanya 1990 sonrası ‚en kötü’ dış politikasını izledi. Ortadoğu özelinde Libya, Suriye, Türkiye, Afganistan, Irak ile ilgili kimi zaman tutarsız kimi zaman çelişkili politikalar izleyen Alman halkı Westerwelle’ye de bir son nokta koydu. 1949 yılından beri ilk kez Alman Hür Demokrat Parti’nin federal düzeyde temsil edilememesi, parti yöneticilerinin 22 Eylül seçimlerinden kısa bir süre sonra dağılmasına yol açtı.

 

Parti bazına indiğimizde Alman Sosyal Demokrat Parti  (SPD) Willy-Brandt’tan  sonra gerek ekonomide, gerek sosyal politakada, gerekse dış politikada alternatif, çözüm üreten, emek-işçi arasındaki çelşikiye dikkat çekecek kalıcı çözüm üretemedi.

 

Gücünü işçiden ve emekçiden çok ticaret odaları, işveren çevresinden alan Alman Sosyal Demokrat Parti, , Hristiyan Birlik Partileri ve FDP’den çok da önemli farkları olmayan ‚liberal bir parti’ haline geldi.

 

YEŞİL POLİTİKA SAĞCILAŞTI MI?

 

Çoğunlukla Alman alternatif solunun desteklediği Yeşiller Partisi’nin politikasının gerçek kuruluş amacındaki gibi ‚çevre’ konusu başta olmak üzere merkezi konulardan uzaklaşması ve kısmen ‚sağa’ kayması Yeşiller partisinin oy oranlarını azaltmasına neden oldu.

 

Nitekim Yeşiller Partisi’nden ikinci kez milletvekili seçilen Ekin Deligöz facebook sayfasında’ kuruluş amacındaki parti politkalarından Yeşiller’in uzaklaştığını ve bundan ders çıkarıp, çevre gibi konulara ağırlık vermek istediklerini itiraf etti.

 

 

ALMAN SOLU 3. PARTİ OLDU

 

Alman Sol Parti’nin en çok oy alan 3. parti olması Alman sosyal demokrasi açısından bire kazanım olarak görülmeli.  Sosyal  politika, ,isizlik, özelleştirme, dış ülkelere silah sevkiyatı, savunma, mülteci haklarının iyileştirilmesi gibi konularda Almanya’nın Merkel’i ve hükümetini sıkıştıran güçlü bir Sol Parti’ye ihtiyacı var.

 

 

 

Ortadoğu ülkelerinde örneğin Suriye ve Afganistan’da Alman askerlerinin derhal çekilmesini, Türkiye’ye yerleştirilen NATO patriot füzelerinin kaldırılmasını isteyen Sol Parti’nin Suriye’ye savaşa daha başından beri hayır demesi Alman Solunu daha da güçlendirdi.

 

SAĞCI ALMANYA İÇİN ALTERNATİF PARTİ BARAJI ZORLADI

 

22 Eylül seçimlerinde dikkat çeken bir nokta da, yeni kurulmasına ve seçime katılmasına rağmen Almanya için Alternatif Parti’nin (AfD) yüzde 5 barajını zorlamasıydı. Almanya’nın Avrupa Birliği’nden çıkmasını ve euro para birimine şiddetle karşı çıkan AfD’nin seçmen kitlesinin sağcılardan oluşması Almanya’da sağ politikaların tekrar güçlendiği  savını pekiştirdi.

 

GÖÇMENLER HAKLARINA KAVUŞACAK MI?

 

Alman Sosyal Demokrat Parti içinde Türkler ve Araplar’dan olsa olsa ta manavi ya dönerci olur’ gibi anlayışı içinde barındıran Thilo Sarrazin gibilerin partiden ihraç edilmemesi Almanya’da yaşayan göçmenlerin SPD’ye olan güvenini kaybetmesine neden oldu.

 

Almanya’da yaşayan ç 8’i Türk Türk kökenli 10 kişinin   Neo-Nazi aşırı sağcılar tarafından öldürüldükleri gerçeğinin  ortaya çıkması ve cinayeti işleyenlerin  ‚Alman istihbaratı içinde bazı ajanlar aracılığıyla organize bir biçimde yürütülmesi’, sözkonusu cinayetlere ilşkin evrakların, dosyaların imha edilmesi NSU davasının çözülemeyeceğinin de işaretini verdi.

 

Şu sıralar sosyal demokratlarla koalisyona hazırlanan Merkel hükümetinin ırkçılıkla mücadelede ve bu cinayetlerin tam anlamıyla ortaya çıkaracakları konusunda hiç umut da yok ortada.  Almanya’da ‚derin devlet’ kavramı içinde örgütlenen aşırı sağcılar ve devletin çeşitli istihbarat birimleri arasındaki organik ilişkinin üstünün kapatılması Almanya’da ayrı bir siyasi ve tarihi skandal olarak değerlendirilmeli.

 

 

 

CEMAATLERE KARŞI MÜCADELE EDEN KILIÇ, İKİNCİ KEZ MİLLETVEKİLİ SEÇİLEMEDİ

 

22 Eylül’den sonra çeşitli partilerden 11 Türk kökenli parlamenterin federal milletvekilliğine seçilmesi başarı olarak nitelendirilebilinir ancak önemli olan seçilen bu vekillerin göçmenlerin sorunları konusunda ‚gerçekten ne kadar samimi ve tutarlı’ politilka izleyecekleri.

 

Türkiye’de Gezi olayları sürecinde ve AKP hükümeti tarafından son yıllarda insan hakları, azınlık hakları, basın, düşünce, toplanma özgürlüğü gibi konularda  demokrasi anlayışının  kıskaç altına alındığı bir dönemde bazı Sol Partili milletvekilleri hariç, diğer vekillerin bu konuda sesiz kalmaları gözden kaçmadı.

 

MEMET KILIÇ CEZALANDIRILDI MI?

 

4 yıllık görevi süresince Almanya’da ırkçılık, Neo-Nazi cinayetleri, Türkiye’nin Avrupa Adalet Divanı ve ortak uluslararası anlaşmalar gereği nezdinde sahip olduğu haklar, göçmenlere tanınan seçme ve seçilme hakkı gibi konuların yanı sıra AKP’nin uyguladığı politikarı sert bir dille eleştiren Yeşiller Partisi milletvekili ve partisinin göçmen politikası sözcüsü Memet Kılıç’ın, Parti Başkanı Cem Özdemir tarafından milletvekilliği adaylık sıralamasında son sıralara yerleştirlmesi Kılıç’ın seçilemeyeceği işaretini vermişti bile.

 

Almanya’da Fethullah Gülen cemaatinin uygulamaları, okulları ve Alman politikası ile ilişkilerini sorgulayan, hemen hemen Almanya’nın çeşitli eyaletlerinde düzenlenen her toplantıda bunları dile getiren, Silivri’ye Alman parlamenter komisyon üyesi parlamenter arkadaşları  ile giderek tutuklu milletvekili  Mustafa Balbay ile görüşen ve Türkiye’nin AB sürecinde demokrasi ve insan hakları gibi konulara  dikkate çeken Kılıç’ın  kendi partisi tarafından miletvekili olması engelendi mi?

 

Kararlı ve tutarlı çizgisinden hiçbir zaman sapma göstermeyen Kılıç’ın gerek göçmen gerekse Alman toplumu için başarılı çalışmalar yapmasına rağmen, adaylık listesinde seçilmeyecek arka sıralara yerleştirilmesini Yeşiller’in bir kez daha düşünmesi gerekiyor.

 

Sonuç olarak, işsizlik, artan yoksullukla mücadele, göçmenlere çifte vatandaşlık hakkının tanınması, yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı, ırkçılıkla mücadele, mültecilerin haklarının iyileştirilmesi, Alman vatandaşlığa geçişin kolaylaştırılması, devlet dairelerinde ‘kurumsal anlamda dışlanma’ ile mücadele edilmesi, göçmenlerin haklarının iyileştirilmesi, vizede serbest dolaşım hakkı,  Türkiye’de tutuklu gazeteciler,i aydınlar, sendikacılar, öğrenciler, insan hakları, basın ve düşünce özgürlüğü kısacası Türkiye’deki demokrasi sürecinin değerlendirilmesi konusunda kurulacak hükümetten göçmenlerin beklentisi kadar endişeleri de  var.